(Birinci Bölüm)
Giriş: 20. yüzyılın yüz karası olan Rus komünizmi yani Sovyetler Birliği dönemi, aynı zamanda Türk dünyası için de bir hapishaneden başka bir şey değildi. Çarlık zamanındaki esaret, bu dönemde kan ve ateşe boğulmuş; milyonlarca insan suçsuz ve sebepsiz olarak sindirilmiş, sürülmüş veya öldürülmüştü. 1990 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, bu cehennemde hayat mücadelesi veren milletler de hürriyetlerine kavuşmuş oldular. 73 yıllık bu kızıl rejimin en koyu zamanı şüphesiz Stalin devridir. Stalin, Lenin’in 21 Ocak 1924 tarihinde ölümünden sonra, Sovyetler Birliği’nde ipleri eline alan bir numaralı diktatördür. Onun 29 yıllık iktidarı döneminde dakikada 29 kişi öldürüldüğü söylenir. O, gerek birçok insan ve gerekse birçok insan topluluğuna kan kusturmuş bir zalimdir. Stalin’in en büyük kurbanları, Türk ve Müslümanlardı. Nitekim, batılıların Orta Asya dedikleri Türkistan’daki Türk ülkelerinde binlerce aydını fecî şekilde yok ettiği gibi, Kuzey Kafkasya, Kırım ve Ahıska Türklerini de topyekûn sürgüne göndermek suretiyle vatanlarından söküp atmıştır. Yunus Zeyrek |
Oğuz Çetinoğlu: Sayın Zeyrek, Ahıskalı Türklerin vatana dönüş mücadeleleri hakkında bilgi verir misiniz?
Dr. Yunus Zeyrek: Stalin’in sürgüne gönderdiği topluluklar, onun ölümünden sonra vatanlarına dönebilmişler, yalnız Ahıska Türkleri dönememişlerdir. Gürcistan, Ahıska kapılarını açmamakta ısrar etmiştir. Bu devlet, 1999 yılında Avrupa Konseyi’ne üyelik başvurusu yaptığında, Konsey, Ahıska Türklerinin vatana dönmeleri için gerekli kanunî düzenlemelerin yapılmasını şart koşmuştur. Gürcistan, bu şartı kabul etmesine rağmen yıllarca ayak diredi. Bu komşumuz, Ahıska bölgesinde bir Türk varlığını kabule yanaşmamaktadır. Türk kamuoyunun maalesef yeterince bilmediği hususlardan biri, Gürcistan’daki Türk nefreti ve Gürcistan’ın Türkiye’den toprak koparma arzularıdır. Bu amaçladır ki günümüzde Artvin çevresine ve buralardaki tarihî yapılara ayrı bir önem atfetmektedir. Hâlbuki bu eserler Gürcülerin değil, Bagratlı ve Ortodoks Kıpçakların hatıralarıdır.
Çetinoğlu: Konuya daha yakından bakabilir miyiz?
Dr. Zeyrek: Ahıska şehri, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan’ın Posof ve Çıldır ilçeleriyle komşu olarak Gürcistan sınırları içinde bulunmaktadır. Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi kasabaları ve bu kasabalara bağlı, birçoğu yakılıp yıkılmış ve haritadan silinmiş 200 kadar köyü vardır.
Ahıska şehri, Türkiye sınırına 15 km mesafede bulunmaktadır. Posof Çayı’nın iki yakasında yer alan şehir, karayoluyla Tiflis, Batum ve Türkiye’ye bağlıdır. Ayrıca bir demiryolu hattıyla Tiflis’e bağlıdır.
Ardahan Suyu da dediğimiz Kür ırmağı ile kuzeybatıdan gelip Ahıska yakınlarında bu ırmağa karışan Posof Çayı, bölgenin en önemli nehirleridir. Abastuban kasabası, çam ormanlarıyla kaplı dağlar arasında, dar bir vadide kurulmuş kaplıca ve sayfiye beldesidir.
Çetinoğlu: Sınırlarını çizdiğiniz bölgenin tarihî arka plânından da söz eder misiniz?
Dr. Zeyrek: Ahıska, çok eski bir Türklük bölgesinin merkezidir. Milattan önce 4. yüzyılda, İskender ordularının bölgeye geldiği sırada, buralarda Kıpçak ve Bun-Türklerin yaşadığı, Gürcü tarihlerinde de belirtilmektedir. Bun-Türk sözünün otokton/yerli Türk anlamına geldiği de aynı kaynaklarca teyit edilmektedir.
