Giriş:
Çevre kirliliği, inanç zayıflığı veya yokluğu sebebiyle kirlenen insan iç dünyasının önce dışa, sonra da çevreye yansımasıdır. Kâinat, yaratıldığında temiz idi. İnsanoğlu önce kendisini, sonra da çevresini kirletti. Ruhen yüce, vicdanen hassas, manen güçlü olan insan, bedenen de temiz olur. Kendi temizliğini koruyabilmek için çevresini de temiz tutar. Kirlenen çevrelerde, ahlâken temiz insanların yetişmesi mümkün olmaz.
Fransız araştırmacı Jacques Atalli; çevrebilimin, önümüzdeki yüzyıllarda, bir ideoloji, hatta bir inanç sistemine dönüşeceğini iddia ediyor. Bu iddiada şüphesiz ve gereksiz bir abartma vardır. Buna rağmen insanoğlu, benimsemiş olduğu ideolojilere ve inanç sisteminden uzaklaşmadan da çevre şuuruna sâhip olabilir. Esasen çevreyi az da olsa sorumlu ve duyarlı bakışlarla inceleyebilenler, çevreci olmanın gereğine inanıyorlar. 1400 yıl önce ortaya konan bu gerçeği, batılılar geç keşfettiler. Türk’ün İslâmiyet’le beslenen kültürüne göre: temizlik imandandır. Temizlikleri ve güzellikleri koruyanlar dâimâ kazanırlar. Korumayanlar ise, kendi kendilerini cezalandırmış olurlar.
Çetinoğlu: ‘Temizlik imandan gelir.’ Diyen bir kültürün mensuplarıyız. Çevrenin korunması ile ilgili bir sivil toplum kuruluşunun başkanı olarak söz konusu kültürün gereklerini uygulamakta yetersiz olduğumuz kanaatini paylaşıyor musunuz?
Sebepleri araştırıldı mı? Ne düşünüyorsunuz? Düşündüğünüz tedbirleri uygulayabiliyor musunuz, Cevabınız ‘Hayır‘ ise, neden?
Mustafa Göktaş: İslam en akılcı en devrimci, en ilerici dindir. Bu açıdan baktığınızda temizlik ve titizlik en önemli vasıflardan birisidir. Temizlik imandan gelir sözü o yüzden söylenmiştir. Çevre kirliliği, tabiatta kirlilik, tabiatın tahrip edilmesi ürkütücü ve korkutucu boyuttadır. İnsanoğlu tabiatı ve çevreyi çok hor kullanmaktadır. Adeta yok etmektedir. Biz ise ülkemizde tabîi dengenin korunması sebebiyle pek büyük çalışma görememekteyiz. Gerek kamu kurum ve kuruluşları gerekse sivil toplum kuruluşları ve meslekî sanayi kuruluşlar tabiatı hoyrat kullanmaktayız. Oysa tabiat, sadece bize ait değil. Hayat sadece bizim hakkımız değil. Tabiatta bulunan bütün canlıların da hakkı…
Çetinoğlu: Bu olumsuzlukların sebepleri nelerdir?
Göktaş: İnsanoğlu, geleceği düşünmeden hareket ediyor. Böyle olunca, tabiattaki canlıların hayat alanlarını ellerinden alıyoruz, onların yaşama haklarını gasp ediyoruz. Kısacası kullanılan gübre, ziraî ilaç dâhil her tür kimyevî maddeler, tabiatı tahrip ve bizim dışımızdaki canlıları yok etmektedir.
Bu hoyrat kullanım, tahrip etme, yok etme, kirletmenin altında çıkar, menfaat, rant yatmaktadır. Kazanç hırsı; yıllardır bilinçli olarak insanlarımızın beynine yerleştirilmiştir. Ataerkil toplum iken paraerkil bir toplum düzenine sinsice getirildik.
