Başlıksız Bir Yazı

148

Sakın ola başlığı okuyunca, “Başlıksız Bir Yazı” ifadesi de sonuçta bir başlıktır, diye mantık yürütmeye kalkmayın sevgili okurlar.

Aslında yazımızın başlığı var tabi, ama içerisinde gizli…

* * *

Gündeme bomba gibi düşen Almanya’daki Ermeni soykırımı yalanını kabul eden tasarı konusunun henüz fitili ateşlenmemişken aslında niyetimiz, “Amerikan Rüyası’nın Sonu mu?” diye sorarak ABD’deki başkanlık seçimlerini ve muhtemel sonuçlarını irdelemekti.

Öyle ya, dünyaya bir medeniyet projesi olarak sunulan;”özgürlükler ülkesi ABD”, bir emlak komisyoncusunun koltuk hırsına kapılıp dünyanın en diktatör ve gaddar devletine dönüşürse ne olur, diye bakacaktık.

Genelde böylesi durumlarda en fazla 30 – 40 yıl içerisinde o ülkeler yıkılır. Bazen bu süreç daha da hızlı olabilmektedir. Ancak ABD’nin böylesine hızlı çöküşü yeni oluşacak dünyayı nasıl etkiler?

Türkiye ve Türk Dünyası olarak buna ne kadar hazırız? Yeni oluşacak güçler dengesi arasında meselâ Çin, Rusya ve Almanya’ya karşı elimizde nasıl kozlar var? Ya da Balkanlar’dan ABD askeri çekildiğinde 3’üncü Dünya Savaşı çıkar mı? Çin, Batı Türkistan’ı işgale kalkarsa Rusya ile birlikte ne kadar karşı koyabiliriz? Japonya bizi destekler mi? Filan, falan gibi bazılarına göre sanırımçok uçuk, bazılarına göre de malûmun ilanı sorulara yanıt arayacaktık…

Ama tam da Almanya ile moda tabirle “Kanka” olmuşken, bir de ‘Almanya’daki Türkler’ vasıtasıyla böyle bir kazığı yemek veya “arkadan hançerlenmek” mevzu bahis olunca, dünyanın geleceğindense bizim kısa vadede durumumuzu tartışmak çok daha önemli hale geldi.

* * *

Şimdi, Almanya Parlamentosundan geçen tasarı haklı mıydı, haksız mıydı?

Biz sadece Alman İmparatorluğu’nun önerdiği tehciri gerçekleştirmişken, şimdi de Almanların sanki ortada bir suç varmış gibi ve bunu da kendileri söylememiş gibi ortaya çıkmaları ne kadar doğru?

Hitler, çoğu Hazar Türkü 15 milyon Musevi’yi fırınlara doldurup yağlarından sabun yapmışken, bize ne soykırımından bahsedebiliyorlar denilebilecekken; ya da…

Afrika’nın bilmem neresindeki filanca sömürgesinde 17 milyon zenciyi kurşuna dizmiş bir Almanya’nın ne haddine bize soykırım yaptı demesi, denebilecekken;

Ya da Dünya gezegenine iki dünya savaşı hediye etmiş ve yüz milyonlarca insanın ölmesine neden olmuş bir millet, hiç mi kendi tarihini bilmez denilebilecekken;

Ya da Avrupa’daki çevre felaketlerinin baş müsebbibi olan sanayisi ile Doğu Avrupa’daki bütün sakat doğumların ve flora, faunakatlinin tek sorumlusu iken;

Tarihte “Nemçe” adıyla Osmanlı Devleti’ne kök söktürmüş, sonra da Türk milletinde psikolojik ters etki yapmasın diye adını Almanya’ya çevirdiğimiz Balkanlar’daki tarihi düşmanımız, milyonlarca Türk’ü Doğu Avrupa’da soykırıma tabi tutmuşken;

Ve Ey Almanya, gör bunları, sen kendini ne sanıyorsun diyebilecekken; bunların hiç birini söylemeyeceğim!

* * *

Değerli dostlarım, Almanya parlamentosunda 11 Türk Milletvekili var. En azından biz öyle biliyoruz.

