Oğuz Çetinoğlu: ‘Müzik ve tedâvi’ hakkında genel bir değerlendirme ile sohbetimize başlayabilir miyiz?
Necdet Bayraktaroğlu: Halk arasında ‘ruhun gıdası‘ olarak ifade edilen müzik, insanların hayatında ve ruh sağlığında önemli bir yer tutar. Genellikle bir eğlence aracı olarak nitelendirilse de müzik; duygu ve düşünceleri seslerle anlatan, bir düzen ve estetik anlayışı içerisinde ifade eden sanattır.
İnsanlar üzüntülerini, sevinçlerini, heyecanlarını, sevgilerini ve kahramanlıklarını müzikle ifade etmeye çalışmışlardır. Müzik, ruhun çeşitli tepkilerini en iyi şekilde yansıtan bir sanattır. Bu özelliği sebebiyle, insanın ruhî durumunu inceleyen psikoloji ile yakın bir ilişkisi bulunmaktadır. İnsanları duygu bakımından etkilediği için, dinî duyguların güçlenmesinde ve hastalıkların tedavisinde de müzik kullanılmıştır.
Kuş, su, rüzgâr ve müzik sesleri, insanın beyin dalgalarına yakın tesir ettiğinden, dinlendirici özelliğe sahiptir. Müzik, asırlar boyu tedavi maksadı ile de kullanılmıştır.
İnsanlar ruhî ve bedenî rahatsızlıklarına çare bulmak için yüzyıllardır çeşitli tedavi yöntemleri araştırmış ve kullanmışlardır. Müzikle tedavi de, araştırmalar sonucu ortaya konulan bir iyileştirme metodudur.
Çetinoğlu: Müzik, insan hayatında ne türlü değişikliklere sebebiyet veriyor?
Bayraktaroğlu: Müzik, sosyal ilişkilerin geliştirilmesinde, kişilere güven duygusu veriyor. Çocukların ifade yeteneğini ve düşünme kapasitesini geliştiriyor. Öğrenme güçlüğü çekenlerin durumunu düzeltmede, daha hızlı okumalarını sağlamada tesirli oluyor.
Müzikle tedavi ile ilgili çalışmalar ve uygulamalar Afrika, Amerika, Asya ve Avrupa’da olduğu gibi Eski Türklerde, Selçuklularda ve Osmanlılarda da yapılmış, müzikle tedavinin insan üzerindeki etkileri ve olumlu sonuçları da tıp literatürüne geçmiştir.
Çetinoğlu: Neler yapılmış?
Bayraktaroğlu: İlkel insanlar, kötü ruh ve cin adı verilen varlıkların insanları hasta ettiklerine inanıyorlardı. Bu kötü varlıkların verdikleri rahatsızlıklar sihirbaz, hekim gibi görevlilerin tedavi yöntem ve törenleri ile müzik, dans ve şarkılarla tedavi edilmeye çalışılıyordu. Afrika’daki bazı kabileler, hâlen geleneklerini ve âdetlerini devam ettirerek müziği çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanıyorlar.
Müziğin, ruhî rahatsızlıklar üzerideki tedavi edici özelliğinden çok eski çağlarda faydalanılmaya başlanmış. Türkistan’da Türk kültürü içerisinde de çeşitli ilgili ve görevli kişiler tarafından uygulanmıştır. Türklerde müzik, tarih ve bilim adamlarına göre, 6000 yıldan beri devam etmektedir.
Kopuz ve saz Türkistan coğrafyasında tedavi edici, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan çalgı olarak kullanılmıştır.
Altaylar ve kuzeyindeki Şamanlar, hasta tedavisinde ve dinî törenlerde davul kullanmışlardır. Davul çalarak ruhları hâkimiyetlerine aldıklarına, ölülerle ve cinlerle, irtibat kurarak hastalara şifa dağıttıklarına inanırlardı.
Eski Türklerde, müzikle tedavi eden ve ‘Baksı‘ adı verilen müzisyen hekimler çeşitli hastalıklar için tedâvi çalışmaları yapmışlardır.
