Ölü Metin’de yitik diriliş

97

Ey Sevgili

Sen Benim ömrümün,

Yalnızlığının öteki yüzüsün!

İbrahim Özgün

 

Doğan Kitap’ta yayınlanan “Yürüyüş Yolu” adlı çalışmam dolayısıyla mahkemeye verildim. Kitabın mevcudu da yok. Birinci baskısı bitti. Yenisi ne zaman olur bilmiyorum. Ancak Yürüyüş Yolu’nun ikinci duruşması Ekim sonu yapılacak. Türkiye’de fikir emekçilerinin önemli bir kısmının ikinci evi gibidir adliye koridorları. Bana da hiç yabancı değil. Son olarak Ankara Adliyesi’nde (2006) yargılanmış ve beraat etmiştim. 9 sene sonra bir yeni mahkeme geldi. En fazla görüşlerimden, yazılarımdan veya yazıişlerinde hukuki sorumluluğu almamdan dolayı yargılandığı 1960’lı yıllardır. Askere gittiğimde(1968) 40 ayrı basın-yayın davasından yargılandım ve tümünden de aklandım. Şimdi bir yenisi, inşallah bu da aynı sonuçla neticelenir. Çünkü ben insandan, barıştan ve ülkemden yana bir yazarım. Çok değerli hukukçumuz, Elazizlihemşehrimiz Avukat Mehmet Cangir ile konuyu görüşmek üzere İstanbul Aksaray’daki İLESAM etkinliğinde buluştuk. İkimiz de İLESAM’a üyeyiz. Dava dosyamı İLESAM İstanbul Başkanı Cafer Vayni ile Avukatımız Mehmet Cangir’e verdim. Sonrasında ise “ÖLÜ METİN” etkinliğine katıldık.

Çok Yönlü Bir Aydın

Ölü Metin Azerbaycanlı Yazar Orhan Fikretoğlu’nun (Bakü-1966) uzun ve kısa hikâyelerden oluşan bir kitabı. Türkiye Türkçesi’ne Prof. Dr. Fethi Gedikli çevirmiş,  editör Güray Süngü’nün nezaretinde İZ Yayıncılık da neşretmiş. Sefer Aliyev neşrinde katkı vermiş. Çiçeği burnunda bir kitap Ölü Metin. Kitabı da yazarı da tanımıyorum. İLESAM’da yüzyüze geldik dolayısıyla.

Azerbaycan’a defalarca gitmeme, değişik etkinliklere katılmama, meslek kuruluşlarında birlikte olmama rağmen Orhan Fikretoğlu ile karşılaşmadım. Aynı zamanda Orhan Fikretoğlu televizyon yorumcusu, sinemacı ve senarist. Şair bir ailede yetişmiş. Moskova Dünya Edebiyatı Enstitüsü’nde eğitim görmüş. Daha 15 yaşında iken  Kirpi dergisinde ilk hikayesi yayınlanmış, 17’sinde sinemaya dahil olmuş. Çok genç yaşta edebiyat ve sanat mahfillerinde ismi duyulmuş, çalışmaları yayınlanmış. Değişik dillere tercüme edilmiş. Öyküleri Oxfort Üniversitesi’nde gündeme alınmış, Dünya Nesir Antolojisi’nde yer bulmuş. “Yedi” romanıyla Almanya’da ödüle layık görülmüş. Tiyatro eserlerinden Taş, Çuvaldızın Ölümü, Şekilci ve Şekilci sahnelenmiş. Yük filminde de aktör olarak rol almış. Şans Yüzüğü, Ses, Umut, Solak, Beyaz Tablodaki Adam, Halı Nağmesi (Uluslararası Yalta Ödülü),  Aile, Kız Kulesi, Arsa, Yalan, Kelebek,  Borç, Kanatlarımı Yumuşatma Çek filmlerinin sinema yazarı. Gazelhan Filminde sinema editörü.

20. Yüzyıl Bozgunu

Türkiye Türkçesine büyük bir başarı ile aktaran  Prof. Dr. Fethi Gedikli Bakü’de Türkiye Kültür Ataşesi olarak bulunmuş, dolayısıyla Azerbaycan aydın, yazar, akademisyen ve sanatçılarıyla birlikte olmanın avantajını da kullanmış bu çeviri sırasında. “Çağımızın insanı yalnızdır, hastalıklıdır, yaralıdır, bölünmüştür, parçalanmıştır. Sanırım bu yüzden Ölü Metin’de de bütünlüğe varmak için okuyucunun çabası gereklidir.” diye hatırlatan Prof. Dr. Fethi  Gedikli bu uzun ve kısa öykülerde Müslüman Türklerin 20. Yüzyıl boyunca yaşadıkları benzersiz yıkımı göreceklerini belirtiyor. Türkiye’de bir, Azerbaycan’da üç kez yaşanan alfabe değişikliğinin insanları hafızasız bıraktığını savunuyor. Diyor ki özetle:

-Hepimiz alzaymır hastasıyız. Bin yıl boyunca atalarımızın yazıp çizdikleri birdenbire bize yabancılaşmış “ölü metin” haline gelmiştir. Ölü teminleri diriltmek için İsrafilin suruna ihtiyaç vardır.

