Udî, Gazelhan ve TRT Program Şeflerinden Müzisyen Hüseyin İpek, Hocası; Kudüm ve Tanbur Sanatkârı, Bestekâr, Koro Şefi Ahmet Hatipoğlu’nu Anlatıyor.

93

(Birinci Bölüm)

Oğuz Çetinoğlu: Hüseyin Bey sizinle, tasavvuf musikimizin zirvedeki ismi, merhum Ahmet Hatipoğlu hakkında konuşmak istiyorum. Uygun görürseniz, tasavvuf mûsikîsi nedir, oradan başlayalım…

Hüseyin İpek: Öncelikle hocam Ahmet Hatipoğlu’na Allah (cc)’tan rahmet diliyorum… Nur içinde yatsın. Size de ayrıca teşekkür ediyorum ki hocamla alakalı röportaj yaptığınız için…

Tasavvuf; bir arınma disiplinidir. Allahtan uzaklaştıran her şeyden sakınarak ‘takvâ‘ya (1) erebilme yoludur. Tasavvuf Mûsikîsi: İslam dini çerçevesi içinde kurulmuş olan birçok tarikatta, ayakta veya oturarak okunan zikir(2) için bestelenen eserleri kapsar. Âyinlerde zikir için okunmak üzere; ağır ve yürük usullerle ve değişik biçimlerde bestelenmiş eserlerdir.

Ecdadımız mûsikîmizi birkaç bölüme ayırmıştır. Bir tasnife göre dinî ve ladinî sözlü eserler, bir de saz musikisi; peşrev, saz semaisi, longa, sirto, oyun havaları vs.

Ladinî yani din dışı eserler; hayatın içinden, hayatı konu alan, sosyal hayatla bağlantılı güftelerin bestelenmesi suretiyle meydana getirilir. Tasavvuf musikisi, tamamen dinî muhtevalıdır. Hazreti Peygamber (sav) Efendimiz için yazılan, Allah’ın yüceliğini ifâde eden güftelerin büyük ve küçük usullerle bestelenmesi suretiyle meydana getirilen musikî biçimidir. İlahi, na’t, salât, tekbir, tilavet, mevlid, münaca’t, miraciye, temcid, Mevlevi âyinleri, gibi formlarda bestelenen eserlerdir. Bazı formlar irticalen okunur. Ahmet Hatipoğlu hocamız gerek kendisi gerekse diğer sanatkârlar tarafından bestelenmiş eserleri aslına uygun bir şekilde düzenleyip bir bütün hâline getirir koro ve solo şeklinde, orkestra ile birlikte icra ederdi…

Çetinoğlu: Ahmet Hatipoğlu’dan önce de Türkiye radyolarında Tasavvuf Mûsikîsi Korosu var mıydı?

İpek: Hatipoğlu hocamızdan önce Türkiye radyolarında tasavvuf musikisi korosu yoktu. TRT Ankara Radyosunda ilk tasavvuf  mûsikîsi korosunu 1978   yılında Ahmet Hatipoğlu Hocamız kurmuştur. Köklü bir medeniyetin evlatlarıyız. 16 tane devlet kurmuş bir millet olarak bu devletlerin sonuncusu olan Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve sonrasında Osmanlı Cihan Devleti gibi nerdeyse dünyanın yarısını toprakları içinde barındırmış bir muhteşem devlet, geniş coğrafyaya yayılmış bir İslam medeniyetinin tezâhürü olarak edebiyatı ve musikisi en üstte olduğu dönemini yaşamıştır. Bu sebledir ki Hz. Peygamberimizle başlayan Hz. Ebu Bekir, Hz Ali efendimizle birlikte sufi geleneği başlamış, Hz. Ebabekir’den Nakşi tarikatı Şahı Nakşibendi Bahaeddin, Hz. Ali Efendimiz’den Kadiri (Abdulkadir Geylanî) Rufai (Ahmed-er Rufai)  Mevlevlik, Bektaşilik, Cerrahilik, Bayramilik, Celvetilik ve hak olan 12 tarikatle bu güne gelmiştir.