Çetinoğlu: İslamiyet’ten sonraki gelişmeleri de konuşalım mı?
Bayraktaroğlu: İslamiyet, mûsikîye layık olduğu değeri vermiş, onu ibâdetle birleştirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Dâvut’un sesinin güzelliğinden bahsedilmekte, Peygamberimiz Kur’an-ı Kerim’i güzel okumamızı isteyerek ‘Kur’an-ı Kerim’i, ezanı seslerinizle süsleyiniz‘ demektedir. Ezanımızı ilk defa çok güzel bir sese sahip olan Hz. Bilal-i Habeşi okumuştur. İslam medeniyetinde, özellikle tasavvuf mensupları (Sufıler) müzikle uğraşmış, aklî ve asabî hastalıkların müzikle tedâvisinde çalışmalar yapmışlardır.
Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra iki kültürün kaynaşması sonucu farklı müzik türleri de doğmuştur.
Çetinoğlu: O türlerden de söz eder misiniz?
Bayraktaroğlu: Türk-İslam kültürü içinde meydana gelen müzik; saray, tekke, Mevlevihane, mehteran gibi unsurlarla halk arasında gelişmesine devam etmiştir. Anadolu’nun birçok köy, kasaba ve şehirlerinde akıl hastalarının tedavisi için meşgul olan tekkeler vardı. Tekkelerin en önemlilerinden biri Karacaahmet’tir. Onun için:
‘Karacaahmet ulu veli
Akıllanır gelen deli’
denilmiştir.
Türk ordusu savaşta düşmanla karşı karşıya geldiğinde, mehter takımının büyük bir heyecanla çalıp söylediği türküler ve ‘Allah-ü ekber’ diyerek hep bir ağızdan çıkan tekbir sesleri, komutanların ve askerlerin manevî gücünü artırmakta, canlandırmakta ve cesaretlerini en üst düzeye çıkarmaktadır.
Anadolu’da kurulan medeniyetler içinde de, müzikle tedavi yöntemini uygulayanlar olmuştur. Bu medeniyetlerden en önemlileri Selçuklu ve Osmanlılardır. Başta Edirne olmak üzere Sivas (Divriği), Amasya, Kayseri, Manisa ve İstanbul’da tedavi merkezleri kurulmuştur. Zekeriya Er Razi (854-932) Farabi (870-950), İbn-i Sina (980-1037) ve Gevrekzade Hasan Efendi gibi Türk bilginleri, kendi dönemlerindeki ilmî metotları kullanarak yaptıkları müzikle tedavi yöntemleri ile günümüzde gelişen modern tıbba ışık tutarak, ruh hastalıklarının tedavisinde ilmi esasları ortaya koymuşlardır.
Anadolu’da müzikle tedâvi konusunda yapılan çalışmaların ilk merkezleri şifahaneler olmuştur. Selçuklular zamanında, Türk büyüğü Nurettin Zengi tarafından Şam’da yaptırılan Nurettin Zengi Hastanesi’nde, ruh hastalarına müzikle tedâvi uygulanmıştır. Bu hastanede çalışmalar yapan İbn-i Sina, ‘Kitabu’ş-Şifa‘ adlı eserinde müziğin tıptaki önemini şöyle açıklamıştır: ‘Tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın aklî ve ruhî güçlerini artırmak, ona hastalıkla daha iyi mücâdele için cesaret vermek, hastanın çevresini sevimli, hoşa gider hâle getirmek, ona en iyi mûsikîyi dinletmek, onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir.’
Çetinoğlu: Selçuklular döneminde durum nasıldı?
Bayraktaroğlu: Kayseri Gevher Nesibe Hatun Tıp Medresesi ve Darüşşifası (1206), Sultan Gıyasettin Keyhüsrev tarafından, tüberküloz hastalığından vefat eden kız kardeşi Gevher Nesibe Hatun’un vasiyeti üzerine inşa edilmiştir. Anadolu Selçuklularının ilk sağlık merkezi olan bu şifahanenin, mimarî yapısı, müzikle tedaviye uygun şekilde yapılmış, ruh hastaları için 18 oda ayrılmıştır.
