“Aklı olmayanın dini de yoktur” der Peygamberimiz. “Allah aklını kullanmayanları pislik içinde bırakır” der Kerim Kitabımız (Yunus 100). Bugün Âlem-i İslam olarak yaşadığımız diz boyu rezillikler akılsızlığımızın bir faturasıdır.
Kuran‘da biat ve itaat yalnızca Allah‘a ve Resulû‘nadır. Bu hususun hayatın her alanına (eğitim, din, siyaset, sivil toplum) taşınması bizi dondurulmuş gıda hükmüne düşürdü.
Emevîler, iktidar için her şeyi yapabilirlerdi ve yaptılar da. Hilâfeti onlarla başlatırsanız ceketin ilk düğmesi yanlış iliklendiği için diğer düğmeler de gümbürtüye gidecek/gidiyor demektir.
Abbasîler ise aklı rahatlatmak için belli menfezler açan ve demagojiye varıncaya dek değişik düşüncelere meşher olan bir medeniyettiler. Bu, lokal karmaşalara sebep olsa da genel olarak kültür ve bilimde büyük bir berekete vesile olmuştur.
Selçuklu ve Osmanlı geleneklerimiz bu iki ön örneğin hangisine yaslandılarsa ümmetin ömrü o noktaya evrilerek süregelmiştir. Hele hele sonuncusunun son dört yüzyılı İslâmiyet’in ve Türklüğün buzdolabında bırakıldığı devirlerdir.
Atatürk ve Cumhuriyet uzun bir aradan sonra akıl ve bilimi tekrar yerine oturtma girişimidir. Ve bir asra yaklaşan tarihinin uzun zaman dilimlerini asırlar öncesinden devralınan bir anlayışsızlığın muhalefetine harcamıştır.
Hepimiz işbu süreçlerin çocuğuyuz. Akılsızlıklarımızın cezasını Suriye’deki dış politikamızdan Fransa’daki Millî Futbol Takımımıza kadar her alanda çekiyoruz. Siyasal hareketlerimizin bir seçenek sunamamasının ve bilim-teknikte hep müşteri (edilgen) vaziyetinde kalışımızın nedeni de o.
Gündelik hayatlarını hanıma itaat / kocaya itaat, efendi hazretlerine biat, genel başkana sadakat, günlük olayları anlamak yerine bin yıllık sözlerle nasihat ve oyuncak robotlar gibi belli alışkanlıkların bıkıp usanmaksızın tekrarına harcayanların gelecekleri de bir öncekilerin kopyası hükmünde olacak.
İsyan ritimlerinin ve “lâ” ile başlayan tevhidî duyarlılığın önemi işte burda. “Herşey bir red’le başlıyor gülüm“ dediği gibi şairin bazen o sesi duymuyor da değiliz. Bazen dinde, bazen bilimde ve bazen de siyasette..
Meselâ; hiyerarşik algısıyla ve her daim sırtında taşıdığı tarihî mirasıyla askerî bir yapılanmaya benzetilen sivil ideolojik bir hareket artık liderini, teşkilatlanma yapısını ve tüzüğünü sorgular hale gelebilmiştir.
Tarih boyu kaderi hep ‘bir kişi‘nin yönetim kaderine bırakılmış bir milletin bu konulardaki en hassas parçasının başında bu ‘bir kişi‘ olmaksızın yapabildiği değişim ve aylardır peşpeşe attığı aklî adımlar diğer siyasî organizasyonlara ve sivil örgütlenmelere de örneklik teşkil edecektir.
Ülkülerini iradî olarak bir millet maksuduna bağlayan idealistlerin son günlerin meşhur ama sporda başarılamayan “Biz bitti demeden bitmez ve gitti demeden gitmez” mottosunu siyasette başarmaları Türk demokrasi tarihinde bir kenara yazılmalıdır.
Ortak akıl, geleceğin kara bulutlarını rahmet serpilişlerine döndürme arzusudur. Ve böylesi çoğaldıkça kıymetlenir, pahalılaşır. Allah aklımızı ve aksiyonumuzu arttırsın!