Mustafa (Anı)

98

Mustafa kaya gibi sert, gül gibi narin bir ruhun adıdır…

Onunla tanışmamız Gazi Lisesi’nde Matematik Öğretmenliği yaptığım sırada olmuştur… Bahçe nöbetçisiydim… Bir grup öğrencinin kantinle B blok binasının arasında kalan yerde kısa boylu, bebek suratlı bir çocukla alay ettiğini gördüm. Beni fark edince çocuğu rahat bırakıp dağıldılar. Yaklaşmama sekiz – dokuz adım kalmıştı ki yanaklarındaki ıslaklığı fark ettim bu utangaç ve omurgalı çocuğun. Yanımdan hızla geçip sınıfına gitmek istedi fakat onu yüksek ama merhametli bir ses tonuyla durdurdum.” Adın ne?” dedim. ”Mustafa!” . diye cevap verdi. Hayırdır oğlum problem ne? Ne diye tepene üşüşmüştü arkadaşların? Diye sordum. Yok bir şey hocam. Bilirsiniz, arkadaşlar arası sıradan bir durum, bir problem yokdiye geçiştirdi beni kırmızı gözleriyle… Dert büyüktü. Ya anlatacak cesareti yoktu yada bende onu dinleyecek samimiyeti görememişti. Mustafa takılmıştı bir kere kafama. Onun yedi-sekiz yaşlarındaki ilkokul öğrencilerini andıran ağlamaklı, buruk yüzü gözlerime çakılmıştı. Hemen kantinden çıkan diğer arkadaşlarından sınıfını öğrendim, iki ders sonram boştu, içimden bir ses bu çocuğun yükü bedenine ağır diyordu hafiflet yükünü, iki ders sonra nöbetçi öğrenciyi sınıfına gönderdim. Öncesinde zaten üçüncü ders öğretmeninden gerekli izni almıştım. Mustafa nöbetçi öğrencinin eskortluğunda öğretmenler odasının kapısında belirdi. Kısılmış gözlerinin üzerindeki kaşları bir evin çatısını andırıyordu. Hocam beni çağırtmışsınız dedi. Evet oğlum gel otur biraz dedim ve ne içersin diye sordum. Bir şey içmesem hocam dedi utangaç tavrıyla. Bir çay içersin ama diye kesince ben , isteksiz teklifimi kabul etti. Yavaşça masanın kenarındaki sandalyeye oturdu. Hayırdır oğlum seni diğerlerinden farklı gördüm. Pek sebepsiz değil sanki gözyaşların, konuşmak ister misin dediğimde çaylarımız yeni gelmiş­ ti. Çayına şekerleri atıp karıştırmaya başladı. Karıştırırken sanki kaybolmuştu. Çay kaşığını tutan küçük, ince parmakları titremeye başlarken, göz beyazlarındaki allaşma dikkatimi çekti. Yavaşça omzuna dokundum ve yeter istersen herhalde şekerler erimiştir artık dedim. O ana kadar öğretmenler odasında sadece çay kaşığının çay bardağına değmesiyle çıkan ses vardı ve bir anda ölüm sessizliği çöktü. Kafasını kaldırdığında gördüm ki gözleri kan çanağına dönmüştü, dudakları titriyordu. Saniyeler sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ağlamasından kelimeleri tam seçemesemde anne ve babasını iki hafta önce trafik kazasında kaybettiğini, kız kardeşi ile babaannesinde kaldığını öğrendim. Öne eğilmiş başı ve çökük omuzlarıyla karşımda hıçkıra hıçkıra ağlayan bu çocuğu izlerken içim parçalanmıştı. Ağzımdan çıkan sözün omuzlarıma yükleyeceği sorumluluğun farkına varamadan birden iki omzundan sıkıp Mustafa diye haykırdım; Bundan sonra anan da baban da benim … Çocuk komik olma der gibi yorgun gözlerine yüklediği alaycı bakışıyla gözlerimin içine öyle bir baktı ki hiç bu kadar küçük hissetmemiştim kendimi. Sağ olun hocam dedi. Beni rahatlatmaya çalıştığınızın farkındayım ama ben babaanneme de kardeşime de yeterim. Sadece acım çok taze doğrulmak için zamana ihtiyacım var diye tamamladı konuşmasını. Küçük bir kağıda telefon numaramı yazıp uzattım Mustafa’ya. Bak aslanım saat kaç olursa olsun bir sıkıntın olduğunda arayacaksın tamam mı dedim, inşallah ihtiyacım olmaz dedikten sonra kağıdı katlayıp cebine koydu. Uzun süre karıştırdığı çayına dokunmamıştı.  