Henüz 250. Sahifedeydim. “Tut Elimi Killize” adındaki romanımın son bölümünü yazıyordum. 1950’li yılların Kilis’ini anlatıyorum bu çalışmada. 27 Mayıs Darbesinde önce göz altına alınan, sonra tutuklanan Kilisli aydınları yazıyordum. Aykırı entelektüel Nihat Ferah olayını sonlandırmak üzereydim. Sanırım saat 16.00 falandı. Telefonum çaldı. Paris’ten Mahmut Kaçarlar arıyordu. Önce “Acaba Türkiye’ye döndü mü?” diye düşünürken merakımı giderdi. “Kahramanımızı kaybettik. Başımız sağ olsun” dedi. Sonra devam etti soluklanmadan “Yok hala Fransa’dayım. 13 Nisan günü Hanımı da alıp döneceğim.” dedi. Kaybettiğimiz kahramanımız kimdi ki? Benim haberimin olmadığını hemen anlamıştı:
-Nihat Ferah Hocayı kaybettik. Rahmeti rahmana gönderdik.
Yüreğim daha hızlı çarptı üçüncü çeyrek asır içinde olan 58 yıllık dostumun, ağabeyimin, hemşehrimin, sanatçımızın, aydınımızın vefat haberiyle. Heyecanlandım bittabi. Hemen sordum.
-Ne zaman, nasıl olmuş?
-Ağabey facebook’ta dikkat etmedin herhalde. Fotoğraflarıyla arkadaşlar yayınlamışlar.
-Benim facebook’um kapalı. Hala açılmadı. Korsanlar girmişti. Sen olayı anlat bana.
-Cumartesi akşamı saat 19.00’a doğru evinde oturduğu divanda birden bire kötüleşmiş. Hemen ailesi hastaneye kaldırmış. Meğer kalp krizi geçiriyormuş o sırada. Hastanede de vefat etmiş. Mekanı cennet olsun.
Bir Kanaat Önderi Hakka Yürüdü
Öyle bir şaşırdım ki, biran konuşamadım, sustum. Daha önceki hafta Kilis’te beraberdik. Aynı sofrayı paylaştık. Espriler yaptı. Hatıraları yad ettik. Şiirler okudu bize. Politik gelişmeleri değerlendirdik. Ah Nihat Hoca ah!
-Peki sonra?
-Pazar günü Kesik Minare Camii’nde öğleyin kılınan cenaze namazının ardından, Asri mezarlıkta defnedilmiş.
Sanki ailemizin bir ferdi vefat etmişti. Kültür hayatımızın, cemiyet hayatımızın, edebiyat hayatımızın, hatta örnek taşra hayatımızın önemli isimlerinden birini kaybetmiştik.
Dualar ettik, Fatihalar gönderdik Mahmut Kaçarlarla birlikte. Rahmet diledik hepimiz için. Telefonu kapatır kapatmaz. Önce taşra gazetelerine baktım. Hiç birinde rastlamadım habere. İstanbul’daki muhafazakar medyanın de böyle bir endişesi yoktu. Patronlar ihale alma peşindeydi. Kilis Gazeteleri Pazar günleri yayınlanmıyordu. Önce Gazeteci Ahmet Ekinci’yi aradım. Meşguldü. Aklıma gelen diğer arkadaşlara ulaşamadım. En son Mehmet Evran’ı bulmaya çalıştım, başka biriyle konuşuyordu. Ancak az sonra kendisi aradı beni ve bilgilendirdi:
-Başımız sağ olsun. Rahmetli Pazar günü defnedildi. Kesik minare Camii’nde yer yoktu. Dışarıya kadar dolmuştu. Tatil günü böyle cemaat az bulunur. Hele bir hafta içine denk gelseydi, miting alanı gibi olacaktı Rahmetlinin cenazesi.
-Seveni, saygı göstereni çoktu her kesimden. Nurlar içinde yatsın. Önce Türkiye, sonra İslam coğrafyası önemli bir kanaat önderini kaybetti.
Sonra Mehmet Evran’a sordum “gazetelerde haber yer aldı mı” diye? Kilis’in sesi ilk gün vermiş haberi. Sahibi Mehmet Reyhanlı’yı arayarak alakasından dolayı teşekkür ettim, o da “Biz Nihat Hocayı severiz” dedi.
Peyami Safa’nın Taşradaki Devamı
Nihat Ferah ile ben ortaokulda(1958) iken tanıştım. Müthiş bir hafızası vardı. Okuduğu şiiri ezberlemekte zorlanmaz, makaleyi algılamakta sıkıntı çekmez, bir kitap kurdu, bir ayaklı kütüphane gibiydi benim için. Hele edebiyat ve musiki ile arasının iyi olması, gelişmeleri yakından takip etmesi benim için daha da kıymetliydi. Ortaokulda bir arkadaş grubumuz adeta Nihat Ferah’ın hem arkadaşı, hem öğrencisi olmuştuk. Hem milli, hem taşra örfünü gençlere iyi yansıtırdı. Bu açıdan kendisinden çok istifade etmiştir bizim nesil.
