İslam Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Demircan Anlatıyor: On Muharrem ve Âşurâ Gerçekleri 3

74

Oğuz Çetinoğlu: Söylediklerinizin özeti mahiyetinde; (eskilerin ifadesiyle; efradını câmi, ağyarını mâni ölçülerinde)  On Muharrem matem günü ve aşure pişirilip dağıtılması geleneği hakkında kısa bir değerlendirme lütfeder misiniz?

Prof. Dr. Adnan Demircan: On Muharrem’in yas ile yâd edilmesinin bir gelenek olduğu, İslâm’ın yas kültürüne uymadığı ifade edilmelidir. Öte yandan Aşure pişirip dağıtmanın, Hz. Hüseyin’in şehadetini kutlama anlamına gelebilecek hiçbir temeli yoktur. En azından günümüzde böyle bir bağlantı kurulmamaktadır. Bugün ülkemizin bazı bölgelerinde Aleviler dahi, 10 Muharrem’de aşure pişirip dağıtmaktadırlar. Aşure pişirme âdeti Osmanlılar döneminde saray başta olmak üzere vakıflarda ve tekkelerde özenle icra edilen bir âdetti. Bu sayede insanlara tatlı dağıtılıyordu. Birçok vakfın vakfiyesinde 10 Muharrem’de aşure pişirilip dağıtılmasına dair maddeler bulunmaktaydı.

Çetinoğlu: Sorularla sınırlı kaldığınız için belirtme imkânı bulamadığınız bilgiler varsa lütfeder misiniz?

Prof. Demircan: Benim beklentim, Alevi ve Şiî kardeşlerimizin mâtem uygulamalarını sorgulamaları ve gözden geçirmeleri, Sünnî kardeşlerimizin de Hz. Hüseyin’in şehadetiyle bağlantısı olmasa ve sosyal dayanışma açısından güzel bir âdet olsa da Hz. Hüseyin’in şehit edildiği günde İslâm dünyasının bazı yerlerinde ve ülkemizde yas tutan kardeşlerimiz varken aşure pişirip dağıtma âdetini gözden geçirmeleridir. Örneğin bugünün anısına pişirilen aşurenin bedeli, ülkemizdeki ya da dünyanın başka bir yerindeki ihtiyaç sahibi mazlum kardeşlerimize gönderilebilir. Kardeşlik fedakârlık gerektirir. Eğer bazı insanlar Hz. Hüseyin’in şehadetiyle aşure dağıtımı arasında bağ kuruyorlarsa, veya bu konuda onları ikna etmek, veyahıt da bu uygulamayı gözden geçirmek gerekir.

 

Prof. Dr. ADNAN DEMİRCAN:

1964 yılında Mardin’in Ömerli ilçesinde doğdu. 1987’de Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İslâm Tarihi ve Uygarlığı Bilim Dalında Yüksek Lisansa başladı. 1989 yılında Yüksek Lisansı, 1994 yılında aynı Enstitüde Doktorayı tamamladı.

Ocak 1992’de Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne İslâm Tarihi Araştırma Görevlisi, 1994 yılında Yardımcı Doçent olarak atandı; Ekim 1996’da Doçent, Şubat 2003’te Profesör oldu.

Çalışmalarını İslâm Tarihinin ilk dönem siyasî tarihi, özellikle de muhalif gruplar üzerine yoğunlaştıran Demircan’ın yayımlanmış birçok kitabı, müşterek çalışmalarda bölüm yazarlığı ve makalesi bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli çeviri ve telif projelerinde editörlük yapmaktadır.

 

Yayınlanmış eserleri:

1. Hz. Ali’nin Hilafet Hakkı Meselesinde Gadîr-i Hum Olayı, Beyan Yayınları, 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

2. Hâricîlerin Siyasî Faaliyetleri, Beyan Yayınları, İstanbul 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

3. İslâm Tarihi’nin İlk Asrında İktidar Mücadelesi, Beyan Yayınları, İstanbul 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

4. İslâm Tarihi’nin İlk Döneminde Arap-Mevali İlişkisi, Beyan Yayınları, İstanbul 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

