Pazar günü Ankara’da Türk siyasi hayatında bir ilk yaşandı. Bu ilk olay ileride Türkiye siyasi tarihinin bugünkü gelişmeleri yazıldığında önemli kırılma noktalarından biri olarak kitaplarda yerini alacak.
İlk defa bir partinin iç işi olan kurultay toplanması iktidar partisinin, Saray’ın, İçişleri ve Adalet Bakanlıklarının, mahkemelerin meselesi oldu. 4 genel başkan adayı Meral Akşener, Ümit Özdağ, Sinan Oğan ve Koray Aydın‘ın öncülüğünde olağanüstü kurultay talep eden kitleleri, Kurultayın yapılacağı otelin önünü kesen binlerce polis, Toma’lar, polis bariyerleri, itfaiyeler karşıladı.
Partinin asli sahibi olan delegeler kurultay yapmak istedi. Genel Başkan adayları ve delegeleri kurultay mahalline sokmadılar.
Oysa kurultay yapılır, hukuken geçersiz ise aldığı kararlar geçersiz sayılabilirdi. Kurultay yapılır, hukuken geçerli olduğu tespit edilirse de kurultayda alınan kararlar da uygulanabilir hale gelirdi. Buna dahi izin vermediler. İlk defa bir parti kongresi polis marifetiyle engellendi.
MHP için en güçlü genel başkan adayı olduğu bu olay esnasında bir kere daha anlaşılan Meral Akşener otobüs üzerindeki konuşmasında bu durumu vurguladı:
“Biz zannettik ki kongre talebimiz sadece bir iç işimizdir. Gelinen noktada anladık ki MHP kongresi iç işimiz değilmiş. Kirli düzenin, hukuksuzlukların devam etmesi için, kurulu yapının kilit taşını biz çekiyormuşuz. Ülkücüler bir irade ortaya koydular. ‘Çatlasanız da patlasanız da o kilit taşını çekeceğiz’ dediler. 1999’da vardı ya ‘bir şey değişecek, her şey değişecek’. Evet, bizim kurultayımız olacak ve Türkiye’de her şey değişecek.”
Onbinlerce ülkücünün katıldığı bu toplantıyı yerinde izledim. Meral Akşener’in müthiş etkili konuşmasını benim yakınımda dinleyenlerden bazılarının gözyaşlarına hâkim olamadığını veya heyecandan titreyerek “ağlayacağım, kendimi tutamıyorum” dediklerine şahit oldum.
MHP’lilerdeki heyecan ve kararlılık hareketin sıradan bir genel başkanlık rüzgârından ibaret olmadığını, çok derin bir dip dalgasının varlığını gösteriyordu. Tsunaminin sahile vuran ilk öncü dalgası Meral Akşener’in sözlerini teyit eden güçte oldu.
Bu dip dalgasını, bu tsunamiyi hiçbir baskı ve hukuksuzluğun önlemesi mümkün değil.
Olaylar esnasında polis bariyerleri karşısında tavrı, otobüsün üzerinden hitap ettiği onbinlerce MHP’liye içinden taşan inanç ve duygularını aşılayarak bir cezbe hali yaratması Akşener’in sıradan bir genel başkan olmayacağının işaretleriydi.
Senelerdir izlediğim MHP toplantılarından hiçbirinde olmayan bir şey de “Bahçeli istifa” sloganlarıydı. (Akşener, kendi konuşması esnasında da bu slogan atılınca, ‘yapmayın” diye müdahale etti.)
Devlet Bahçeli’nin kitlede yarattığı kırgınlık, ümitsizlik hali patlamaya hazır bir öfkeye dönüşmüş. “Hareketin lideri Devlet Bahçeli” sloganı değiştirilmiş. “Hareketin engeli Devlet Bahçeli” şeklinde söylendi.
Bu öfkenin sebebi “kurultaydan kaçmak için Saray’ın himayesine girdiği ve hukuksuzluklardan medet umduğu” algısı. Ülkücüler bunları içlerine sindirememişler.
Devlet Bahçeli ise “ülkücü iradeye” kulak vermek yerine, 900 civarındaki delegenin ve “itibar ve iktidar isteyen” MHP kitlesinin iradesini hiçe sayan ağır tivitır mesajlarıyla cevap verdi.
Bahçeli maalesef kendisine yakışmayan dramatik bir siyasi akıbete doğru yaklaştığını göremiyor. Gerçekten üzüldüm.
**********************************************
MHP’deki Değişim Kimi Ürküttü?
Milliyetçi Hareket Partisi’nin olağanüstü kurultay sürecinde yaşananlar toplumumuzda “bu kadar da olmaz” dedirten cinsten gelişmelerdi.
4 genel başkan adayının öncülük ettiği olağanüstü kurultayın tarihi belli idi. Belirlenen 15 Mayıs saat 10‘dan bir buçuk gün önce, mesai saati bitimine ramak kala, İcra Hukuk Mahkemesi kararını açıkladı. Bu karara göre kurultayın yapılmasının önünde ki engel kalkmıştı.