Sivas-Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, 1228 yılında Erzincan Bey’i Fahrettin Behram Şah’ın kızı Turan Melik Sultan tarafından yaptırılmıştır. Ruh hastalarının müzikle tedavilerinin yapıldığı bu darüşşifa, 1985 yılında Unesko tarafından ‘Dünya kültür mirası’ listesinde ilk üç sıraya konulmuştur. İlhanlı hükümdarı Olcayto Mehmet zamanında Yıldız Hatun tarafından yaptırılan Amasya Darüşşifası’nda (1308), ruh hastaları müzik ve su sesiyle tedavi ediliyordu. Tanzimat dönemine kadar faaliyet gösteren darüşşifa, 1939 yılındaki depremle hasar görmüş, 1945 yılında onarılarak, 1999 yılında belediye konservatuarı olarak kullanılmaya başlanılmıştır.
Çetinoğlu: Mûsikî ile tedavi konusunda yazılı eserler de olmalı…
Bayraktaroğlu: Ünlü âlim Farâbî ‘Mûsikî-ul-Kebir‘ adlı eserinde müziğin, fizik ve astronomi gibi diğer bilimlerle olan ilişkisini açıklamaya çalışmış, çeşitli makamların insan ruhunu nasıl etkilediğini araştırmış ve makamların ruha olan etkilerini şöyle sınıflandırılmıştır:
Rast makamı insana sefa (neşe-huzur) verir.
Rehâvi makamı insana beka (sonsuzluk fikri)
Kuçek makamı hüzün verir.
Büzürk makamı havf (korku) verir.
Isfahan makamı hareket kabiliyeti, güven hissi verir.
Neva makamı lezzet ve ferahlık verir.
Uşşak makamı gülme hissi verir.
Zirgüle makamı uyku verir.
Saba makamı cesaret ve kuvvet verir
Buselik makamı kuvvet verir.
Hüseyni makamı sükûnet verir.
Hicaz makamı tevazu ruhu verir.
Günün belli vakitlerinde, belli makamların icra edilmesi ile insanın ruhunun dinleneceği, huzura kavuşacağı söylemektedir.
Rehâvi Makamı; fecirden önce, Hüseyni Makamı; tan yerinin ağardığı zaman, Rast makamı; kuşluk vaktinde, Zirgüle makamı; öğle vaktinde, Hicaz makamı; namaz arasında, Irak makamı; ikindi, Isfahan makamı; gün batarken, Nevâ makamı; akşam, Büzürk makamı; yatsı, Zirefkend makamı; uyku vaktinde…
Ayrıca bazı hekimler, hangi makamların hangi milletlere, ne tür etki yaptığını astroloji bağlantısını göz önüne alarak incelemiş ve Hüseyni makamının Araplara, Irak makamının Acemlere, Uşşak makamının Türklere, Buselik makamının Rumlara şifa olduğunu tespit etmişlerdir. Eski Türk hekimlerinden Hasan Şuuri ‘Tadil-i Emzice‘ adlı eserinde, musikinin birçok hastalıklara ve ağrılara iyi geldiğinden ve farklı rahatsızlıkların tedavisinde kullanılan Nihavent Makamı’nın öğleden sonra, Rast makamının gece ve seher vaktinde tesirli olduğunu söylemiştir.
Çetinoğlu: Osmanlılar dönemine geçebilir miyiz?