Osmanlıda 1415’te İkinci Murat Han Döneminde Enderun mekteplerinin temeli atılmış, oğlu Fatih Sultan Mehmet Han ile kuruluşu tamamlanmıştır. Büyük devletlerin kendilerine göre büyük ordusu olur. Bu ordunun mehteranları vardı. Bu mehter Takımlarının her birisi 13 kişiden oluşur. Osmanlı seferlere 90 kat mehterle gidermiş. Mûsikîmizde koro düzeni hem mehter musikimizde hem cami musikimizde hem de tekke musikimizde var. Enderun da bu işin zirvesidir.

Çetinoğlu: Tasavvuf musikisi sadece sözlü mü oluyor? Sözsüz olarak bir müzik âleti ile icra edilebilen dinî eserler var mı?

İpek: Tasavvuf mûsikîsi sözlüdür. Fakat sözsüz olarak müzik âletleriyle de icra edilebilir.  Âyin-i şeriflerin sonunda icra edilen yürük semailer sözsüzdür.

Çetinoğlu: Tasavvuf mûsikîsi tarihinin eskilerine inersek nereye ulaşırız?

İpek: Tasavvuf musikisi tasavvuf ilminin çıkışı ile başlamıştır. Türklerin İslam’ı kabulü ile 1093-1116 yılları arasında yaşayan  Mutasavvıf Seyit Ahmet Yesevi’nin başlatmış olduğu Türklerin Anadolu’yu İslamlaştırma mücâdelesi ile de bağlantılıdır. İslam inanç sisteminin bir alt şubesi olan tasavvuf kültürünün gelişmesi ile olgunlaşmıştır.  Tasavvuf mûsikîsi de bu inanç sistemi doğrultusunda gelişmiş neşvünema bulmuştur.

Nasıl din olgusu tarihi boyunca insan için vaz geçilmez bir unsur ise, din için tasavvuf ve ruhî hayat ta öyledir. Büyük mutasavvıf Muhyiddin Arabî’ye göre Allah ruhlar âlemini yaratıp dünyaya göndermeden önce sorar: ‘Ben sizin rabbiniz değil miyim?’ Ruhlar cevaben:  ‘Evet sen bizim Rabbimizsin.’ Derler. Cenabı Hak nidasını muhteşem bir sesle yapmıştır, dünyadaki bütün sanatkârlar, müzisyenler ve insanlar bezm-i elest’te(2) yapılan o nidayı ararlar. Bezm-i Eles’te bu hâdise, insana fıtrî olarak yansımıştır. Allah da yaratmış olduğu insanları ve canlıları kendi sıfatları ile donatmıştır. ‘Her güzellik ustasını gösterir‘ kabilinden işte şu an dünyadaki varlık sebebimiz o muhteşem sanatın farkında olup o farkındalıkları ortaya çıkarmaktır. Yaradılış gayemizin estetiğin, intizamın, insicamını gelecek nesillere aktarma işi âlim mütefekkir, mutasavvıf, seyr-i sülûkunu (3) tamamlamış insanlarla irşad vazifesini görerek Allah’ı Peygamberi ve O’na giden bu kutlu yolda şeytanî ve nefsî kötülüklerle nasıl savaşacağımızı Allah ve Peygamberimizi incitmeden nasıl rol model insanlar olabileceğimizi bizlere bir takım metotlarla öğretirler. İşte bu muhteşem medeniyetin, edebî, mimarî sanatlarının yanı sıra mûsikî sanatı da başköşedeki yerini almıştır. Yani tasavvuf musikisi ilk âyet ‘ikra’ ile başlayıp bu günlere kadar gelen bir süreçtir. Türklerin İslam’ı kabulü ile devam edegelen bir silsile ile büyük mutasavvıf Seyit Ahmet Yesevi tasavvuf büyüklerimizden olan insanları, İslam ve tasavvuf ilmi ile donattıktan sonra irşad için dünyanın her tarafına yaymış ve değişik ekoller meydana gelmiş, bu hayat biçiminin bir de musikisi olmuştur.

Çetinoğlu: Mâdem ki tasavvuf mûsikîsini konuşuyoruz, bilgi sâhibi olmak isteyen okuyucularım için sorayım: Tasavvuf mûsikîsi hangi tarihlerde kimler tarafından kültürümüze kazandırıldı.

