‘Türk dünyasını Türkiye’ye, Türkiye’yi Türk dünyasına tanıtmak için çalışıyoruz.’ Diyen Yesevi Vakfı Başkanı Erdoğan Aslıyüce Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerini anlatıyor:

95

Oğuz Çetinoğlu: Yesevî Vakfı’nın başkanısınız. Hoca Ahmed Yesevî bütün Türk dünyası tarafından çok iyi tanınıyor.  O’nu; heyecan ile şuurun ideal karışımını sağlayan bir Türk milliyetçiliği aktivisti olan Erdoğan Aslıyüce’den dinleyelim. Kısa bir Ahmet Yesevî yorumu yapar mısınız?

Erdoğan Aslıyüce: Efendim, öncelikle Hoca Ahmed Yesevi’nin tarihî hayatını tanımadan nasıl ifade edersek edelim eksik olur kanaatindeyim;

Öncelikle hep söylenir; ‘Doğduğu yer belli değildir.’ Diye. Ahmed Yesevi’nin doğduğu yer Sayram’dır. Babası Şeyh İbrahim’in yaşadığı yer ve türbesinin olduğu yerde Sayram’a iki üç km mesafededir

Annesi ise Musa Şeyh’in kızı  Ayşe Hatun’dur. Hoca Ahmed Yesevi’nin türbesi Türkistan (eski Yesi) şehrinden 279 km uzaklıktadır.

Bütün Kaynaklar Ahmet’in 7 yaşında yetim kaldığını ifade ediyor. Buna göre 1104 yılında doğan Ahmet,1111 yılında yetim kalır. Babası ölünce annesi de Sayram’da bulunan dayılarının yanına yerleşir ve orada vefat eder. Annesinin türbesi de Sayram Cuma  Mescidi haziresindeki  ‘Karasaç Ana’ türbesidir. Dayılarının kabirleri de buradadır.

Sayram şehri Kaşgarlı Mahmud’un ölümsüz eseri Divanu Lügat-it Türk’te ; ‘Sayram: İsbicab veya Akşehir dahi denen Beyza şehrinin adı. Bu şehre Sayram dahi denir.’ Diye ifade edilmektedir.

Dünyaya geleceği daha Hz.Peygamberimiz zamanında haber verilen ve İslam büyüklerinden olacağı müjdelenerek Türk destan geleneklerine uygun olarak ve zengin kerametlere beslenerek ilk mürşidi olan Arslan Baba’dan ‘nefis’ terbiyesi alan Büyük Âlim Yusuf Hemadani’den (ö.1140) mânevî dereceler olarak şeyhine halife olup Buhara’da postuna oturduğu halde yerini Abdullah Gücdüvani’ye bırakıp kendisi Türkistan’a gelip dergâhını kurarak kararan gönülleri aydınlatmaya başlar.

O dönemde Yesi’deki konar-göçer Türk  topluluklarının tek Tanrı inancının da olanlarla, Hıristiyan, Zerdüşt, Budist ve değişik inançlarda olanları İslam’a dâvet eder…

Hoca Ahmed Yesevi, Arapça, Farsça bildiği halde Buhara’nın aksine Yesi’de derslerini Türkçe verir.

Uluğ Türkistan coğrafyasının klasik ve kutlu anlatım biçimi olan hece vezinli şiirlerine ‘Hikmet‘ adı vererek hiçbir sanat endişesi taşımadan fikrî, dinî açıklamalarını Türkçe yaparak öğretme görevini yürüterek bütün Türk topluluklarının vazgeçilmezi olmuştur.

Kısaca söylemek gerekirse Türk milletini İslam diniyle tanıştıran, Türk diliyle barıştıran kişi olmasından dolayı ‘Pir-i Türkistan‘ diye anılan Türk-İslam dünyasının millî ve mânevî birliğini sağlayan büyük insanlardan birincisi Hoca Ahmed Yesevi’dir.