Bayraktaroğlu: Osmanlılar döneminde de müzikle tedavi, en başarılı devrini yaşamıştır. Türk ruh hekimleri yaptıkları ilmî çalışmalar ile ruh hekimliği alanında çağdaşlarına göre üstün düzeye çıkmış, hastaların müzikle tedâvisi konusunda başarılı olmuşlardır.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Han tarafından 1471 yılında yaptırılan, ‘Bimarhane-i Ebu’l- Feth Sultan Mehmet’ adlı Darüşşifa’da da müzikten faydalanılmış ve ruh hastaları tedâvi edilmiştir. Bugün yalnızca duvar parçaları kalan hastanenin hizmeti, 1824 yılına kadar devam etmiştir. Ünlü Seyyah Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde ‘Bu hastanede 70 oda, 80 kubbe, 200 hasta bakıcı ve bir de başhekim bulunduğunu, yatakların ceviz ağacından yapıldığını, hastaların mükemmel yatak çarşafları ve ipek gömleklerinin bulunduğunu ve üstün icra gücüne sahip hanende ve sazendelerin onları eğlendirip neşelendirdiğini, bu hastaların mûsikî ahengi karşısında rahat olduklarını, ıstıraplarını unutarak mûsikî nağmeleri sâyesinde tedâvi edildiklerini‘ yazmıştır.
Çetinoğlu: Batı ülkelerinde durum nasıldı?
Bayraktaroğlu: Batı ülkelerinde, akıl hastaları ‘ruhlarına şeytan girdi‘ denilerek insanlık dışı ağır işkencelere maruz bırakılırken, yakılırken Sultan İkinci Bayezıd Han tarafından 1488 yılında Edirne’de Mimar Hayrettin’e yaptırılan darüşşifada, ruh hastalarına su ve müzikle tedavi yapılıyordu. Bu tedavi, ortasında suları fışkıran şadırvanın olduğu salonlarda çeşitli aletlerle müzik dinletmek suretiyle hastaların ruhî sıkıntıları gideriliyordu.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde ruh hastalarının burada müzikle tedâvi gördüğünden şöyle bahsetmektedir:
‘Müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeterli bilgi ve deneyime sâhip olan darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp yavaşlamasına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirtiyor, şikâyetleri ve benzer hastalıkları bir araya getiriyor, darüşşifanın müzik ekibine haftanın belirli günlerinde konserler tertipliyor ve bu şekilde tedâviye devam ediyordu.’
Darüşşifanın akustiği ve planlaması, müzikle tedavi yapılmasına uygun olarak inşa edilmiştir. Darüşşifada, ilaç ve müzikle tedâvinin yanında, güzel kokularla (sümbül, reyhan, lale, karanfil, şebboy vs.) rehabilitasyon yapıldığı da anlaşılmaktadır.
Günümüzde bu Darüşşifa ‘Tıp Tarihi Müzesi’ olarak kullanılmaktadır. Süleymaniye Darüşşifası, Kanunî Sultan Süleyman tarafından 1550-1557 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırılmış olup, külliyenin bir bölümünü oluşturan şifahane de, hasta odaları ve müzikle tedavinin yapıldığı alanlar vardı. 1845 yılından sonra sadece akıl hastalarının tedâvisi yapılmış, daha sonra Süleymaniye Doğum evi olarak hizmet vermeye devam etmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman Han’ın saray hekimi olan Musa bin Hamun, diş hastalığı ve çocuk psikoloji hastalıklarını iyileştirmede müzikle tedâvi yöntemini kullanmıştır.
Hekimbaşı Gevrekzade (18. yy) de İbn-i Sina’nın eserlerinden faydalanmış, ‘Emraz-ı Ruhaniyeyi Neganma-ı Mûsikîye‘ adlı eserinde; Irak makamının menenjit hastalığına, Rehâvi makamı baş ağrılarına, burun kanamasına ve felç hastalığına, Büzürk makamının beyin ve kulunç ağrılarına, Zirgüle makamının kalp, beyin, mide harareti ve karaciğer, Hicaz makamının idrar yolu hastalıklarına, Buselik makamının kalça, baş ağrısı göz hastalıklarına, Uşşak makamının ayak ağrıları ve uykusuzluğa, Hüseyni makamının karaciğer ve kalp hastalıklarına, Nevâ makamının buluğ çağına ulaşmış çocuğa ve kalça ağrılarına, Zirefkend makamının felç ve sırt ağrılarına iyi geldiğini, İsfahan makamının zihni açtığını yazmıştır.