5. Nebevî Direniş Hicret, Beyan Yayınları, İstanbul 2000; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

6. Hâricîlik Mezhebinin Doğuşu Bağlamında Din-Siyaset İlişkisi, Beyan Yayınları, İstanbul 2000; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

7. Ali-Muâviye Kavgası, Beyan Yayınları, İstanbul 2002; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2010; 3. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

8. Hz. Ali Dönemi ve Ehl-i Beyt, Beyan Yayınları, İstanbul 2008; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

9. Cahiliyeden İslâm’a Kadın ve Aile, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

10. Kabile Topluluklarından Akide Toplumuna, Beyan Yayınları, İstanbul 2009.

11. Kerbela: Keder ve Belâ, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

12. Tarihin Akışını Değiştiren Son Peygamber, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

13. Râşid Halifeler, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

14. Cahiliye Arapları, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

15. Fitne: Kardeşlerin Savaşı, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

16. İslâm Tarihi’nin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

17. Emevîler, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

18. Allah’ın Elçisi ve Mesajı, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

19. Çağdaş Hâricîlik Düşüncesi (Ahmed M. A. Celi’den çeviri), Beyan Yayınları, İstanbul 1997.

20. Nehcü’l-Belâğa: Hz. Ali’nin Konuşmaları, Mektupları ve Hikmetli Sözleri,

Derleyen: eş-Şerîf er-Radî, Beyan Yayınları, İstanbul 2006; 6. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2013.

http://ilahiyat.istanbul.edu.tr/?p=7877

 

On Muharrem Kerbela Olayı ve Âşurâ Günü

Kullanmakta olduğumuz Miladî Takvime göre 23 Ekim 2015 Cuma günü, Hicrî Takvime 10 Muharrem 1437’ye tekabül etmektedir.  10 Muharrem günü, bütün Müslümanlar tarafından ‘Aşure Günü‘ olarak bilinir.

1335 yıl önce bu gün, 10 Muharrem 61 tarihinde, İki Cihan Serveri Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimizin torunu, Hazret-i Ali (kv) Efendimizin oğlu Hazret-i Hüseyin (ra) Efendimiz ve berâberindeki 72 kişi, Emevi Halifesi Muaviye’nin oğlu Birinci Yezid’in adamları tarafından, günümüzde Irak sınırları içerisinde bulunan Kerbela Mevkii’nde şehit edilmiştir. Bu sebeple 10 Muharrem, İslam âleminde ‘hüzün ve ibret günü‘ olarak idrak edilir. ‘Kerbela Olayı’, bütün Müslümanların ciğerini dağlayan ve ibret alınması gereken fâcianın adıdır.

Kerbela Olayı niçin ve nasıl yaşandı?

Peygamber Efendimiz (sav)’in ebedî âleme doğuşundan sonra sırasıyla Hz. Ebubekir (ra), Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra) Halife oldular. Hz. Osman asîler tarafından öldürülünce Hz. Ali (kav) Miladî takvime göre 661 yılında Halifelik makamına oturdu.

Hz. Ömer döneminde, 641 yılında Şam vâlisi olarak tâyin edilen Muaviye, 661 yılına gelindiğinde Suriye topraklarının tamamını hâkimiyet altına almıştı. Mekke’de ise, Hz. Ali’nin vasiyeti üzerine büyük oğlu Hz. Hasan halife oldu. Hz. Hasan bir müddet sonra Muaviyenin baskıları ve vaatleri üzerine halifelikten feragat etti. Evine ve mescidine kapanıp Müslümanlara İslamiyet konusunda dersler vermeye başladı. Kısa bir süre sonra da eşlerinden biri tarafından zehirlenerek şehit edildi. Ağabeyinin sehâdeti üzerine Hz. Hüseyin Halife ilân edildi. Suriye’de ise Muaviye öldü, vasiyeti üzerine oğlu Yezid, babasının hâkimiyeti altına aldığı bölgenin halkından biat(*) aldı ve kendisini bütün Müslümanların halifesi olarak ilan etti.

Hz. Hüseyin, Yezid’in kendisine biat etmesini istedi. Yezid, çok sert bir şekilde bu isteği reddetti.