Çetinoğlu: Ahmed Yesevî, Türk dünyasının birliği ve mutluluğu için çalışan bir ulu kişi idi.  Bu yönü ile Türk milliyetçisidir.  Aynı zamanda tasavvuf ehlidir. Yani mükemmel bir Müslüman’dır. Oysaki İslamî hassasiyeti olan bazı dostlarımız; ‘kavmiyetçilik’ olarak algıladıkları milliyetçiliği, İslamiyet’e aykırı buluyorlar. Buna karşılık bâzı Türk milliyetçileri de, Şamanizm özentisi içerisinde olmalılar ki, İslamiyet’e şaşı bakıyorlar.

Yesevî felsefesinin ışığında; milliyetçilik ve İslamiyet ilişkisini tahlil eder misiniz?

Aslıyüce: Hoca Ahmed Yesevi, Türkistan coğrafyasında Türk Tasavvuf şuurun uygulanmasında ilk büyük tesiri getiren bir ulu kişidir.

Yesevi, sanat endişesine hiç bağlı kalmadan şiirini sırf dinî, tasavvufî bir propaganda vasıtası gibi kullanmıştır.

Yesevilik’in etkisinin büyüklüğünü ondan kaynaklanan Bektaşilik ve Nakşilik’in etkilerini de göz önünde tutmamız gerekir.

Ayrıca Hoca Ahmed Yesevi’nin yaşadığı coğrafyanın büyük çoğunluğu Türk olan ahalisine rağmen, birlik beraberlik yoktu. Çünkü toplum, henüz İslamiyet’i ve onun getirdiği yeni dünya görüşünü tam manasıyla n anlayabilmiş ve benimseyebilmiş değildi.

İşte her şeyden önce birbirleriyle ihtilaflı olan değişik inançlara sahip olup Tek Tanrı inancı, Budizm, Şamanizm ve Paganizm’in kalıntılarını hâlâ yaşıyorlardı.

Bütün bunlara rağmen; Yusuf Hemadani Buhara’da dergâhında Hoca Abdullah Berki (ö.H.555 M.1160-61) ‘nin ölümü üzerine şeyhlik Hoca Ahmed Yesevi’ye kaldığı halde, yerini Abdulhalik Gücdüvani’ye bırakarak Yesi şehrine döner ve orada Türkçe söyleyip, Türkçe yazarak Türk milletini hem diliyle hem de diniyle tanıştıran ve barıştıran olarak görevine devam etmiştir.

Bu arada Hz. Peygamberimizin hayatını çok iyi öğrendiği İslam-ı Ehl-i Sünnet itikadını hiçbir tefrikaya sebep olmayacak şekilde düzenleyerek Allah katında kendine düşeni yapmamış olmakla suçlanacağını biliyor ve iman ediyordu.

Bu sebeple Yesi’de yakılan ocakta hoşgörüyle hiçbir din, mezhep ve ırk farkı gözetmeksizin bütün insanlığa hizmet etmeyi ve kararan gönülleri aydınlatarak kazanmayı kendine şiar edinmiştir.

Hoca Ahmed Yesevi, Hz. Peygamberimiz ve sahabelerin yaptığı gazalardan, kendinin nefsiyle yaptığı savaştan bahsedip ‘Hu Şemşirin kolga alıp nefsini kır‘ der. Yani kılıç gibi keskin Allah adını anarak nefsini kır derken sanki Allah Allah sedalarıyla gazileri savaşa yollar. Savaşla ilgili bir kıt’ası da şöyledir;

 

Bu dünyada yügrük atka mingüçiler

Harb küninde mübarizlik kılguçılar

Elmas pulad kılıç kurnı çapkıçılar

Ecel kilse begu hanı koymas imiş

 

Bu dünyada yüğrük ata binenler, harp gününde savaş edenler, elmas çelik kılıç kuşağı kuşananlar, ecel gelince beyi, hanı koymaz imiş‘ diyen Hoca Ahmed Yesevi bir yandan gazilere fethe yüreklendirirken bir yandan da ölümün herkese geleceğini hatırlatıp;  ‘Ölürseniz Tanrı yolunda ölün‘ demek ister.  İslam’ı yaymak için hak yolunda ölmek Türk-İslam gazilerinin en büyük ideali olmuştur. Ahmed Yesevi Türkistan Türklüğünü kuzeye ve batıya yapacakları akınlar için hikmetleriyle teşvik edip yönlendirmiştir. (1)

Hoca Ahmed Yesevi;

Yol azığınızı düzün, güçlüklere karşı hazırlıklı olun, yarı yolda kalmayın!‘  Diyerek, Anadolu yollarına Oğuz boylarını fethe göndermiştir.