Çoruh Vadisinden çıkmış olan Bagratlı ailesi, bir kral hanedanı olarak Ardanuç, Kars, Anı, Kutayıs ve Tiflis’te taht sahibi olmuştur. Daha açık ifadeyle Gürcüler ve Ermeniler, millî hanedan çıkaramamış, bu iki millet de Bagratlı ailesine mensup krallar tarafından yönetilmişlerdir. Bugün Kars, Ardahan, Artvin ve Erzurum’da harabelerine rastladığımız Hıristiyanlık eserleri de bu aileye aittir. Bugün Posof’ta Ahıska sınırındaki Cak Kalesi de bu bölgenin tarihî Türk hanedanı Kıpçak Atabeklerinin tahtıydı. Daha sonraki Osmanlı asırlarının günümüze kadar ayakta kalan eseri Ahıska’daki ünlü Ahmediye Camii, acilen tamire muhtaçtır.
Çetinoğlu: Bagratlı Ailesi, hangi millete mensuptur?
Dr. Zeyrek: İktidarda kalma açısından bin yıl süreyle dünya rekoru sahibi olan bu ailenin menşei hakkında çok farklı iddia ve rivayetler var. Şu var ki Bagratlı ailesi ne Gürcü’dür ne de Ermeni… O hâlde tarihçilerimizin önünde, çözülmesi gereken çok önemli bir problem durmaktadır. Unutmamalı ki bu problem çözüldüğü zaman, birçok tarih tezi açıklığa kavuşmuş olacaktır.
Selçuklular, 11. yüzyılda Anadolu fetihlerine giriştiler. Alp Arslan’ın Malazgirt Zaferi’yle başlayan fetihler, batıda Ege kıyılarına kadar uzandı. Fakat Bizans nüfuzu, Erzurum ve kuzeyinde devam etmekteydi. Sultan Melikşah zamanında 1080 yılı Haziranında Emir Ahmed kumandasındaki Selçuklu ordusu, Posof-Kol köyü düzlüklerinde Bizans destekli Gürcü ordusunu yendikten sonra bu bölge de Selçuklu-Saltuklu Beyliğine bağlandı.
12. yüzyıl başlarında, Selçukluların batıya doğru akınlarından bunalan Gürcistan’ın Bagratlı Kralı II. David, Kuzey Kafkasya’da yaşayan Kıpçak Türklerini ülkesine davet etti (1118-1120). Bu davet üzerine gelip Kür-Çoruh boylarına yerleşen 45.000 Kıpçak ailesi, Gürcistan ordusunun en önemli kısmını meydana getirdiler. Gürcistan, bu orduyla Selçuklulara kaptırdığı birçok yeri geri aldı.
Gürcistan’ın ordu ve devlet teşkilâtında zamanla güçlenen Ortodoks Kıpçak Atabekleri, İlhanlı Hükümdarı Abaka Han’ın da desteğini alarak 1268 yılında Tiflis’ten ayrı olarak bugünkü Posof ilçemizde bulunan Cak/Caksu Kalesi’nde bir hükümet kurdular. Safevî Devleti nüfuzunda bulunan bu hükümetin sınırları, Erzurum doğusundan Ahıska’ya kadar uzanmaktaydı (Mutlaka okunmalı: Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Ahıska-Ardahan-Artvin ve Oltu’da Ortodoks-Hristiyan Atabekler Hükûmeti-(1268-1578): 1. ve 2. Bölüm: Bizim Ahıska Dergisi, S. 10,11, 2008).
Günümüzde Gürcistan, bu bölgede bulunan ve Ortodoks Kıpçak Atabeklerinden kalan dinî yapılara sahip çıkmakta, bölgeyi de kendisinin eski toprakları olarak görmektedir.