İpek: Türklere ait mûsikî tarihi eserlerinde; tasavvuf musîkîsine, Sultan İkinci Murat Han’a kadar rastlayamıyoruz. Bilinen, ilk bestelenen üç ayin sırası ile Pençgâh, Dügâh ve Hüseynî makamlarından olup bunların bestekârları bilinmemektedir. Bu üç ayine ‘Beste-i kadîm‘ denilir. Bestekârı bilinen ilk âyin, 1684 yılında vefat eden Derviş Mustafa Efendi’nin Beyatî makamındaki, ikinci âyin ise  1640-1712 yılları arasında yaşayan Buhûrizâde Mustafa Itrî Efendi’nin Segâh makamındaki âyinleridir.

Mevlevî âyini bestekârı olarak sonraki yıllarda yaşayan Nâyi Osman Dede’yi, Seyid Ahmed Ağa’yı, Derviş İsmail Efendi’yi, Hammamîzâde İsmail Dede Efendiyi, Zekâi Dede’yi anmamız gerekir. Mevlevi âyini bestekarlığı, Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde bestekârlığın zirvesi sayılmıştır. Çünkü hepsi de büyük usullerle bestelenme özelliğine sâhiptir. Cumhuriyet dönemindeki bestekârlarımız tarafından da Mevlevi âyini bestelenmiştir. Çünkü bu bir bestekârlık prestijidir.

Çetinoğlu: Bu âyinler nerede icrâ ediliyordu?

İpek: Mevlevihanelerde icra ediliyordu. Bu Mevlevihanelerin ismini açıklamak gerekirse: Konya, İstanbul’da Galata ve Yeni Kapı, Gelibolu, Tokat, Halep, Bursa’da Karabaşi, Manisa Mevlevihâneleri gibi Mevlevilik tarikatının vücut bulduğu yerler söylenebilir. Bu ayin-i şeriflerle sema törenleri yapılıyor.

Çetinoğlu: Semâ törenlerinde icra edilen besteler, günümüzde ‘doğaçlama‘ dedikleri, eskilerin tâbiriyle ‘irticâlen‘ mi üretiliyordu?

İpek: Beste doğaçlama (iriticalen) yapılır. Fakat bir usul içerisinde beste teknik kurallarına dikkat etmek gerekir Doğaçlama ve kurallar manzumesi besteyi ortaya çıkarır. Şu hususu da belirtmek lazım: Doğaçlama (irticalen) anında belirli makam seyri içerisinde perdelerin (notaların) birbirleri arasındaki ilişki dikkate alınarak, bağlantı sağlanıp gerektiğinde değişik makamlara geçkiler yapılıp, kullanılan makamın seyir özelliklerine dikkat edilerek karar kılınır. Bu sanata; ‘meyan gibi asma kalış perdeleri ile geçkiler yapılıp aynı makamda karar kılma sanatı‘ denilir. Zaman zaman bir makamdan başlayıp seyir özelliği içinde başka bir makama da geçki yapılır. Bu gazeller için kasideler için mevlit ve daha pek çok formlar için geçerli bir durumdur. Günümüzde de taksimler saz sanatkârı tarafından (doğaçlama) irticalen yapılır. Ezanlar, salalar, gazeller, kasideler, mevlitler hâlâ irticalen icra edilir.

Çetinoğlu: Mevzumuzun biraz dışında fakat yine de sorayım: Türk musikisinde, gerçi o ayrımları birçokları kabul etmiyor, ama bir klasik müzik var, halk müziği var, popüler müzik denilen müzik tarzı var. Tasavvuf musikisi bu dalların her birinde uygulanma imkânı bulabiliyor mu?

İpek: Olabilir. Bütün dünyada olduğu gibi, Anadolu’daki tarikatlarda kendilerine has bir mûsikî tarzı geliştirmişlerdir. Bulunduğu yörenin etkisi olmuştur. Bunun en bâriz örneklerinden biri. Elazığ Harput mûsikîsinin özüne baktığınızda tekke tarzını anlayabilirsiniz.  Coğrafî durumu, yörenin ekonomisi, bölge insanının sosyal yapısı, psikolojisi mutlaka mûsikîyi, melodik yapıyı etkilemiştir. Bu hal örnek gösterilirse bu gün ekonomik olarak güçlü ülkeler kendi kültürlerini, bir biçimde gelişmekte olan ülkelere  kabul ettirme yoluna gidiyorlar. Kütle iletişim araçları bunu kısa sürede sağlıyor. Dolayısı ile şimdilerde pop tarzı şeklinde yeşil pop isminde bir tür çıkmış. Batı müziği enstrümanları kullanarak gençlerin ilgisi doğrultusunda yapılıyor. Bu tür üretimler yapılırken gelenekli müziğimiz ön plana çıkarılması lazım. Halk müziği motifleri kullanılarak ilahiler besteleniyor. Anadolu insanımızdan ilgi görüyor.   

