Asker ve Sivil Aydın’larımızın fikir, söz ve yazılarını okuyup düşünürken; ortaya koydukları doğru – yanlış, fakat iyi niyetle gösterdikleri çıkış yollarını; Osmanlı Devleti’nin dağılmaya yüz tuttuğu son dönemlerinde kaleme aldıklarını unutmamalıyız. Çünkü bir sözü değerlendirirken “Kim söylemiş?”, “Kime söylemiş?”, “Niçin söylemiş?”, “Ne makamda söylemiş?”, “Ne maksatla söylemiş?” gibi hususları, yani ne hikmetle söylendiğini hesaba katmak lâzım. Çünkü söz ve yazı soyut olarak doğru, yerinde ve isabetli bir mahiyet gösterirken; zaman ve zemin bakımından uygun olmayabilir! Hattâ zararlı bile görülebilir! Osmanlı Devleti Avrupa’nın gittikçe kendine gelerek, pozitif / müspet ilimler sahasında katettiği ilerlemeleri algılamakta gecikti! Zirve hâlinin her hususta devam edeceğini sanıyordu. Oysa “İki günü birbirine eşit olan bizden değildir.” anlamındaki hükmü âdeta unutmuştu. Batı; Osmanlı Devleti’yle ilim sahasında arasını açtıkça açıyor! Açık denizlere, uzak kıt’alara doğru açıldıkça açılıyor. “Sa’y (çalış)!” mealindeki İlâhî emri, en iyi şekilde yerine getiriyordu. Çünkü bu hususta -dünya için- Îlâhî kanun; çalışanın kazanacağı, çalışanın yükseleceği şeklindeydi. İster inansın ister inanmasın; sonuç daima çalışanın hakkıydı. Dünya için Sünnetullah / Îlâhî düstur ve prensip buydu. Nitekim: “Şöyle gözden geçse bir hilkat temâşâ-hânesi:Çıkmıyor bir zerre fa’âliyyetin bigânesi.
(Yaratıklar âlemi dikkatle incelendiği zaman, bir zerrenin dahi hareket ve canlılıktan yoksun olmadığı görülür.)
Âsümânî, hâkdânî cümle mevcûdât içinKurtuluş yok sa’y-i dâimden, terakkîden bugün.
(Yeryüzü ve gökyüzü de dahil, bütün varlıklar ilerleme yolunda her an çalışmaktadırlar. Bugün artık çalışmaktan başka kurtuluş yolu yoktur.)
Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!Bunların hakkında bilmem bir bahânen var mı? Dur!
Mâsivâ bir şey midir, boş durmuyor Hâlik bile:Bak tecellî eyliyor bin şe’n-i gûnâgûn ile.
Ey bütün dünya ve mâfîhâ ayaktayken, yatan!Leş misin, davranmıyorsun? Bâri Allah’tan utan.
(Eğer sen, yerlerin göklerin bu çalışmaları karşısında oturmaktan utanç duymayacaksan otur! Bakalım buna da bir bahane bulacak mısın? Dur…Daha önemlisi de var: Biz sadece yaratılmışların çalışmasından bahsediyoruz. Aslında, onların yaratıcısı olan Allah bile boş durmuyor. Allah’ın, çeşitli emirlerle bin türlü iş ve faaliyetleri yürüttüğünün farkında değil misin? Ey; bütün dünya ve dünyadaki bütün varlıklar ayaktayken yatmakta olan miskin, sana sesleniyorum! Leş mi kesildin? Kıpırdan biraz! Bu halinden topluma karşı utanç duymuyorsan, bari Allah’dan utan da silkinip kurtul şu miskinlikten!…)” (Mehmed Âkif Külliyatı I, Haz: İsmail Hakkı Şengüler, Hikmet Neşriyat s: 72 – 73)