Çetinoğlu: Tarihin sonraki dönemlerinde Ahıska’yı Osmanlı Eyalet Merkezi olarak görüyoruz…
Dr. Zeyrek: Ahıska Atabekleri, Osmanlı Devleti ile iyi münasebetler kurmuş, hatta Yavuz Sultan Selim Han’ın Kutayıs ve Çaldıran seferlerine de yardımcı olmuşlardır. Artvin ve Oltu gibi batı topraklarını Osmanlı’ya kaptıran Kıpçak Atabek ülkesi nihaî olarak Sultan Üçüncü Murad Han döneminde, Lala Mustafa Paşa ile Özdemiroğlu Osman Paşanın 1578 yılındaki Şark Seferleri fetihleriyle Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır. Diğer Türk toplulukları gibi bu bölgenin Türk ahalisi de, Osmanlı fethini müteakip gönüllü Müslüman olmuş, Osmanlı kültür ve siyaset atlasında yerini almıştır. Osmanlı-Safevî savaşına sahne olan Çıldır’ın adıyla kurulan eyaletin merkezi Ahıska şehriydi. Ahıska, 250 yıl boyunca klasik bir Osmanlı şehri olarak ilim ve ticaret merkezi olmuştur.
Çetinoğlu: Okuyucularımıza Osmanlı zamanı Ahıska şehri hakkında bilgi verir misiniz?
Dr. Zeyrek: 1647 yılında Ahıska’ya gelen ve buranın Atabekli Valisi Sefer Paşa’yla da görüşen Evliya Çelebî, Seyahatname’sinde Ahıska’dan şöyle bahsetmektedir:
‘Eyalet-i Çıldır on üç sancakdır. Mal ve Tımar Defterdarları, defter ve çavuşlar eminleri, çavuşlar kethüdası, çavuşlar kâtibi var. Sancakları: Oltu, Hırtız, Ardanuç, Cecerek, Ardahan, Poshov, Macahel, Acara, Penek, Pertekrek, Livana, Nısfı-Livana, Şav-şad sancakları, yurtluk ve ocaklık olup mülkiyet üzere tasarruf olunur. Yalçın bir peşte üzerinde sengîn abâd bir kal’a-i ferah-abâddır. İki kapusu vardır. Derûn-i kal’ada bin yüz kadar bağsız, bağçesiz, toprak ile mestur evleri vardır. Bir kapusu şarka açılır. Diğeri garba açılır. Yigirmi sekiz mihrâbdır. Yukaru kal’ada Sultan Selim-i Evvel Camii, kâr-ı kadîm bir mâbed olup toprak ve ciz ile mesturdur. Zaten bu şehirde kurşunlu imaret yokdur. Bu câmi-i latifin minaresi münhedîm olmuşdur. Künbedoğlu Camii, hâk ile mestur, minaresiz bir camidir. Aşağı kal’ada Halilağa Camii, kâr-ı kadîm, cemaat-i kesîreye mâlik, müferrîh ve dil-küşâ bir camidir. Ahali-i vilâyet ehl-i sünnet ve’l-cemat, mümin ve muvahhid kişiler olmağla evkat-ı hamseden başka, her camide Kur’an ve sair ulûm tilâvet olunur. Mahsus Dârü’t-tedrîsi, Dârü’l-hadîsi, Dârü’l-kurrâsı yokdur. Lâkin tâlib-i ilmi çokdur. Kal’adan dışarı varoşu dahi gayet mâmur ve abadandır. Deli Mehmed Hanı, Ekmekçi Isaağaoğlu Hanı, meşhur hanlarıdır. Müşebbek bostanları, vâfir, hayrat ve berekâtı mütekâsirdir. Âb-ı rakîki ilde dağlarından beri gelüp bu mezralarını reyyân ederek Azğur Kafasına gider. Bu kal’adan taşra varoşa handak üzeri cisr ile ubur olunur. Taşra varoşunun dört çevresinde sûru yokdur. Bu varoşda üçyüz mıkdarı dükkânca vardır. Bedestanı yokdur. Âb ü havası biraz şiddet üzere olduğundan ten-dürüst, şecî, namdâr halkı vardır. Hususen Vali-i Vilâyet Vezir Sefer Paşa, bir dilâver-i hüner-ver, merd-i meydan olduğu gibi kethüdası Derviş Ağa dahi sahib-i kerem er kişi idi. Kızlar Kal’ası dahi Cak Nehri kenarında sarp kaya üzerinde lâ-misal bir kal’adır. Altunkal’ası, sengîn bina olup Kızlar Kafasına üç saat karîbdir. Odorya Kal’ası Ahıska kurbünde sarp ve küçük bir kal’adır. Al Kal’ası, Ahıska kurbündedir. Posxov Kal’ası Ahıska Eyaletinde sancakbeyi tahtıdır. (Buralar) Lala Mustafa Paşanın fethidir. Şavşad Kal’ası ocaklık tarikiyle hükümetdir. Kadısı yokdur. Ardanuç Kal’ası, Çıldır Eyaletinde sancakbeyi tahtıdır. Avhatcı Kal’ası sancakbeyi tahtıdır. Defder-i Hakanî’de Mahacil (Macahel) yazar, sarp kal’adır. Cağısman Kal’ası, Çıldır kurbünde sarp kaladır. Ahıska’dan Ulgar Yaylası’nı aşup Erzurum cihetine yollandık.’