Batı dünyası 20. yüzyıl ortalarında müzikle tedaviyi önemsemiş, alternatif tedâvi yöntemi olarak değil, klasik tıbba uygun ve kuralları içinde ilmî bir tedavi yöntemi olarak uygulamaya başlamıştır. İlk olarak, İkinci Dünya Savaşı’nda yaralanan askerlerin tedavisinde müzikten yararlanılmıştır. Daha sonra 1947 yılında, ABD Michigan Devlet Hastanesi’nde müzikle tedavi başlatılır ve araştırmalara hız verilir. Depresyon, şizofreni, zekâ geriliği, alkol ve madde bağımlılığı gibi rahatsızlıklarla mücadelede, yeni teknik ve pratik uygulamalarla müzikle tedavi yöntemi kullanılır.
Yine Amerika Michigan Üniversitesi’ndeki bir grup doktor çalışmaları neticesinde, mûsikînin şifa kaynağı olduğunu belirtip, 1977’de müzikle tedaviyi ilim dalı olarak kabul ederek, ‘Müzik Terapi Birliği’ kurmuşlardır. New York Üniversitesi Nordoff-Robbins Müzikle Tedavi Merkezi’nden Dr. Clive Robbins, bu konuda şunları söylemiştir: ‘İnsanın beynindeki sinir ve kas fonksiyonlarında müziğe ve ahenkli sese belirgin bir yatkınlık vardır. Sessiz bir ortamda müzik, aklımızı harekete geçirmeye, dikkatimizi toparlamaya ve bazı beden fonksiyonlarımızın düzenlenmesine yardımcı olmaktadır.’
Çetinoğlu: Günümüzdeki duruma da göz atabilir miyiz?
Bayraktaroğlu: Yale Üniversitesi Tıp Fakültesinde yapılan bir araştırmada, ameliyat sırasında uyanık olan hastalara müzik dinletilmiş ve dinlemeyenlere göre daha az sakinleştirici ve ağrı kesici kullanıldığı gözlenmiştir.
Akıcı melodiler ve dikkat dağıtan ritimlerin, ameliyat sonrasında sancı ve ağrıları hafiflettiği görülmüştür. Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ise, stresi azaltma konusunda yapılan bir araştırmada, hastaların kendileri veya rehberleri vasıtasıyla beğenip seçtikleri müziği dinlediklerinde, ruh hallerinde iyileşme olduğu anlaşılmıştır. Müzik dinletilmeyen hastalarda ise sekiz hafta süresince hiç bir gelişme ve düzelme görülmemiştir.
Avusturya Meidling Klinikte doktor olan Gerhard Kadir Tuçek, yoğun bakımda tedavi gören komadaki hastalara, her gün 20-30 dakika Türk Müziği ve Klasik Batı Müziği dinlettiklerinde, hastaların çoğunda olumlu sonuçlar almıştır.
Annesinden tatlı bir ninni dinleyen yavru, dinlediği ninni ve şarkının yatıştırıcı ve dinlendirici özelliğiyle uykuya dalmaktadır.
Anne karnında ve doğumdan sonra müzikle büyüyen çocukların, sosyal ilişkilerinin daha sağlam ve suça meyillerinin daha az olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle anne karnında iken dinlenen müzik bebeğe tesir etmektedir.
Çetinoğlu: Ülkemizdeki durumu da kısaca değerlendirmeniz mümkün mü?
Bayraktaroğlu: Ülkemizde, Türk müziğinin ağır psikolojik hastalıklarda kullanılması ile ilgili çalışma, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma Merkezince yapılmaktadır. Türk müziğindeki Nihavent ve Rast makamlarının akıl hastaları ve felç hastalarının, Hüseyni makamının ise, otistik ve spastik hastaların tedavisinde faydalı olduğu anlaşılmıştır. Türk Mûsikîsi ile tedavide tar, ud, ney, kopuz, rebab, dombra ve kıl kopuzu gibi âletlerin yanında su sesi de kullanılmaktadır.
