15 Temmuz 2016 tarihindeki kanlı, vahşi ve tamamen yersiz kalkışma ve isyanın hiçbir şekilde yenilir yutulur tarafı yoktur.
Bu tehlikeyi askeriyle, polisiyle ve şuurlu, bilinçli yurttaşlarımızın canı, kanı pahasına geçiştirdiğimiz, atlattığımız ve büyük tehlikeden kıl payı kurtulduğumuz, kurtarıldığımız da bir büyük gerçek.
Bu gerçeklerden daha büyük bir gerçek ise, “Bir göz hatırı için, çok gözler sevilir.” hükmünce İndallah makbûl bir kavim oluşumuz sırrınca, Maide suresinin:
“Ey iman edenler! Sizden kim (Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmenin sonucunda veya münafıkların etkisinde kalarak veya her hangi bir sebeple fark etmez) dininden dönerse (bilsin ki, din değil kendisi kaybeder) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever onlar da Allah’ı severler (ve sevgilerini O’nun razı olduğu işleri yapmakla gösterirler.) Onlar (Allah’ın büyüklüğünü bilmenin en büyük alâmetlerinden birinin tevazu olması hasebiyle) müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı (ise imanlarından gelen izzetle) güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda (dinin evrensel mesajını insanlara ulaştırmak için canları ile malları ile) cihat ederler. (Bu yolda bütün dünya karşılarında olsa bile) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu (özelliklere sahip olmak) Allah’ın bir lütfudur. Onu (bu uğurda bedel ödeyenlerden) dilediğine verir. Allah (kullarına karşı lütuf ve ihsanı geniş olan) Vasi’, (her şeyi bilen) Alîmdir.” (Kur’an Bana Ne Diyor? -Açıklamalı Meal- Hazırlayan: Veli Tahir Erdoğan)
Meal ve anlamındaki 54. Ayeti hikmetince; bu çok büyük tehlikeyi atlatışımızda; asıl oyun bozucu olan Yüce Allah’ın da İlâhî hesaplarının, esrar yüklü hikmet ve gayesinin payını unutmamak lâzım. Özellikle asıl faktörün bu olduğunu; hatırdan hiç uzak tutmamak boynumuzun borcu olsun ve olmalı.
Nitekim: “Türkler hakkında sena-i Peygamberî (Peygamber övgüsü) muhakkaktır. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle bahsetmiş. Hadis var…mânası hakikat ve Türk milletinin sena-i Peygamberîye mazhar olduğu hakikattir. Bir nümunesi Sultan Fatih hakkındaki hadistir.” (E.L. II. 37)
Bütün bu iki aya yaklaşan müddet zarfında, bin bir endişe ve korku yaşadık. Millî duygularla hem hâl olduk. Kâh gurur duyduk. Kâh üzüntü ve kederlere gark olduk. Sanki Sera’dan Süreyya’ya gidip geldik. Tarifi zor ve hattâ imkânsız bir atmosfer ve ortamda bulduk kendimizi.
Böylece şu gerçek bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmış. Herşeyden önce kendisini hatırlatmış. Tekrar nazarlara misafir olacak olan asır-dide hakikatle yüzleşmemizi sağlamıştır.
Öyleyse Türk Milleti olarak kendimizi sıgaya çekip; kendimizden hesap sormamız şart olmuştur. Bu gerçeğin gereklerini, yüz senedir lâyıkıyla yerine getirmediğimiz; bir kere daha tüm çıplaklığı ile kendini göstermiştir.
Cehalet, zaruret ve ihtilâf denen üç büyük asır-dide / yüzyıllık düşmanla; sanat, marifet, ittifak silâhlarıyla savaşmak. Bu cehd ve cidalden bir an olsun gafil olmamak. Bu hususta tembellik etmemek ve bunlara karşı lâkayt kalmamaktır.
İşte ancak bu üç düşmanı altetmekle; demokrasiden -ister istemez- uzak düşen insanımız yeis / me’yusiyet ve ümitsizlikten kurtulabilir.
Ancak bu suretle, tarih nazarında küçük düşmez.
Ancak bu şekilde millet; tarih nazarında cünun ve deliliklerden halâs olur.
Ancak bu tespitlerin gereğini yapmakla millet; muhtaç olduğu hakikati, evham / vehim ve şüphelerden azat etmiş, ayıklamış olur.