Bu insanlar Almanya’ya işçi olarak göç etmiş ailelerimizin çocukları veya torunları. Yani bizden insanlar, akrabalarımız…

Peki, biz bu vatandaşlarımızla nasıl bir ilişki kurmuşuz ki, bizden olan ve orada bizi savunmasını beklediğimiz bu vatandaşlarımız, bizim can düşmanımız haline gelmişler?

40 – 50 yılda bunu nasıl becerebilmişiz?

Öyle ya, bu insanların dedeleri, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da bizim dedelerimizle beraber şehit düştüler. Hatta belki de bu insanların ninelerinin karınlarını, rahmindeki bebek kız mı, erkek mi diye iddiaya giren Ermeniler, Doğu Anadolu’da deştiler?

Yalan mı? Olmamış mıdır?

11 Vekilden bahsediyoruz… Haydi, içlerinden bir hain çıkar, iki hain çıkar ama hepsi de mi Ermeni soyu mu bunların?

Bunca yıldır Almanya’da yaşayan 3,5 milyon Türk’ten bir tane bile ‘gerçekten Türk’ vekil çıkaramadık mı yani?

Elin Alman’ı bizimkilerden fazla bizi savunmuş, var mı böyle bir şey?

Bu nedir biliyor musunuz?

Kendi parçamız olan bu insanları, sadece döviz kapısı olarak gören bir zihniyetin iflasıdır…

Almanya’daki 3,5 milyon vatandaşımızı buraya sadece Avro gönderen sağmal inek gibi gören, hem etinden, hem sütünden, hem postundan yararlanırız diyen anlayışın geldiği noktadır.

İnsanlar asla küsurat değildir!

Hınç yapar, kin tutar, kalleşlik edebilir…

Devlet isen bunları göz önüne alır ona göre ilişkini kurarsın.

Saldım çayıra, Mevlâ’m kayıra devlet, olmaz!

Bu insanların dedeleri, nineleri Almanya’ya gönderilirken ‘hayvan’ muamelesi gördü. Yeter ki, para gelsin denilerek, sınır kapısında donunu indirip üreme organlarına bakılırken Türk Devleti, “Dur kardeşim, ben sana işgücü olarak ‘insan’ gönderiyorum, damızlık inek değil!” deyip vatandaşına sahip çıkacaktı.

Kurbanlık koyun gibi dişlerine bakılırken, “Arkadaş bunlar fabrikada vidayı dişleriyle sıkmayacak, sen benim vatandaşımı böyle tahkir edemezsin” diyecekti!

Eee, demedi de ne oldu?

O insanların torunları dede ve ninelerinin öcünü çok acı bir şekilde aldı…

Şimdi o vakitler vatandaşını insan yerine koymayan, sahip çıkmayan idarecilerimiz artık kına yakabilirler…

O milletvekilleri Ermeni diasporasından para almıştır, almamıştır; haindir, değildir hiç önemli değil.

Neticede Türk vatandaşıdır. En azından eski vatandaşlarımızdı, akrabalarımızdı…

Almanya’daki 3,5 milyon Anadolu Türkü’nün ve 500 bin Azerbaycan Türkü’nün diaspora gücü, ülke toplam nüfusu 3 milyon bile olmayan Ermenistan devletçiği karşısında iflas etmiştir.

Siz ne derseniz deyin, gerisi lafü güzaftır.

Ama bu bizim ilk fiyaskomuz değil.

Aynısını 1974 Kıbrıs Türk Barış Harekâtı’ndan sonra da yaşadık.

1974’te Kıbrıs Türkleri tarafından ellerinde karanfillerle karşılanan Anadolu Türk’ü, yıl 2000’lere geldiğinde o insanların çocukları tarafından atılan “Kıbrıs’tan defol” sloganlarına muhatap oldu.

Yalan mı?

Bence nerede hata yapıyoruz; dostlarımızı, hatta kan bir, din bir, dil bir kardeşlerimizi dahi bu kadar kısa sürede kendimize nasıl düşman edebiliyoruz diye,başımızı ellerimizin arasına koyup kara kara düşünmenin vakti gelmiş de geçmektedir.

Aynı şey Anadolu’muzun doğusu için de geçerlidir…

Neyse, konuyu daha fazla uzatmayacağım: Netice, bu sistemle ve kafayla yürümez, bilesiniz!

Şimdi gelin, bu yazıya da başlığı siz koyun…