Doç. Dr. Oruç Güvenç, Berlin Urban Hastanesi, Avusturya ve diğer ülke hastanelerinde müzikle terapi uygulayarak, 400’den fazla Türk Müziği makamlarından istifade ederek hastalar üzerinde başarılı tedâviler uygulamıştır.
Türk hekimlerine müzikle tedâvi konusunda büyük sorumluluklar düşmektedir.
Bugüne kadar yapılan araştırmaların, nakledilen bilgilerin ne kadar büyük kıymette olduğu bilinmeli ve tedâviler günümüz bilim anlayışı içinde incelenerek geliştirilmelidir.
Ata bilginlerimizin yüzyıllar öncesinde yaptıkları araştırmaları, buluşları ve eserleriyle övünerek kendimizi kandırmamalı, bize miras kalan hazine değerindeki bilgilerin üzerine, mirasyedi gibi oturmamalıyız.
Bugün Avrupa ülkelerinin hayranlıkla dinlediği ve tedâvide kullandığı Türk Müziğimizin kıymetini ve tedâvideki yerinin önemini bilmeli ve ileri yöntemler kullanmalıyız.
Büyük tarihçilerden Kraft Ebing eserinde, Avrupa’nın müzikle tedâvi konusunda bilgileri ve uygulamaları Türklerden aldığını yazmaktadır.
Bugün Amerika ve Avrupa, psikiyatrik hastalarının müzikle tedâvisi konusundaki çalışmalarında, İbni Sina, Razi ve Farabi’lerin ilmî buluşlarından faydalanmışlardır.
Yahya Kemal Beyatlı da, müzikle ilgili olarak şöyle demektedir:
‘Çok insan anlayamaz eski musikimizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden
Açar bir altın anahtarla ruh ufukların
Hemen yayılmaya başlar seda ve nur akını.’
Müzik şifadır. Yaratılıştan beynimize uyumlu, güzel ses ve müzikleri hisseden bağlantılar konulmuş, her bir hücreye ve organa tesir etme özelliği verilmiştir.
Yüce Allah şifa kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’deki Mülk Suresi 23 ayetinde: ‘De ki: Sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve gönüller (kalp ve dimağ) veren O’dur. Sizin şükrünüz ne az!’ demektedir.
Florida’daki Akbar Kliniği’nden Dr. Ahmet Kadi yaptığı araştırmada, güzel ve usulüne uygun olarak okunan ve dinlenen Kur’an-ı Kerim’in şifa verici tesiri olduğunu belirtmiştir. Allah insana kulak ve işitme duyusu vermiştir. İnsan da kendisine verilen bu kıymetli nimeti ile kendisini ruhen ve mânen rahatlatacak, dinlendirecek, gönlüne ve beynine esintiler verecek güzel okunan Kur’an-ı Kerim’i, ilahileri ve müziği dinleyerek şifa bulacak ve sonra da Allah’a şükrünü edâ edecektir.
Av. NECDET BAYRAKTAROĞLU: 1952 yılında Sivas’ın Gemerek kazasında doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gemerek’te tamamladı. Ankara Kurtuluş Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Ankara Hukuk Fakültesi’nde yüksek lisansını tamamladı. Askerlik görevini ifa ettikten sonra girdiği Askerî hâkimlik imtihanını kazanıp muvazzaf askerî hukukçu oldu, Türk Ordusu’nun değişik birim ve bölgelerinde hâkimlik ve savcılık yaptı.
1996 yılında emekli olarak serbest avukatlık hizmetine başladı. Geçirdiği kalp rahatsızlığı sebebiyle avukatlık hizmetlerini de bıraktı. Uzun zamandır üzerinde çalıştığı Türk tarihini araştırma ve derleme çalışmalarına hız verdi.
Birçok vakıf, cemiyet ve derneklerde görevler alıp aktif hizmetler sundu. Yöre ve ülke konulu konferans, seminer ve faaliyetler düzenledi.
|