Kendimizden başkasını düşünmüyor, başkasına hayat hakkı tanımıyoruz. Ve insaf, merhamet, hoşgörü, tolerans kapılarımızı da kapatmışız. Kısaca gönül gözümüz görmez olmuş. Çevrenin korunması, tabiatın korunması sevgi ile olur.
Çetinoğlu: Çözüm?
Göktaş: Hızla insanların yüreğine sevgi aşılamak mecburiyetindeyiz. Ana baba sevgisi, dayı amca sevgisi, kardeş sevgisi, hısım akraba sevgisi, komşu sevgisi. Kısacası sevgi. Yaşanan olumsuzluklar, Sevgisiz toplumun ürünüdür. Toplumu öz benliğine kavuşturmak lazımdır. Bunun için inançlarına, sevgi ve saygı ortamına, birlik ve beraberlik duygularının pekiştirilmesi, yardımlaşma, paylaşma ve bölüşme hasletlerinin yeşermesine çaba sarf etmek lazımdır.
Çevre korunmasını hedef alan derneğimizin bütün gayret ve çabalarının özünde; insanların çevre bilincini benimsemesini sağlayarak insanlığa hizmet azmi vardır. Tabiî ki bu sâdece derneğimizin ve birkaç sivil toplum kuruluşunun yapabileceği, üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Bu bir devlet politikası olmalıdır. Devamlılık arz etmelidir. Çünkü bizlerin ekonomik kaynakları sınırlıdır.
Çetinoğlu: Çevre; insanoğluna ruh üflenip beden elbisesi giydirildikten sonra ona verilen değerli bir emanettir. Bu emanetin korunması, her şeyden önce, hayat kültürü ile kazanılacak şuurla mümkün olur. Anaokulundan yüksek öğretime uzan süreçte uygulanan müfredat programlarını bu şuurun kazandırılması için yeterli görüyor musunuz?
Göktaş: Çok haklısınız. Benim anlatmak istediğim de budur. Ülkemizde eğitim sistemi yetersizdir. Hâlen ezbere dayalı, okul dershane özel hoca üçgeni arasına sıkışmış bir yap-boz eğitim sistemi vardır. Ve bu eğitim insana kendi kendine yetecek lüzumlu el becerisini bile verememektedir. Bir düğme dikmek, gömleğini ütüleyebilmek, yumurta kırıp yağda kızartabilmek bile çocuklar için hayal olmuştur. Okullardaki müfredat hayatın gerçekleri ile örtüşmüyor.
Çetinoğlu: Tavsiyeleriniz nelerdir?
Göktaş: Müfredat programlarını hayatın gerçekleri ile örtüştürmek ve geleceğimizin teminatı olan evlatlarımızı tabiata, çevreye, insanlığa faydalı hâle getirmek lazımdır.
Bu hâliyle çocuklarımızın kendilerine faydası olmuyor. Kaldı ki ana babaya veya konu komşuya faydası olsun. Tüketen değil üreten olabilmesi için küçük yaşlarda eğitim vermek gerekmektedir. Bu sistem tembelliği, miskinliği, çıkarcılığı, bencilliği körüklemektedir. O yüzden eğitim ve öğretim müfredatı üretimi teşvik eden, saygı sevgiyi içinde barındıran hâle gelmelidir.
Çevreyi, tabiatı korumayan, üretemeyen toplumlar geri kalmaya, bu konuda şuurlanmış toplumların kölesi olmaya mahkûmdur.
Çetinoğlu: Çevreyi fert olarak insanlar kirlettiği gibi, sanayi tesislerinin çevre üzerindeki olumsuz etkileri de çok büyük. Sanayileşmekten de, çevre temizliğinden de vazgeçemeyiz. Bu iki vazgeçilmezimiz arasında en mükemmel uyumu sağlamanın formülü ne olabilir?