Çetinoğlu: Ahıska Türkiye’den ne zaman ve nasıl ayrı düştü?
Dr. Zeyrek: Gürcistan Kralı, 18. Yüzyıl sonlarında Rus Çarlığı himayesini istedi ve Rusları davet etti. Bu davet üzerine 1801 yılında Kafkasya’ya gelen Ruslar, bu tarihten itibaren mütemadiyen Türk coğrafyasından parçalar koparmak suretiyle genişlemeye devam ediyorlardı. Kuzey ve Güney Kafkasya hanlıklarını bir bir ele geçiren Ruslar, nihayet Osmanlı sınırına yöneldiler. Osmanlı’nın bu tarafta en önemli kalesi Ahıska’ydı. 1828 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Ahıskalılar destanî bir kahramanlıkla yurtlarını savundular. Osmanlı Devleti’nin askerî yönden çok zayıf bulunduğu böyle bir zamanda, Kars ve Ardahan’ı da düşürmüş olan Rus kuvvetleri, bütün güçleriyle Ahıska’ya taarruz ettiler. Ahıska, şanlı bir savunmadan sonra Rusların eline düştü.
Bu felâket üzerine bölgenin halk şairleri birçok ağıt ve destan söylemişlerdir. Posoflu Üzeyir Usta/Fakirî’nin ağıtları pek ünlüdür.
Ahıska gül idi gitti,
Bir ehli dil idi gitti.
Söyleyin Sultan Mahmud’a
İstanbul kilidi gitti!
diye feryat eden Fakirî, başka bir ağıtında da şöyle dövünür:
Hey kardaşlar, yanak yanak ağlıyak,
Ülkemiz sultanı elden gidiyor!
Al yeşili döküp kara bağlıyak,
Âl-Osman’ın şanı elden gidiyor!
Ahıska’ydı burda ellerin hası,
Yakıldı ataşa şenniği nâsı,
Kurtuluncaya dek çekecek yası,
Yesir olmuş, canı elden gidiyor!
Kâfir Moskof’a baş ülke verilir,
Kesilir sinorlar korgan kurulur,
Yedi yerden Fakîr beli kırılır,
İslâm’ın vatanı elden gidiyor.
Çetinoğlu: Felâketler sonraki yıllarda da devam etti değil mi?
Dr. Zeyrek: Ahıska Türklüğünün ilk felâketi 1828 yılında yaşandı. Yalnız şu hususa da işaret etmeliyiz: 1828 muharebelerinde Ahıska halkının kahramanlığı Rus askerî tarihlerinde bile ibret ve hayretle anlatılmaktadır. Ahmet Muhtar Paşa, bu savaşları anlatan iki ciltlik Osmanlıca eserinde Rus tarihlerinden naklen özetle şu ifadeleri kullanmaktadır:
‘Türk askerinin yanında savaşan Ahıskalılar, gökyüzündeki ayı sökmenin, Ahıska’nın câmisindeki hilâli sökmeden daha kolay olacağına inanarak savaştılar. Gece karanlığı çökünce Ruslar, şehirde yangın çıkardılar. Şehir alevler içinde kaldı. Ahıska erkeklerinin yiğitlik ve fedakârlığını tasvir etmek lâzım değildir. Onların o esnada hiçbir yerde benzeri görülmemiş bir şekilde ateşe atılan kadınlarını hatırlamak, hadisenin tasvirine kâfidir. Türk kadınları, ellerinde kılıç bulunduğu hâlde, Ruslar üzerine aslanlar gibi hücum ediyorlardı. Çaresiz kalanlar da diri olarak Ruslara teslim olmayı kabul etmeyerek kendilerini diri diri yangın alevleri içine atıyorlardı.’