Müsadenizle çıkabilir miyim hocam dedi. Çayına dokunmadın oğlum içseydin dedim. Başka zaman hocam deyip oturduğu sandalyeden kalktı. Müsaade şenindir oğlum. Unutma sebepli sebepsiz arayabilirsin dedim. Teşekkür ederek sınıfına gitti. Peşinden çıktım. Okul bahçesinden B blok binasına yürüyüşünü izledim. Adımları sert, başı dikti. Düşmüş omuzları doğrulmuştu. Buna ben mi sebep oldum yoksa zayıf, zavallı göründüğünü fark edip kendini mi zorluyordu. Bunu hiç bilemedim. Mustafa’yı fark ettirmeden takip etmeye ve onunla ilgilenmeye başladım. Velisi olan babaannesinin telefonunu aldım okul idaresinden. Aradım ve okula davet ettim. Ayşe Teyze altmış yaşında yorgun ama gözleri dinç biriydi. Torunları için hayatla savaşa başlamış ve galibin kendisi olacağından emin görünüyordu. Ayşe Teyze acınızın büyüklüğünü tahmin edebiliyorum ama hissetmem söz konusu değil sizin gibi. Mustafa’yı, oğlunuzu anlatır mısınız dedim. Ayşe Teyze kendisiyle başladı hikayesine. Ali (Mustafa’nın Babası) üç yaşındayken dul kalmıştı Ayşe Teyze. Kocası Mehmet Bey çalıştığı fabrikada geçirdiği iş kazası sonucu kaybetmişti hayatını. Ali’ye hem anne hem baba olmuştu. Üniversite okutup öğretmen yapmıştı oğlunu. Hasılı omuzları yüke alışıktı. Kader oğlum kader dedi bana acılı bir gülümsemeyle. Şükredecek ne çok şeyim var dedim içimden. Mustafa’nın kardeşini sordum Ayşe Teyze’ye. Zeynep isminde yedinci sınıfa giden kız kardeşinden bahsetti. Ahlaklı, çalışkan çocuklardır diye ekledi. Ayşe Teyze haftada bir gün okula gelir Mustafa’nın durumunu takip ederdi. Sonradan öğrendim ki Zeynep’i de aynı şekilde takip ediyormuş. Dershanelerin birinden her iki çocuğa da burs ayarladık ve eğitim öğretim hayatlarına azimle devam ettiler. Zeynep ile de tanıştık tabi. Yaşıtlarına göre uzun fakat çok zayıf, gözleri çakmak çakmak, sesi ince, konuşması akıcı bir çocuktu. Üç yıl boyunca Mustafa’yı izledim. Arkadaşlarının bir çoğu notlarının yükseltilmesi için talepte bulunurken geri çevirmeyeceğimi bildiği halde böyle bir talebi olmamıştı. Son sınıfa geldiğinde üniversite sınavının hayatının tam ortasına oturduğunu fark ettim. Sınavdan bir saat önce beni arayıp dua istedi. Aslanlar hayatta kaybetmez aslanım Allah Muaffak etsin dedim. O yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandı. O şimdi üç yıldır İstanbul’da avukatlık yapıyor ve öğrendim ki Zeynep’te tıp öğrencisiymiş. En çok mutlu olduğum şeyse babaanneleri hala hayadaymış. Mustafa Okulu kazandığını öğrenince yanıma küçük bir hediye ile geldi. Kutuyu açtığımda bir çay bardağı, bir çay kaşığı ve bir çay tabağı çıktı… Parkmaklarımın arasından kağıda damlarken mürekkep masanın kenarında duran, dumanı üzerindeki dev hatıraya ansızın çarpan kolum, yerdeki tuz buz olmuş kıyamete tanık olan gözlerimin vahşeti olmuştu. Dev bir ruhun inşasındaki emekleri kağıda dökmekle, kolumun bu aziz hatıraya yaptığı çok da farklı değildi sanki… Dağılan cam kırıklarını toplayıp birbirine yapıştırdım. Eskisi gibi yudumlayamasam da çayımı sıkıca kavrayarak, Mustafa’nın o kırılgan ruhunu hatırlatan yamalı bardağı, evimdeki salonda ilk girildiğinde göze hemen çarpan kalorifer peteğinin yanı başındaki vitrine koydum. Anladım ki birileri için yaptığınız güzel şeyleri anlatmak cam gibi kırılgan ruhlarına balyozla vurmaktır…