Göktaş: Dünyanın her gelişmiş memleketinde kirliliğe yol açan tesisler vardır. Fakat bizim dışımızdakiler, bu olumsuzluklara çözüm üretmişlerdir. Katı atıkların yok edilmesi, sıvı atıkların durgun ve akarsulara zarar vermemesi için gerekli tedbirler alınmıştır. Kimyevî atıklar tabiata bırakılmamaktadır. Birçok atık malzemenin geri dönüşümü sağlayan tesisler kurulmuştur. Devlet, kirletene temizlettirmiştir. Temizlemeyene ağır cezâlar vermiş ve yazılan cezâları mutlaka tahsil etmiş, bu tür cezâları, dâimâ af kapsamı dışında bırakmıştır. Sanayi tesislerini durgun ve akar su kenarına, kurdurmamıştır. Kurmuş ise önlemini almıştır.
Bizde arıtma tesisi olmayan fabrikalar, tesisiler mevcuttur. Site ve yerleşim yerleri vardır. Hâlen şehirlerimizin kanalizasyonlarının çoğu, arıtmaya tâbi tutulmadan dereye, denize boşaltılmaktadır.
Kalkınmak için elbette ki sanayi tesisleri kurulmalı. Fakat deniz kenarına, dere ve ırmak dibine, yerleşim yerinin içinde değil. Dağlık ve kır alanlara kurulmalı, arıtımını, geri dönüşümünü sağlayacak tesisler de hemen yanı-başına yapılmalı. Bunlar yapılırken çevre tahrip edilmemeli ve kirletilmemeli. Bunları yapmak zor değildir. Dünyada bu tür olumlu örnekler çok…
Çetinoğlu: Çevrenin temiz kalması için yapılacak fedakârlığın maliyeti, kirlenen çevrenin temizlenmesi için katlanılacak külfetten daha düşüktür. Bu basit gerçeği anlatma konusunda devletimizin ilgili kuruluşlarının faaliyetlerini yeterli buluyor musunuz?
Göktaş: Kesinlikle yeterli bulmuyorum.
Çetinoğlu: Tavsiyeleriniz, oluyor mu?
Göktaş: Dernek olarak yazılı ve sözlü tavsiyelerimiz uyarılarımız devamlı olarak ilgililere doğrudan doğruya veya basın aracılığıyla iletiliyor.
Çetinoğlu: Tavsiye ve uyarılarınız dikkate alınıyor mu, gerekleri yapılıyor mu?
Göktaş: Ciddî bir çalışma göremiyorum. Çevre ve Orman Bakanlığının ağaçlandırma, yeşillendirme, çevre ve tabiat kirlenmesinin önüne geçme, tabîi bitki örtüsü ve tabiatın korunması hususunda yapılan çalışmaları yeterli görmüyorum. Ciddî ve inandırıcı bulmuyorum.
Orman yangınları önlenemiyor. Hazine arazileri olarak bilinen ormanlık alanların talan edilmesinin önüne geçilemiyor.
Çetinoğlu: İnsanlara yeni bir şey öğretmek, bildiğinin yerine yenisini koymaktan daha kolaydır. Devletin ilgili kurumları ve konu ile ilgili sivil toplum kuruluşları bu kolaylıktan yararlanıyor mu?
Göktaş: Çok güzel… İşte özü burada… İyi bir eğitim…
Bilgi vermek, bilgilendirmek, şuurlandırmak yok. Yapılmıyor. Bizlerin yaptığı ise kısıtlı kalıyor. Biz çevre ve tüketici hususunda ücretsiz seminerler, konferanslar, kurslar veriyoruz. Ama yeterli olmuyor.
Çetinoğlu: Devlet, çevre kirliliği konusunda özel sektöre uyguladığı disiplini, kendisine bağlı sanayi tesislerine tatbik edebiliyor mu?