Nihat Ferah’ın önemli şiirlerinin bir araya geldiği güldestesi Divan-ı Nihat yayınlanırken 40 sahifelik önsözünü ben yazmıştım. Şimdi de romanıma konu ediyordum.
Şair Nihat Ferah Kilis’in Tırıklı Mahallesinde (29.05.1932) doğdu. Cumhuriyetin ele avuca sığdırılmaz evladını babası Ahmet Efendi ile annesi KüspeciMecid’in kızı Makbule Hanım önce Ketenciler Mahallesindeki Kur’anı ve dini bilgileri öğrenmek üzere Sitti Hoca’ya, sonra 7 yaşına basınca da Kilis’in kurtuluş tarihi olan 7 Aralık İlkokulu’na gönderdiler. Bu okul daha sonraları Çalık Camii’nin doğusundaki kap altında bulunan Kilis’in maruf ailelerinden Salih Salihoğlu’nun evine taşındı. 1944 yılında İkinci Dünya Savaşı devam ederken, Münire Törüner, Nermin Özdoğan, Kemal Kutlu ve Nuri Ertürk Öğretmenleri Nihat Ferah’ı mezun ederek orta mektebe gönderdiler. İkinci sınıfa kadar okudu, üçe devam edemedi.
Savaş yılları hayat pahalı, geçim sıkıntı var. Ahmet Efendi oğlunu okuldan alarak bağ bahçe işlerinde yanında çalıştırdı. Bir müddet sonra üç cami için açılan müezzinlik imtihanını kazanarak Hasan Attar’da göreve başlıyor(1947). Askerlik gelip çatınca(1953) Gelibolu’ya hizmete gidiyor. Sağ gözü özürlüydü. 210 gün sonra kendisini sakata ayırarak terhis ettiler. Dört beş sene yine babasının yanında çiftçilikle meşgul oldu. Bu sırada konjonktürü sadece takip etmekle kalmıyor, gazete ve dergiler alarak fikri hamulesini geliştiriyor. Parası oldukça edebi çok sayıda kitap sahibi oluyor. Kütüphanesini kuruyor. Dünya ve Türk klasiklerinden, günümüz edebiyatına kadar yakın takibe alıyor.Müzzenlik’e Şıh Camii’ndeki göreviyle yeniden başlıyor.
Darbeye Karşı Sivil Direniş Öncüsü
Mehmet Akif Ersoy’un hayatı ve şiirlerinin etkisinde kalıyor. Şair Hafız Kamil ve Ankara Müftüsü hemşehrisi Hacı Mahmut Öğütçü(Halipçi) ile sürekli temas ederek, görüşlerinden istifade ediyor. Sebilürreşat ve Serdengeçti ile Hüradam’a abone oluyor. Okuyor, okutuyor, ailesi diğer gözünü de kaybetmesinden endişe ediyor ama o yine okuyor. Demokrat Parti ve Başbakan Adnan Menderes’in bütün tasarruflarını inanarak sivil savunma hattı kuruyor. Kendisinin “eşkıya darbesi” dediği 27 Mayıs Darbesi’nde Öğretmen İhsan Kayabaş, Tıp Fakültesi öğrencisi Yaşar Akıncı ve Turgut Kurt ile birlikte tutuklanıyor. Gerekçe de “Halkın seçtiği kişileri savunun, hukuk devletini ve demokrasiyi sonuna kadar savunun” biçiminde yazarak astıkları 7 adet afiş. Kilis’te olay üzerine savaş uçakları gösteri uçuşu yapıyor. Çünkü bu olayın arkasında bir isyan hareketinin balamasından endişe ediliyor. Ancak yanılıyorlar. Bireysel bir tepki olarak tarihe geçiyor Nihat Ferah ve arkadaşları. Kilis’te 12 gün sürekli işkence görüyorlar. Kendisi ile son olarak görüştüğümde “4.5 saat ellerine ne geçtiyse vurdular. Bu günlerce devam etti. Sonra Malatya’ya gönderildiler. Daha sonra da buradaki diğer gözaltındakilerle birlikte Sivas Cezaevi’nde 8 ay tutuklu kaldık.”
Sivas Cezaevi’nde ülkenin maruf ailelerinin temsilcileri, yazarları, şairleri, fikir ve siyaset adamlarıyla tanışıyor. Recep Onbaşı’nın “dönme, konuşma, bakma, dinleme” emrine uymadan günler geçiyor. 1940’lı yıllarda satılarak ticarethaneye dönüştürülen Hacı Derviş Camii’nin asli hüviyetine dönmesi için yapılan yürüyüşte yine Nihat Ferah’a hapishane gözüküyor.