Hz. Hüseyin, amcasının oğlu Müslim’i, halkın görüşlerini almak maksadıyla Kûfe’ye gönderdi.  Müslim, Hz. Hüseyin için 20.000’e yakın insandan biat aldı. Kûfeliler, Hz. Hüseyin’i şehirlerine dâvet ettiler.  Hz. Hüseyin, aile efradı ve akrabalarını da yanına alarak taraftarları ile birlikte ve Yezid ile yüz yüze görüşmek için Kûfe’ye gitmek üzere yola çıktı. Maksadı savaşmak değildi. Çünkü yanındaki insanların, sayı ve silah olarak Yezid’in ordusunun karşısına çıkabilecek gücü yoktu. Zâten daha yolda iken kafileden ayrılanlar oldu.  Kûfe yakınlarındaki Kerbela mevkiine geldiklerinde Yezid’in gönderdiği 1.000 kişilik bir ordu onları durdurdu. Ayrıca 4.000 kişilik bir ordu daha geldi. Hz. Hüseyin, Yezid’in ordu komutanının gönderdiği elçiye, Kûfelilerin dâveti üzerine geldiğini, kayıtsız şartsız teslim olması talimatına karşılık; 1-Mekke’ye geri dönmesine, 2-Problemin çözümü için Yezid ile yüzyüze görüşmek için Şam’a gitmesine, 3-Uç bölgelerde kîfirlerle savaşın devam ettiği bir bölgeye giderek orada cihad etmesine izin verilmesini istedi. Tekliflerin hiçbirini kabul etmeyen Yezid’in ordu komutanı çatışmayı başlattı. Hz. Hüseyin ve

berâberindeki 72 kişi şehit edildi. Şehit edilenlerin cesetleri çarpışma alanında bırakılarak kesik başları, İslam’ın savaş mevzuatındaki hükümlerine aykırı olarak Kûfe’ye götürüldü.

Cereyan eden hâdiselerden ve neticesinden çok üzüldüğünü açıklayan Yezid, ordu konutanını vazifesinden azletmediği gibi, onu daha yüksek bir makama tâyin etti.

On Muharrem ve aşure günü

Kerbelâ’da yaşananlar için Şiî ve Alevîler tarafından Muharrem Orucu tutulur ve ağıtlar söylenerek törenler yapılır, yas tutulur. Ehl-i Sünnet inancında yas tutma geleneği olmadığından Sünni Müslümanlar oruç tutarlar ve şehitler için mevlid okuturlar.

Hz. Muhammed (sav)’in torunu Hüseyin’in Kerbelâ’da öldürülmesi hadisesi, Sünnilik’te de üzücü bir olay olarak kabul edilir. Hiçbir Müslüman, çocuğuna ‘Yezid‘ ve ‘Muaviye‘ isimlerini koymaz.

Ülkemizde; şehitleri anmak maksadıyla evlerde aşure denilen çorba ile tatlı karışımı yiyecek hazırlanır, kâseler ve tabaklar içerisinde komşulara dağıtılır. İster Sünni olsun, ister Alevi; bâzı aileler, Şi’îlikteki ’12 İmam’ kavramına izâfeden, aşureyi 12 çeşit malzeme ile pişirirler.

Kerbela Olayı, yalnızca Şi’îlerin ve Alevilerin değil, bütün Müslümanların acılı günüdür. Bu sebeple,  Osmanlı Devleti’nde ve Cumhuriyetin ilk 50 yılında,  Muharrem ayının ilk on günü, öğle ezanları, ağıt havasını andıran Hüseynî makamında okunurdu. Bu uygulama, Kerbelâ hüznünün, Türk-İslâm toplumunun tamamı tarafından paylaşılmış olmasının göstergesi idi. Nedense zaman içerisinde unutuldu veya uygulayıcıları azaldı. Alevi-Sünni yaklaşımına katkı sağlaması bakımından acının müşterek olduğunun mânâlı bir ifâdesi olan bu güzel geleneğin ihya edilmesinde faydalar vardır.