Göktaş: Kendisi tatbik etmediği gibi, özel sektör üzerinde de yeterli ölçüde etkili değil. Kontrol mekanizması zayıf. Siyasî davranılıyor. Gelen giden iktidarlar her zaman kendi yandaşlarını kollamış gözetmişlerdir. Çevreyi ve tabiatı kollayıp gözeten yok gibidir. O yüzden ülkemizin cennet diyarları birer ikişer yok edilmiş, denizi, akarsuyu kirletilmiş, kaynakları tüketilmiştir. Bu benden, bu değil felsefesi yüzünden ülke bu hâle geldi, getirildi.
Karşı karşıya bulunduğumuz olumsuz tablonun oluşmasında; bir kişinin veya bir siyâsî görüşün değil toplum olarak, yaşayanlarımızın hepsinin suçu vardır.
Çetinoğlu: Çevrenin korunması ve israf ilişkisi üzerine neler söylemek istersiniz?
Göktaş: Önemli bir konu… Çevresini koruyan zaten israftan kaçar. Bilinçsiz tüketim israftır. Bilinçsiz tüketilen her şey çevreye ve tabiata zarar verir. Toplum bilinci, bilincin oluşmasında fertler arası mutabakat, sosyal kalkınmaya öncülük edecektir.
Bu bağlamda insanların, başta da söylediğiniz gibi iyi bir eğitim ve öğretimin yanı sıra sosyal kurallara uyulması şarttır. Toplu yaşamayı, bölüşme ve paylaşmayı bilmeli. Hak ve hukuka saygılı olmayı öğrenmeli, kendisinin hakkı kadar başkasının da hakkı olduğunu hissetmeli, ortak yaşama dört elle sarılmalıdır.
Hayat, tabiatın ta kendisidir. İnsanoğluna gerekli her şey tabiatta mevcuttur. Biz insanlar, tabiatın bir parçasıyız. Dolayısıyla bizle beraber tabiatta bulunan ve yaşayan hayvanlar ve diğer canlıların yaşama haklarını ellerinden almamalıyız.
Çetinoğlu: Çevre temizliği ile manevi temizlik arasındaki bağı tahlil eder misiniz?
Göktaş: İnsanda ahlakî değerler, merhamet, saygı, sevgi, hoşgörü, tolerans, iyi niyet yok ise o insandan her kötülük beklenir. Onun kendine faydası olmaz ki, çevreye, doğaya olsun. İnsan önce kendisine iyi olmayı, ana babaya, kardeşe, eşe dosta, akrabaya, komşuya, arkadaşa, iyi olmayı bilecek. Bunlar manevî duygulardır. Bu da ilişkide olduğu insanlar ve çevre ile manevî bağlarının güçlü olmasına bağlıdır.
Çetinoğlu: Çevre korunması ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının çevreyi kirleten kişiler hakkında yaptırım uygulama yetkisi var mı? Bu konudaki düşüncelerinizi okuyucularımızla paylaşmak ister misiniz?
Göktaş: Bizlerin ceza yazma yetkisi yok. Ancak hukukî müdahalede bulunabiliriz. Yani çevreye karşı bir kanunsuzluk, hukuksuzluk, hayata olumsuz müdahale olduğunu hissedersek yargı yoluna gideriz. Mülki amire başvururuz. Çok örnekleri var. Gerek hükümetlerin zaman zaman almış oldukları idarî kararlar, gerekse çıkartılan yönetmelikler ve uygulamalar için idarî mahkemelere, bölge idare mahkemelerine, danıştaya çok sayıda davalar açtık, kazandık. Birçok yanlış uygulamayı protesto ettik, eylem yaptık, boykot yaptık. Aksaklıkları, uygunsuzlukları kısmen de lsa önleyebildik.
Tabi bunları hukuk nezdinde yapmak durumundayız. Amaç yetkili ve ilgilinin dikkatini çekmek, kamu yararına harekete geçirmektir.
Çetinoğlu: Çevrenin korunması ile ilgili ilk mevzuat düzenlemesi 1869 yılında Amerika’da yapıldı. O günden bu yana önemli gelişmeler kaydedildi. Günümüzde, genel kabul görmüş genişliği içerisinde ‘Çevre Korunması’ kavramının kapsamını açıklar mısınız?