Şüphesiz ki, tarih boyunca birçok şom ağızlı da çıkmıştır. Her olayı bağnaz ve tutuculukla yorumlamıştır.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in 49.suresi olan El-Hucuret suresi 13. âyetinde;

Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden (Âdem ile Havva’dan) yarattık. Hem de sizi soylara ve kabilelere ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız (kim olduğunuz sorulunca, bağlı bulunduğunuz soy veya milletinizin adını söyleyesiniz). Biliniz ki, Allah katında en iyiniz takvası en ziyade olanınızdır (şeref, soy ve neseple değildir). Şüphe yok ki Allah Âlim’dir. = Herşeyi bilendir, Hâbirdir = Herşeyden haberdardır.

 

Zinhar Türk’üm demeyin dinden çıkarsınız!‘ diyenler kendi soylarını ve aşiretlerini ilan etmişlerdir.

İslamiyet’e şaşı bakıp Şamanizm özentisi olanlar öncelikle Şamanizm’in Mançurya’dan geldiği ve bir din anlayışı olmadığını da bilmeleri gerekir.

Çetinoğlu: Ahmed Yesevî, derin ve engin Peygamber muhabbeti ve öğretileriyle ‘Sünni Müslüman’ sıfatına uygun bir yapıya sahip. Buna rağmen Aleviler sâhipleniyorlar. Yesevî Hazretleri, ‘İslamiyet’in  özel bir yorumu’ olarak kabul edebileceğimiz  Alevîlikle ilişkilendirmek mümkün olsa bile, tamamen Alevîliğe terk edilebilir mi?

Aslıyüce: Şüphesiz ki, Hoca Ahmed Yesevi’deki engin peygamber sevgisini Fuat Köprülü bir Yesevi dervişini kaynak göstererek şöyle ifade eder:

Hz. Peygamberimizin gazvelerinin birinde Ashabı Kiram çok acıkmış ve Hz. Peygamberimizden yiyecek istemişler, Hz. Muhammed (s.a.v)’in duası üzerine Cebrail (a.s.) cennetten bir tabak hurma getirdi. Ancak dağıtım sırasında bu hurmalardan biri yere düştü. Cebrail (a.s.) bu düşen hurmanın gelecekte ümmetin hayırlılarından olacak Ahmed’in nasibi olduğu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, sahabesi içinden kimin bu emaneti Ahmed’e vereceğini sordu. Arslan Baba bu göreve talip oldu ve Hz. Peygamber düşen hurma tanesini eliyle Arslan Baba’nın  ağzına attı. Hemen hurma üzerinde bir perde zahir oldu ve Hz. Peygamber, Arslan Baba’ya Ahmed’i nasıl bulacağını târif ve tâlim ederek onun terbiyesi ile meşgul olmasını emretti.

 

Arslan Baba aldığı emir üzerine Uluğ Türkistan’ın Sayram şehrinde Ahmed’i 7 yaşında buldu:

Okula giden bir çocuk gördü ve selam verdi. Çocuk selamı iade etti ve sordu:

– ‘Ey Baba hani emanetim?‘ dedi.

Arslan Baba şaşırdı.

– Sen bunu nereden biliyorsun?

– Bana Allah bildirdi.

Arslan Baba adının Ahmed olduğunu öğrenince emaneti sahibine verdi.