Bunu takip eden iki saat içinde peş peşe Gemerek Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı, Ankara 25. İcra Müdürlüğü kararı, Adalet Bakanlığı açıklaması, Valilik açıklaması peş peşe geldi.
Hele hele Adalet Bakanlığı ve Ankara Valiliğinin mesai saati dışında da çalışarak, açıklamalar yapması gözlerimizi yaşarttı. Kurultayın yapılmaması yönünde yapılan bu açıklamalar açıkça yargıya müdahale sayılacak nitelikte idi.
Hukukun teknik açıklamalarından bir şey anlamayan sade vatandaş şaşkın şaşkın bir MHP genel merkezinin ve Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına, bir diğer genel başkana adaylarının açıklamalarına bakarak kurultayın yapılıp yapılamayacağını anlamaya çalıştı, çoğu anlayamadı.
Fakat kitlelerin sezdiği bir şey var: MHP kurultayında gerçekleşecek değişim sadece MHP’yi ilgilendirmiyor. Türkiye’nin kaderi bu değişime bağlı. Hatta bu değişim bölgesel dengeleri de etkileyebilecek önemdedir.
*****************************************************
Sadece Tabanın ve Delegenin İRadesine Bakın
Hukukun labirentlerine girmeden bakınca mesele çok basitti.
Partilerin en yetkili organı üst kurul delegelerinden oluşan genel kuruldur. Bu delegeler isterlerse genel başkanı değiştirebilir, yetkilerini elinden alabilir, hatta partiyi kapatabilir. Bu kadar yetkili olan bir organın olağanüstü toplanma (kurultay) kararına hiçbir kimse veya kurum karışamaz.
Eğer yeterli sayıda delegenin/ yetkili üyenin kararına rağmen kongre/ kurultay toplanamamasını sağlayacak bir hukuki yorum kabul edilirse hiçbir parti, dernek, vakıf hatta şirket olağanüstü kongre yapamaz.
Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi MHP’de yeterli sayıda delegenin olağanüstü kurultay talebinin olduğunu tespit etti. Yargıtay’ın dahi bu iradeyi yok sayması -bir hukuk devleti isek- mümkün olamazdı.
Eğer hukuk devletinin kırıntısı kaldı ise, geciktirilen Yargıtay kararı açıklandığında görülecektir ki, “olağanüstü kurultay yapılacaktır.”
**********************************************
MHP’yi Kim Yönetiyor?
Milliyetçi Hareket Partisi’nin delegelerinin olağanüstü kurultay talebine rağmen kurultayın engellenebilir olması demek MHP’nin, üstelik yargı kullanılarak, yetkisiz kişiler tarafından veya dışarıdan yönetilmeye başlandığı anlamına gelir.
Yargıtay 18. HD bu kadar basit bir dosyada kararı niye geciktiriyor? Muktedir gücün baskısı ile olduğu iddialarını haklı çıkaracak gecikme adalete duyulan güvenini iyice sarsmakta. Adalet Bakanının şahsen ve bakanlığın yaptığı açıklamalar, Ankara Valiliğinin açıklaması, İcra Müdürünün Hâkim kararını uygulamayarak Adalet Bakanlığı görüşünü sorması ve buna göre karar alması yaşanan hukuksuzluğun kaynağını göstermesi bakımından önemlidir.
Milliyetçi Hareket Partisi‘nin 19 yıllık genel başkanının “Türk Milliyetçiliğini de ayakları altına alan” iktidarla/ muktedirle bu kadar ortak hedefte ve metotta buluşması anlaşılır gibi değil.
“Ergenekon, Balyoz, Casusluk davaları” gibi hukuku katlederek yapılan operasyonlar açıkça hukukun katledilmesiydi. Şimdiki proje hukuku katletme pahasına “MHP’nin ne olacak ne ölecek noktada tutulması.” Yani oy oranının yüzde 10’un altında kalması.
Bu projeye alet olunması ülkücülerin vicdanını kanatmakta.
Meral Akşener’in konuşmasında “kendinde güç addedenlere sesleniyorum. Ne yaparsanız yapın, kimle işbirliği yaparsanız yapın, MHP’yi sarayın ve AKP’nin arka bahçesi yaptırmayacağız” cümlesi MHP kitlesindeki kanayan vicdanlara pansuman oldu.
“Bırakın ülkücü irade ne istiyorsa o olsun” diyemeyen MHP yönetiminin hangi saikle bu hale düştüğünü bilmiyoruz.
Ama başkanlık veya partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçerek tek adam yönetimini getirmek isteyenlerin neden MHP’nin mevcut yönetimine sahip çıktığı açık.
Bu yönetimle bir baskın seçime girmesi halinde MHP’nin baraj altına itileceği kesin. İki partili bir mecliste 400 civarında bir milletvekili çıkarma planları yapanların, MHP’de bir değişime izin vermemeye çalışmasını anlıyorum. Bırakın başkanlığı, kendisini iktidardan düşürebilecek bir MHP’yi istememesi normal.
Ama hukukun bu kadar katledilmesini içime sindiremiyorum.
Hukuk bir gün herkese lazım olur. Yarın şikâyet etmek istemiyorsanız, bugün hukukun üstünlüğüne saygı duyun.