Göktaş: Çevrenin kirlenmesi, ülkede yaşayan herkesin ortak meselesidir. Çünkü çevre kirliği, içindeki tabî hayatı da olumsuz etkiler, insanların ve diğer canlıların zarar görmesine yol açar.
Son yıllarda büyük sanayi hamleleri ile dev fabrikalar kurulmuş, bu fabrikalardan gerektiği gibi çalışmayan ve sorumluluklarını yerine getirmeyenler, çevre kirliliğine sebep olmuşlar, çevreye büyük zarar vermişler ve vermeye devam etmektedirler. Sâdece onlar değil. Bilinçsizce yapılan inşaatlar, yapılaşmada çevreyi ve ekolojik dengeyi bozmuştur. Başlıca çevre kirliliklerini sayarsak, su, toprak ve hava kirliliğini söyleyebiliriz. Kirlenmeleri önlemek konusunda mücâdele etmek herkesin görevidir.
Çetinoğlu: Türkiye’de çevre korunması kavramı ne zaman gündeme geldi. Sonraki gelişmeleri yıllar itibarîyle özetler misiniz?
Göktaş: Çevre korunması, Anayasamızın 56. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; ‘Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sâhiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşın ödevidir.’
Anayasamız çevre korunmasını; devletin ödevi, vatandaşın ödevi ve herkesin hakkı olarak üç açıdan düzenlenmiştir. Bilindiği üzere çevreden yararlanma hakkının dile getirildiği ilk toplantı, Stockholm Konferansı olmuştur. Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın 5-16 Haziran 1972 tarihleri arasında Stockholm’de gerçekleştirildiği ‘İnsan Çevresi Konferansı’na 100’den fazla ülkenin temsilcisi katılmıştır.
Bizde ise son 15 yıl içinde devlet bu işi ciddiye almış, bakanlıklar kurulmuş, taşrada örgütlenilmişse de yeterli değildir. Kyoto Protokolü bile tam anlamıyla ve insanlarımızın çoğunluğu tarafından bilinmemektedir.
Çetinoğlu: Çevre konusunda mevcut hukukî düzenlemeleri yeterli görüyor musunuz?
Göktaş: Görmüyorum. Göstermelik kanunlar ve yönetmeliğe değil, yaptırım gücü olan ve cezaları caydırıcı ıslah edici olan kanun ve yönetmeliklerin uygulamaya konması lazım.
Çetinoğlu: Tavsiyeleriniz nelerdir?
Göktaş: Denetim mekanizması işletilmeli. Bu hususta sivil toplum kuruluşlarının önü açılmalı. Bazı yerlerde yetki ve sorumluluk paylaşılmalıdır. Devlet bizden bu konuda bir çalışma yaparken yardım ister ise, her zaman gönüllü olarak bilgi ve emeğimizi hiçbir talepte bulunmadan sunarız.
Çetinoğlu: Türkiye’nin Kyoto Protokolüne imza koymasını, sanayileşmiş güçlü devletlerin aynı konuda ağırdan hareket etmesini nasıl yorumlamak gerekir?
Göktaş: Her devletin kendine göre iç ve dış politikası olduğu gibi çevre politikası da var. Başkalarının ne yaptığından ziyade gelişmiş olan ülkelerin çevre kirliliği problemlerini nasıl çözdüğüne bakmak ve irdelemek gerek diye düşünüyorum.
Dünya milletlerine baktığınızda büyük bir çevre kirliliği problemi yaşandığı görülmektedir. Kyoto Protokolü bir yandan devletlerarası siyasî ilişkilerde koz olarak kullanılmıştır. Özellikle Avrupa Birliği (AB) kapısında bekletildiğimiz bir ortamda farklı bir şekilde değerlendirilmiştir. Her ne olursa olsun ülkenin aydınları, fikir adamları, akademisyenleri, ilgileri ve yetkilileri bu hususta tartışmalı, konuşmalı ve paylaşmalıydı. Bizde bu olmadı. Büyük eksikliktir.