Yedi yaşına kadar birçok yüksek manevî rütbelere yükseldikten sonra Arslan Baba’nın terbiyesi ile yüksek bir olgunluk mertebesine erişen Ahmet, yavaş yavaş şöhret kazanmaya başladı. Olgunluk çağında 27 yaşında da büyük âlim Yusuf Hemadini’ye (ö.1040) intisap etti.

İmam-ı Azam, Ebu Hanife (599-670), Buhari (810-869), Büyük Türk Bilgini İmam Matrudi (852 ?-944) ve Yusuf Hemedânî gibi büyük İslam bilginlerinin izinden yürüyen Ahmed Yesevi, hakikat mertebesine ulaşabilmek için ibâdet ve riyâzeti tavsiye eden, ancak Hak yolunun meşakkatli olduğunu ifade ederek önce nefsin öldürülmesi gerektiğini nefsinde tatbik ederek Ehli Sünnet yolundan ayrılmadan itikadî  olarak ta Matrudi yolunu takip etmiştir.            Yesevlik  13. yüzyılda Yesevi dervişleri vasıtasıyla Anadolu coğrafyasına gelmiştir. Anadolu’daki onlarca Yesevi yolcularından bazıları Hacı Bektaş-ı Veli, Sarı Saltuk, Ahi Evren, Geyikli Baba, Şeyh Sadreddin Konevi ve diğerleridir. Somuncu Baba ve Hacı Bayram-ı Veli de aynı altın halkanın temsilcileridir.

Hoca Ahmed Yesevi Hazretleri bir gün Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’ye buyurdu:

 

‘Eğer her zaman Cenab-ı Hak ile konuşmak istersen şu rübaiyi dilinden düşürme:

 

Sensiz benim bir dem karara mecalim yok,

İyiliklerini saymaya imkânım yok

Tenimdeki her tüy eğer dillense

Binde bir şükrümü yerine getirmeye imkânım yok (2)

 

Hayatın boşluğa tahammülü olmadığı gibi Hoca Ahmed Yesevi’ye Hacı Bektaş-ı Veli  bağlıları sahip çıkmışlardı. Hem iyi de etmişler yoksa tamamen unutulacaktı.

 

Kimin kime sahip çıkması hiç önemli değildir. Hoca Ahmed Yesevi’yi Divan-ı Hikmet’nden, Hacı Bektaş-ı Veli’yi de Makalat’ından tanımalıyız.

Hoca Ahmed Yesevi, İslam’ın inanç, ibâdet ve ahlak ilkelerini hep savunmuş ve bunları Türklere sevdirmiştir.

Divan-ı Hikmet de Yesevi’nin İslamiyet anlayışının göstergesi değil mi?

Sünnetleri muhkem tutup ümmet oldum Ebu Bekir, Ömer, Osman, Murtaza’ya Emri

Maruf, Nehy-i Münker bilip kılsa namaz, oruç, tövbe üzre varanlar Fasık, Facir havalanıp yere basmaz oruç, namaz, kaza kılıp, misvak asmaz Resullah sünnetinde değer vermez günahları günden güne artar dostlar şeriatı, tarikatı bileğimde sen oruç, namaz Kadir’imin farzı olur. Gördüğü anı inanan Ebu Bekr-i Sıddık’tır. İkinci yar olan adaletli Ömer’dir. Üçüncü yar olan hayâ sahibi Osman’dır. Dördüncü yar olan Hak Aslanı Ali’dir.’

Türkler arasında Emevi ve Abbasi zulmünden kaçanlar, Türklere Ehl-i Beyt’in uğradığı haksızlıkları dinledikçe sempati duymuşlardır. Müminlerin tamamı da Ehl-i Beyt’i sevmişlerdir. Yesevilik bütün Türklerin zevkine ve ruhuna hitap etmiştir. Yesevilik’in sevilmesi manevî değerlerimizde birleşmede en önemli rolü oynamıştır.

 

Önceki İçerikÖlü Metin’de yitik diriliş
Sonraki İçerikTaşı Eritip Kadim Şehirleri Konuşturan Tarihçi
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.