Bir Aydının Yalnızlığı
Dosyasına “kırmızı potansiyel mürteci” olarak not düşülünce her darbe ve muhtırada tutuklanıyor. 8 defa yeniden cezaevine giriyor, 373 gün tutuklu kalıyor. Kitapları müsadere ediliyor.Dergi koleksiyonları hırpalanıyor. Ankara Cezaevinde Yılmaz Güney ve Muharrem Şemsek ile tanışıyor. Dostluk köprüleri kuruluyor. Kilis’te de en yakın dostlarından biri de; ailesinin reddettiği TİP İlçe Başkanı Avukat Nafiz Sanlı oluyor. Öyle ki Nafiz Sanlı’nın vefatında duasını Nihat Ferah gerçekleştiriyor.
Yaşadıklarını ve birikimlerini dizelerde dillendiriyor. Giyimini hiç ama hiç önemsemiyor. Eskiliğine, yeniliğine, tazeliğine pasına dikkat etmiyor kabına sımayan bu zeka. Çünkü yüreğinde iş, aş, insani ve medeni politik buhran taşıyor, adil olmayan, kul hakkını yemişlere öfkeyle yaşıyor. Dizelerinde bunu görmek mümkün. Dolayısıyla Şair Nabi’deki lezzeti bulabiliyoruz bu şiirlerde. Şair Eşrefteki otoriteye karşı ince mizahı yaşayabiliyoruz. Neyzen Tevfik’deki “ağzından çıkarılacak bakla” için o heyecanı durduramayabiliyoruz. Orası öyle de sanatçımız nasıl ve ne ile geçinecek acaba? Her tutuklanmada toplum normalleşene, hakkı ve hukuku öne çıkarana kadar selam bile verilmeyen bir aydındır artık Nihat Ferah! Hurdacılık yapıyor nihayet ve Bağkur’dan da emekli oluyor zar zor.
“Odacıya Doktor Önlüğü Giydirmekle Hekim Olunmaz”
46 yaşında evlenmeye vakit bulabiliyor ve Nazmiye Hanım ile hayatını birleştiriyor. Ahmet ve Ayşe adında iki evlada sahip oluyor. Divanı 80 yaşına bastığında Yazar Mehmet Çetin ve bürokrat Mahmut Kaçarlar’ın gayretiyle yayınlanıyor. Nihat Ferah divanının teşvik ve tenkit görmediği için Kent Yazarı Ahmet Almalı’ya serzenişte bulunuyor. Oysa bir o kadar da daha neşredilmeyen şiirleri var kelime hazinesi zengin ve geniş Nihat Ferah Ustanın.Eleştirileri insanlıktan yana esasında. Bakın neler söylüyor ” Müstahdeme doktor önlüğü giydirmekle hekim olunmaz.” Ne deresiniz bu tespite? “Öğretmenlik henüz öğretmen derecesine gelemedi!” Talebeler her halde bundan dolayı dershanelere gidiyor, ÖSYM’de sıfır puan alabiliyorlar. “Lisanı yok ki ilim yapsın” Bu herkes için bir hatırlatma. Hele hele üniversitelerimiz hem Türkçe ve hem de bir yabancı dil konusundaki sıkıntısı bir türlü çözülemiyor. YÖK bunları görmezden geliyor, Nihat Ferah görüyor. Yine akademilere bir yaklaşımı “Talep yoksa olmuyor işte.” Akademisyenlerin üretmek, paylaşmak, yaygınlaşmak gibi bir endişesi yok çünkü. Yerel yönetimin de kültür, sanat ve medeniyet hareketi endişesi olmadığını “Belediye 60 yıldır bir şey yapmadı ki şimdi yapsın!” diye hatırlatıyor.
Bir Tahattur
Kendisi ile en son (13 Mart 2016) Kilis’te görüştüm. Dedi ki “Başbakan Davutoğlu
söz verdi. Kilis’e tren gelecek ve Çobanbey’e bağlanacak. Bu sözünü unutmasın. Siz de kendisine hatıratın. Kilis’in ekonomik gelişmesi için bu husus çok önemli.” Demişti. Nihat Ferah her yerde her zaman ülkesi, toplumuve insanı için çırpınan bir bilge adamdı, bir kanaat önderiydi. Balkanlarda, Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da veya dünyanın neresinde olursa olsun mağdur ve mazlum bir milletin veya bir insanın acısı varsa O’nun yüreğinde çarpardı. Nurlar içinde yatsın, rahmete gark olsun. Bana çerçeveleterek “Bir Ariza”sını göndermişti rahmetli. Kendisinden öğrendiğimiz hususları hatırlatıyordu:
Sadakatli, vefalı bir dostum bulunuyor,
Üstün gelmekte o’nun goncasına gazeli!
Kilis has bahçesinin solmayan bir çiçeği;
Var ol Muhammed Cemal, nur ol