Çetinoğlu: Mevlevîlerin semâ törenlerindeki mûsikînin, tasavvufla bağlantılı olduğunda şüphe yok. Peki, Semah törenlerinde icrâ edilen mûsikî de tasavvuf mâsikîsi midir?

İpek: Evet. Tasavvuf ilminde Kur-an ve sünnete tamamen riayet gerek. Niyet de çok önemli. Semah da bir zikir söz konusu. Zikrin olduğu yerde tasavvuf zaten vardır. Semâ ile semah arasında kelime yapı itibarıyla benzerlik var;  ikisinin icrasında ulaşılmak istenen hedef açısından da beraberlik bulmak söz konusu.

Çetinoğlu: Genel olarak mûsikînin kökenlerine indiğimiz zaman, nereye kadar uzanabiliyoruz?

İpek: İlk insanlara kadar uzanılabilir.  İnsanın olduğu her yerde mûsikî vardır. İlkel toplumlarda, her inanç sistemi kendi musikisini oluşturmuştur. Hz Peygamberimize ilk âyet geldikten sonra zamanla  dinimizin inkişafı ve tâbiîn(5), tebe-i tâbiîn(6) ve sonrasında tasavvuf inanç sisteminin gelişip tarikatlerin ortaya çıkmasından başlayıp günümüze kadar gelmiştir.

LÛGATÇE:

(6)tebe tâbiîn: Tâbiîn olarak adlandırılan kişilerden birini görmüş, onunla kısa veya uzun süreli bir arada bulunup, Müslüman olarak vefat eden kimse.

(1)takva: İman edip emir ve yasaklarına uyarak, Allah’a karşı gelmekten sakınmak, dünya veya âhirette  insana zarar verecek, ilahî azaba sebep olabilecek inanç, söz, fiil ve davranışlardan ve her türlü günahtan sakınmak anlamına gelir. (2)zikir: Allah’ı anmak ve hatırlamak. Allah kelimesini tekrarlamak.

(3)bezm-i elest: ‘Ben sizin Rabb’iniz değimliyim?’ Hitabının yapıldığı ve ruhların da ‘belâ=evet’ diye cevap verdikleri meclis.

(4)seyru sülûk: Hakk’a ermek için bir rehberin öncülüğünde ve denetiminde çıkılan mânevî ve rûhî yolculuk. Seyru sülûk gayesi, Hakk’a ermek isteyen yolcunun şahsî arzu ve isteklerini yok edip kendisini bütünüyle ilâhî irâdenin hâkimiyeti altına sokması, bu suretle diğer insanlara rehberlik yapmasına imkân sağlayan kâmil insan mertebesine yükselmesidir.

(5)tâbiîn: Peygamber Efendimizin devrinde yaşamış, Müslüman olarak Hz. Peygamberi görmüş ve Müslüman olarak ölmüş olan kişilere  ‘Sahâbe‘ denilir.Sahâbeden birisiyle kısa veya uzun süreli bir arada bulunup, Müslüman olarak vefat kişilere tâbiîn denilir.

 

 

AHMET HATİPOĞLU:

Sonraki yıllarda ‘İlâhiyatçı Prof. Dr. Mehmet Hatipoğlu ‘ olarak tanınan şahsın ikizi olarak 25 Eylül 1933 tarihinde Burdur’da dünyaya geldi. Dedesi Hasan Efendi, Burdur’un Arvallı köyünden gelip Burdur’a yerleşmiştir. Babası, ‘Hatip Hoca ‘ nâmıyla tanınan değerli bir din âlimi Mehmet Hatipoğlu’dur. Hatip Hoca, dinî sahada kapasitesi yüksek, konuları fazla ve eksiği olmadan asliyetine uygun hüviyetiyle halka aktarmayı başarmış, ileri görüşlü bir din âlimidir. Bir asır evvel yazmış olduğu bazı eserleri bugün hâlâ canlılığını korumaktadır.