Çetinoğlu: Küresel ısınma olayının sebepleri, sonuçları ve korunma çâreleri konusunda okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?
Göktaş: Bilinçsiz ve hor kullanım ve tüketim bizi bu hallere getirdi. Biz insanların atmosfere saldığımız çeşitli gazların sera etkisi oluşturması sonucu küresel ısınma gerçekleşti. Dünyanın yüzeyi güneş ışınları ile ısıtılıyor. Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor.. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor. Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi sebeplerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösteriyor. Bu da çevre ile ilgili değerleri ve tabiatın dengesini bozuyor. İşte kutuplarda eriyen buz dağlarının hâli… İşte çölleşen topraklar. İşte susuzluk. Bu da çok uzun anlatım gerektiren bir mesele üç beş lafla geçiştirilecek konu değil.
Çetinoğlu: Bu problemin de çözümü vardır elbette…
Göktaş: Çözümü, bol bol ağaçlandırma, yeşillendirmedir. Boş bulduğunuz her alana ağaç dikeceksiniz. Çevreyi ve doğayı kirletmeyecek, sâhip çıkacaksınız. Çocuğunuza sâhip çıkar gibi, canınıza bakar gibi doğaya bakacaksınız. Tabiat ana bereketlidir. Müşfiktir. Ona saygıda sevgide kusur etmeyeceksiniz. Tabiattaki dengeyi bozmamaya gayret edeceksiniz.
Çetinoğlu: Yerleşim alanlarında katı yakıtlar için vahşî depolama yöntemleri devam ediyor. Konunun sorumlusu belediyeler nezdinde yönlendirici etkileriniz olabiliyor mu?
Göktaş: Tabiî ki oluyor. Gereksiz bulduğumuza karşı çıkıyoruz, eylem yapıyoruz, halkı bilinçlendirmek için elimizden geleni yapıyoruz. Resmî itirazlarda bulunuyoruz. Şikâyet hakkımızı kullanıyoruz. Ayrıca bakıyoruz ki dinlemiyorlar… Bu sefer idarî mahkemelere dava açıyoruz. Yürütmeyi durdurma istiyoruz.
MUSTAFA GÖKTAŞ 1964 yılında Mersin’de, Karayollarında çalışan bir işçinin oğlu olarak dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu Mersin’de okuduktan sonra yine Mersin’de Ticaret Lisesi’ni bitirdi. Son olarak İktisat tahsili yaptı. Mersin’de kurulu bulunan ve 22 yıldır yayın hayatına devam eden HAVADİS Gazetesi’nin ve Ataberk Yayıncılık firmasının ve 15 yıldan bu yana sarı basın kartı sahibidir. Organik tarım ile ilgilendi ve ülkemizde Organik Tarım ürünleri yetiştiren ilkler arasında yer almaktadır. 1992 yılında Doğru Yol Partisi (DYP) saflarında siyasetle ilgilenmeye başladı. Mersin teşkilatında delege, gençlik kolları başkanlığı, ilçe yönetim kurulu üyeliği, İi yönetim kurulu üyeliği, il teşkilat başkanlığı, il sekreterliği, il siyasî işler başkanlığı, il seçim işleri başkanlığı görevlerinden sonra Mersin Merkeze bağlı Yenişehir İlçe Başkanlığını yaptı. Daha sonra DYP Genel Merkez Basın propaganda Genel Başkan yardımcılığı ve DYP Genel Başkan Baş danışmanlığı görevlerini üstlendi. 2007 yılında siyasetten çekildi. Hâlen yurt genelinde teşkilatı bulunan, Çevre ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği (ÇETKODER)’in Genel Başkanı’dır. |