Şehit Hz. Ali ve O’nun şehit oğlu Hz. Hüseyin; filozof ve sosyolog İbn-i Haldun’a göre; akıllı ve içtihat sâhibidir. Yâni âyet ve hadisleri anlamaya ve doğru şekilde yorumlamaya muktedirdir. İbn-i Haldun’a göre adâletli bir halife olmayan Yezid’in saflarında savaşmak caiz değildir. Hüseyin’e karşı asker göndermesi fâsıklığını kuvvetlendirir. Bu sebeple Hz. Hüseyin’in şehit, ecirli ve sevaplı olduğunu belirtir.

Büyük Türk şâiri Fuzûlî, Hz. Hüseyin için en etkili şiiri yazmıştır:

 

Düştü Hüseyin atından Sahra-i Kerbela’ya,

Cibril koş haber ver Sultanı Enbiya’ya

 

Hz. Hüseyin Efendimiz ve arkadaşları, bu acı hâdisedeki asil duruşları ve doğruluk adına samimi yürüyüşleri ile sonsuza kadar müminlerin gönüllerinde en seçkin köşedeki tahtlarında oturacaklardır.

Onlara her türlü zulmü reva görenler ise Müslümanların ortak vicdanında ebediyen mahkûm konumunda kalacaklardır.

Bizler bu olayın ıstırâbını yaşarken, aynı acıların bir daha tekrarlanmaması için; 10 Muharrem’i doğru okuyup anlamaya kendimizi mecbur hissetmeliyiz. Kerbela Olayı’ndan ibret almalıyız. Vaktiyle yaşanan acıları, Alevi-Sünni kardeşliğini pekiştirmek için fırsat olarak değerlendirmeliyiz.

Kerbela şehitlerini rahmetle anıyor, Şiî ve Alevi kardeşlerimizin acılarını gönülden paylaşıyorum.

Cenab-ı Allah, hepimizin yar ve yardımcısı olsun. Gücünden ve Bir’liğinden bizleri hisseyâb eylesin.

(*)Biat: Arapça olan kelimenin aslı ‘Bey’at ‘ tır. Bağlılık, itimat bildirmek anlamlarına gelir. Hz. Peygamber, kendini tasdik edenlerden sadakat yemini almıştır. Ancak bu aslında, Hz. Peygamber’in şahsına değil, O’nun aracılığıyla Allah’adır. Kur’ân-ı Kerim’de, ‘Gerçekte sana bey’at edenler, Allah’a bey’at etmiş olurlar.’ Buyrulmaktadır.  (Fetih Sûresi, 10. Âyet)

İslâm tarihinde devlet başkanının tâyin veya tespit yollarından biri biat usulü olup, bir bakıma günümüzdeki seçim sistemini karşılamaktadır. Tarihî uygulaması bakımından biat, seçme ehliyetine sâhip kişilerin, seçilme ehliyetini haiz bir kimseyi seçip ona sadakatlerini bildirmeleri şeklinde yapılır. Bilindiği gibi Hz. Peygamber bir halife tayin etmeden vefat etmiştir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ashab (**), Benî Saide denilen yerde toplanarak devlet başkanlığı konusunda görüşmüşler ve Hz. Ömer’in teklifi ile Hz. Ebû Bekir’e biat etmişlerdir.

Şam vâlisi Muaviye de hâkimiyeti altında bulunan Suriye halkından biat almıştır. İslam hukuku uzmanlarının belirttiğine göre, ülke halkının tamamından biat almaya gerek yoktur. Toplumun ileri gelenlerinden ile yöneticilerden biat alınması yeterlidir. Muaviye’nin Suriye halkından biat alması İslam hukukuna uygun ise de, devletin ikiye bölünmesi anlamına gelmektedir. Zaman içerisinde de iki devlet arasında savaş olması ve İslam Devleti’nin zayıflaması söz konusu olacağından, Hz. Hüseyin halife ve merkezde bulunan devlet başkanı olduğu ülkesinin bütünlüğünü korumak için mücâdele etmekte elbette haklıdır.

(**)ashab: Sahabî kelimesinin çoğuludur. Sahabî, Hz. Peygamber devrinde yaşamış, Müslüman olarak Hz. Peygamberi görmüş, O’nun sohbetinde bulunmuş ve Müslüman olarak vefat etmiş olan şahıstır.

