Başkalarının Düşünde ve Duasında Yaşayanlar

92

İnsanın yaşamı düşlerinin rengine boyanmıştır” der M.Aurelius. Bazı insanların yaşamı ise başka insanlarının yaşamanın ve düşlerinin üzerine kurulmuştur. Doğarsınız, ‘abla’ olarak kardeşlerinize yarı analık size düşer. Genç kız olarak büyürken hayvan bakımı, tarla ekimi, yemek yapımı, yakacak ve su temini gibi sorumluluklarla beraber büyürsünüz.

Sızlanma ve şikâyet diye kavramlar sizin aklınızdan bile geçmez. Öyle ki devrinin en yaygın aktivitesi olan buğday (ben diyeyim boğda, siz deyin yulaf-arpa) biçme organizasyonlarının aranan insanı haline gelirsiniz. İmece yada ‘meci’ denilen ortak etkinliklerde 2 kişinin gösterebileceği performansı tek başına gösterirsiniz. Zaman “Ye-iç, çalış!” zamanıdır ve özünde “Yiyeceksin ki çalışmaya kuvvet bulasın ve hastalanmayasın” felsefesi vardır.

Evlenirsin, bu kez baba evinde ve yörüngesinde yaptıklarını koca evinde ve yörüngesinde yaparsın. Adamına ve çocuklarına karşı sorumlulukların, konu – komşuya karşı sorumlulukların, ahırda ineğe – buzağa karşı sorumlulukların, evde yemek-bulaşık-çamaşır sorumlulukların, tarlada / bahçede ekme-dikme-sulama sorumlulukların, ekstradan yol – güzergâh ve ufak tefek inşaat ile yayla – yerleşim sorumlulukların bitimsiz bir koşu gibi ömrünün mezurasını sarar. 80 sene boyunca birinden birine ‘of’ bile demezsin.

Belinde orak, sırtında sepet; önüne kattığın ineklerle cafeden cafeye gider gibi tarladan tarlaya gidersin. O orak; bazen ot bazen diken keser, bazen koyunu boğazından yakalamış kurdun üzerine yürür. O sepet; bazen yiyecek-içeçek bazen çocuk, bazen de ot ve odun taşır. O inekler, senin aile bireyin gibidir; otlatması, samanı – yemi, yıkanması – tımarı ve hastalığı – doğumu dahil üstüne sigortalanmıştır.

Eski evi yıkıp da yeni ev yapmak gerektiğinde temel atmak – taş toplamak işlerinde de başroldesindir. Her kata ayrı emek vererek ve her defasında çalışanlara da sofra hazırlayarak hem de.. Babanın hediye ettiği 70-80 kiloluk dikiş makinasını 2-3 kilometrelik yoldan evine taşırken en mutlu anlarından birindesindir. Zira onunla kıyafetten kıyafet dikeceksindir. Gittiği yerden ayakları şişerek gelen kocanı senden iri ve uzun olduğu halde sırtlayıp birkaç kilometreden eve taşıyacaksındır.

Sonra çocukların okulu – büyümesi, büyüklerin bir bir bir ölümü – cenazesi, bayramı-düğünü vesairesi.. Bildiğim tek eğlencesiyse karda yalınayak kartopu oynamasıydı. Çocukların düğünü, torunların doğumu; bu kez varlığının sorumluluğu onlara adanır durur. Yemeyecek, yedirecek; giymeyecek, giydirecek ve yaşıyor gibi yapsa da aslında yaşamadan yaşatacaktır hep. Onun ömrü başka ömürlere serpiştirilir ve o fark ettirmediği için pek kimse de farkında olmaz.

Kimine göre ‘Osmanlı Kadını’ hükmündeydi ki pek az kalan. Kimine göre ‘Karadeniz Kahramanı’ydı ki genelde yöresel / geleneksel olarak kadınlardan çıkar. Küçük sahnede yılanın ağzından balık alışı, akrep sokmuş kızı kurtarışı gibi enstantaneler var. Büyük sahnede ise başkalarının düşleri üzerine kurulmuş bir insan yaşamı. Ki o ‘başkaları’ tabiri bize göredir, ona göre ise başkaları kendisidir zaten. Zor olansa bunu bu süper ego / tam bencillik çağında anlatabilmek ve anlaşılmasını beklemek.

Adı gibi hasbîydi ve bir eylül günü, duaların geri çevrilmediği bir vakitte başkalarının bereketiyle uğurladık onu kendi yaşamının sonsuzluğuna. Darısı bizim başımıza..

Ki analar emzirir ruhun söküklerini

Karanlığın bezini bağlar analar

Bu himmet, bu bereket, bu sekînet

Mübarek elinin kalite belgesidir

Ve o bir rahmet delegesidir

Güneş açar yüreğini bazen

Bazen bulutlar ağlar