Ahmet Muhtar Paşa diyor ki, ‘Mukaddes cumhuriyetimiz, hiç şüphe yok ki, bir gün gelecek muazzam Türk milleti adına can cömertliği ederek, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş yiğitlikle memleketini savunan Ahıskalı erkek ve kadın kahramanlar adına münasip bir yerde muhteşem bir âbide dikecektir.’
Bu abide mutlaka dikilmelidir. Ahıskalı gençler, 1828 felâketini ve bu abide meselesini unutmamalı ve mutlaka gereğini yapmalıdırlar.
1853 Kırım Harbi sırasında Türk askeri, Posof’ta yerleşmiş olan Ahıskalı muhacir öncülerin de desteğini alarak Ahıska üzerine yürüdü ve Rusları püskürttü. Ne yazık ki, bu cephedeki savaş, başlangıçtaki gibi devam etmedi. Sonu hüsranla biten ve kısa süren bu Ahıska sevincinden sonra Ruslar, ‘Türklerin gelişine sevinip yardımda bulundunuz!’ diye katliam yaptı, ahalinin mallarını yağmaladılar. Ruslar, aynı sebeple, böyle bir vahşeti 1915 yılında Ardahan’da da gerçekleştireceklerdi.
Ahıska ve çevresinin Çarlık Rusya’sı işgalinde geçen doksan yıllık hayatı, zulümlerle doludur. Bu dönemde halkın bir kısmı Türkiye’ye göç etmiş, Ağrı, Muş, Çorum, Hatay ve Bursa yörelerinde yerleşmiştir. Onların yerlerine ise Rus, Gürcü, Ermeni ve Yahudiler iskân edilmiştir. Orada kalanlar, Rus mezâlimi altında yaşamaya devam etmişler, her yönden geri bırakılmış hatta askere bile alınmamışlardır.
Çetinoğlu: Sovyet Gürcistan’ı dönemindeki Ahıska’dan söz eder misiniz?
Dr. Zeyrek: 1917 yılında Rusya’da Çarlık yıkıldı, komünist rejim kuruldu. Bu dönem, Ahıska Türklerinin tarihinde en ağır şartların yaşandığı hatta yok edilmeleri için her şeyin yapıldığı bir zamandır. Bir zamanlar Çarlık Rusya’sının tıpkı Batum gibi stratejik bir mevki olarak ele geçirdiği Ahıska, artık Gürcistan’a kalmıştı!
Ahısklılar, Sovyet döneminde hem Rus rejimi hem de Gürcü mezâlimi ile karşı karşıya kaldılar. Türk ve Müslüman olarak yaşamak çok zorlaştı. Bu baskı, Stalin zamanında en yüksek noktaya çıktı. Ahıska Türklerinin aydınları ve ileri gelenleri, uydurma suçlamalarla tutuklanıp ya sürüldüler ya da öldürüldüler.
Bu yıllar aynı zamanda Gürcü şovenizminin azgınlaştığı bir zamandı. Birçok Türk’ün soyadı değiştirildi: Paşaoğlu, Paşaladze; Alioğlu, Alidze; Dadaşoğlu, Dadaşidze; Zeyneloğlu, Zenişvili vs. yapıldı.
Derken İkinci Dünya Savaşı başladı. O zamana kadar askere alınmayan Ahıska Türkleri, askere alınmaya başlandı. 40.000 civarında insan, Almanlarla savaşmak üzere cepheye sürüldü. Geride kalan kadınlar ve yaşlılar da, Ahıska-Borcom demiryolu inşaatında çalıştırıldılar. Bu hat, 1944 Ekiminde tamamlandı. Ahıskalılar, kendilerini vatana hasret bırakacak trenlerin yolunu, kendi elleriyle yapmışlardı!
Savaşa gidenlerin yarısından çoğu cephelerde hayatını kaybetti. Elini, ayağını yahut gözünü kaybedenlerden geriye dönenler de memlekette insan bulamadılar! Akrabalarını aramaya koyuldular. Kimi birkaç ay kimi birkaç sene sonra ailesinden hayatta kalanlara kavuşabildi.
(Devam Edecek)