Kerbela Şehitlerinin İsimleri:
1- Abdullah oğlu Avf, 2- Abdullah-i Muhyi oğlu Ömer, 3-. Abdullah oğlu Sa’d, 4-. Abdullah-i Yezmi oğlu Abdurrahman, 5- Akîl oğlu Câfer, 6- Akîl oğlu Müslim, (Küfe’de) 7- Akil oğlu Abdurrahman, 8- Amr Kelbi oğlu Abdullah, 9- Avf oğlu Avn, 10- Avsece-i Azerbaycanî oğlu Müslim, 11- Cebâve oğlu Ömer, 12- Câfer oğlu Abdullah’ın oğlu Muhammed, 13- Câfer (İslam ordusunun müezzini), 14- Deccâne oğlu Abdullah, 15- Deccâne oğlu Sa’d, 16- Enes oğlu Mâlik, 17-Enes oğlu Muhammed, 18- Farrat oğlu Ömer, 19- Firûzan (İmâm Hüseyin’in kölesi), 20- Fâris oğlu Gulam (İmâm Zeynel Abidin’in hizmetçisi), 21- Gûlam Selman (Basra’da şehit oldu), 22- Gulam oğlu Urve (Hûr’un kölesi), 23- Hâni Baba (Urve ve Hz. Ali’nin kızkardeşi Ümmehâni’nin oğludur), 24- Hasan-i Hemedanî oğlu Berir, 25- Hûr oğlu Ali, 26- Hanzala oğlu Said, 27- Hassen oğlu Zehir, 28- Hz. Ali oğlu Hz. Hüseyin, 29- Hz. Ali oğlu Avn, 30- Hz. Ali oğlu Abdullah, 31- Hz. Ali oğlul Celal Abbas, 32- Hz. Ali oğlu Ebubekir, 33- Hz. Ali oğlu Fazl, 34- Hz. Ali oğlu Osman,  35- Hz. Hasan oğlu Abdullah, 36- Hz. Hasan oğlu Kâsım, 37- Hz. Hüseyin oğlu Ali Ekber, 38- Hz. Hüseyin oğlu (Mâsum) Ali Asgar (Abdullah Ekber), 39- Hz. Hüseyin oğlu (Masum) Kâsım, 40- Halit oğlu Ömer, 41- Harir oğlu Hamza, 42- Hâris oğlu Cebâve, 43- Hâris oğlu Yusuf,  44- Kays bin A’rabî, (Küfe’de)  45- Kelbi oğlu Veheb, 46- Ma’kel oğlu Enes, 47- Malik oğlu Vekkas, 48- Meşkûr (Hz. Müslim’in çocuklarının zindancısı), (Küfe’de)  49- Mezahir oğlu Habib, 50- Mikdâd oğlu Muuhammed, 51- Muhacir-i Câfî oğlu Zeyd,  52- Muhammed-i Kesiyr, (Küfe’de)  53- Muhammed Kesiyr oğlu Mahdum, (Küfe’de) 54- Muta oğlu Ömer, 55- Müslim-i Azerbaycanî’nin oğlu (ismi bilinmiyor), 56- Müslim Akîl oğlu Abdullah, 57- Müslim Akil oğlu İbrahim, (Küfe’de)  58- Müslim Akil oğlu Muhammed, (Küfe’de) 59- Müslim Hammad, 60- Müslim Mazenî oğlu Yahya, 61- Ömer oğlu Halit, (veya Halil) 62- Raf’i oğlu Hilâl, 63- Rebîa oğlu Kays, 64- Riyah oğlu Hûr, 65- Riyah oğlu Mıs’ab (Hûr’un kardeşi), 66- Saad (Ebu Tâlip’in kölesi), 67- Sad oğlu Hanzala, 68- Seviyd oğlu Şit, 69- Ubeyd oğlu Şerih, 70- Urve oğlu Abdurrahman, 71- Utbe-i Vekkas oğlu Haşim, 72- Utbe oğlu Mâlik, 73- Ziyad Şaabi oğlu Zeyd,

 

Önceki İçerikİslam Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Demircan Anlatıyor: On Muharrem ve Âşurâ Gerçekleri 2
Sonraki İçerik1 Kasım Seçimleri ve MHP
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.