Ahmet Hatipoğlu, ilkokul sıralarından itibâren sesinin güzelliğiyle öğretmenlerinin dikkatini çekti. Böylece mûsıkî ile bağları oluştu. 1955 yılında Ankara Radyosu ses sanatkârı imtihanına girdi ve kazanarak kadrolu sanatkâr oldu.  Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1961’de mezun oldu.

Askerlik göreviyle avukatlık stajının bitiminden sonra tekrar Ankara Radyosu’na döndü. İmtihanlarını vererek önce kudüm, sonra da tanbur sanatkârı ve ses yönetmeni (tonmayster) oldu. 1977 yılında Ankara Radyosu Müdürlüğü’nün kurduğu Tasavvuf Mûsikîsi Korosu’nun şefliğini üstlendi. Aynı yıl TRT Müzik Dairesi Uzmanı, 1979 – 1980 tarihleri arasında Ankara Radyosu Türk Sanat Mûsikîsi Şube Müdürü, 1980 yılında yeniden TRT Müzik Dairesi Uzmanı oldu. Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuarında dört sene kadar hocalık yaptı.

Ahmet Hatipoğlu’nun en önemli yönü bestekârlığıdır. Şarkı, saz eserleri gibi eserleri vardır. Ancak O’nu ‘Ahmet Hatipoğlu’ yapan, ‘Bu bir Hatipoğlu bestesidir ‘ dedirten, O’nun Tasavvuf Mûsikîsi eserleridir. Son dönemlerde kullanılırlığını kaybetmiş veya birçok bestekârın cesâret edemediği büyük usûllü eserler de bestelemiştir ve bu eserler konserlerde icrâ edilip takdir görmüştür. Eserlerinde klâsik tavrı yansıtır. Bestelerinde melodi zenginliği dikkat çeker.

Bestekârlık, O’nun üstün kabiliyetini ortaya koyan önemli bir vasfıdır. Koro şefi olarak da Türk Mûsikîsi klâsik icrâ ekolünün en önemli temsilcilerinden birisidir.

Hem Dinî Mûsikî hem de din dışı Mûsikî icrâlarında, iki tarzı da klâsik meşk tarzıyla okuma üstünlüğüne ulaşan, günümüz Mûsikî üstadlarının da takdir ettiği bir şahsiyettir. Konserlerinde hem sazların çalınış tarzını hem de koronun okuma tarzını hiçbir zaman bu uslûp dışına çıkartmamıştır.

23 Ağustos 2015 tarihinde 82 yaşında iken ebedî âleme intikal etti.

 

Ahmet Hatipoğlu, 50 yıldan fazla devam eden sanat hayatında aldığı başarı armağanları:

*1987 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Türk Tasavvuf Musikisi alanında ‘Yılın Sanatkârı’ seçildi.

*1993 yılında Türkiye İş Bankası Genel Müdürlüğü’nün açtığı ‘Türk Sanat Müziği Beste Yarışması’nda büyük armağana layık görüldü.

*1996 yılında Kültür Bakanlığı ve TRT’nin birlikte düzenledikleri Dede Efendi Yılı Türk Sanat Müziği Beste Yarışması’nda birincilik armağanını kazandı.

*2009 yılında Türk Milletine yaptığı hizmetlerden dolayı TBMM Üstün Hizmet Armağanı’na lâyık görüldü.

*29 Kasım 2012’de Çankaya Köşkü’nde düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri kapsamında armağana layık görüldü ve ödülünü 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün elinden aldı.

 

(Bu özgeçmişin hazırlanmasında, öğrencisi Fatih Koca’nın yüksek lisans tezinden ve internet sayfalarından faydalanılmıştır.)

 

(DEVAM EDECEK)

 

 

Önceki İçerikMustafa Kemal Atatürk (1)
Sonraki İçerikUdî, Gazelhan ve TRT Program Şeflerinden Müzisyen HÜSEYİN İPEK, Hocası; Kudüm ve Tanbur Sanatkârı, Bestekâr, Koro Şefi AHMET HATİPOĞLU’nu Anlatıyor. (İkinci Bölüm)
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.