Esasında bu tespit, kitap ile alakalı bütün her şeyi deşifre ediyor. Bir yaklaşım da şu; “Sırp Yazarı MiloradPaviç’in Hazarların Sözlüğü, Azerbaycanlı Kemal Abdullah’ın Yarımcık Elyazması ve Neriman Abdurrahmanlı’nın Gönül Elçisi’yle  Umberto Uco’nun Gülün Adı’nın bir devamı Ölü Metin!”

Ölü Metin’de tema; Azerbaycan özelinde Müslüman dünyanın serancamı. Alfabe değişikliği ile dilsizleşen bir toplum. Düşmana hizmet eden bir sistem. Maruf bireylerin soyunun tükenmesi,  fizik ögeleri gibi kültür varlıklarının, yazılanların ve üretilenlerin ölü metinler haline gelmesi. Yetmez mi bu ana eksenin tartışılır hale gelmesi? Bana göre yeter de artar bile. Toplum içinde insanlar yapayalnız. Savaşın vurduğu işgal altındaki Karabağlı çocuğun bilinci onarılması zor halde yaralı, bir başka cehennem bekliyor savaş mağdurlarını. Kaçkınlar (mülteci) geleceğini kaybetmekle yüzyüze. Dış dünya kendisinden olmayana; öldürmeyi ve öldürülmeyi dayatıyor. Başka alternatif de göstermiyor. İnsanlarımız adeta bir mengene içinde sıkışıp kalmış!. Karabağ’da, Irak’ta, Yemen’de, Suriye’de, Mali’de, Libya’da, Mısır’da, Afganistan’da, Arakan’da durum aynı. İnsanlar ya bir intihar bombacısına hedef olacak, ya da kendisi bir intihar bombacısına dönüşecek. Belki de insanlar Amerika’nın insansız hava aracıyla öldürülecek, ya da çaresizliğini Avrupa yolunda zenginlik, lüks yaşam, tüm dünyevi hazlar ve özgürlük yolunda denizde boğulmak ile yaşamaya tutunmak arasında mücadele edecek. Ölü Metin’den böyle bir mesaj çıkarmak mümkün.

Prof. Dr. Fethi Gedikli Türkçenin filizlenmesi olarak görüyor Ölü Metin’i. Bunda kendisinin de katkısı var. İLESAM’daki konuşmasında bir hususa da dikkat çekti: “Batı ve ABD, toplumları tanımak için söz konusu ülkenin edebiyat kitaplarına bakıyor. Dününü ve bugününü değerlendirebiliyor. Kararlarını ona göre şekillendiriyor.” Doğru bir tespit bu. Necip Mahfuz’un kitapları Mısır halkını, yönetimini, mücadelesini, sosyal hayatını, evvelini ve ahirini tanımak için yeter de artar bile. Ben böyle bir şansı yakaladım ve kullandım. Kahire’de görevli olarak kaldığım sürede Necip Mahfuz’u tanıdım, eserlerinin tümünü okudum. Mısır ve toplumu Necip Mahfuz’un anlattığının aynısı.

İZ Yayıncılık’ın editörü Hamdi Akyol da Azerbaycanlı yazarların Ölü Metin ile 7. Eseri neşretmiş olduklarını söyledi. Darısı diğer yayınevlerimizin başına, birbirimizi daha akından tanımak için.

Aşk ve İsyan Ahlakı

İLESAM’daki Ölü Metin toplantısında Azerbaycanlı Orhan Aras gibi bir aydını tanımakla çok mutlu oldum doğrusu. Çok birikimli, donanımlı bir entelektüel. Almanya’da bulunuyormuş. Böyle bir toplantı için gelmiş. Ailesi ve evi İstanbul Maltepe’de imiş. Halil Cibrin’den bir tespitle başladı konuşmasına “Yaratıcılık aşk veya isyanla doğar, ortaya çıkar.” Günümüz insanında bunlar kaybolan güzellikler oysa. Kullananın hiç bir katkısı olmadığı akıllı telefonlar herkese yetiyor ve artıyor galiba. Aşk ve İsyan Ahlakı de ne oluyor?. Galiba eve döndüğümde Nurettin Topçu ve Dr. Ali Şeriati’yi bir kere daha okuyacağım. Neler dedi Orhan Aras:” Biz her şeye ideolojik gözlükle baktık. Batıcı, Ülkücü, Türkçü, İslamcı vs. Oysa batı ise edebiyat eserleriyle, televizyon dizileri ve sinemasıyla kendi insan prototiplerinin hepsini sundu. Ceo, futbolcu, bankacı, polis, gangster, mafya, katil, öğretmen, talebe, yerel yönetici, politikacı, kumarbaz vs. Bunların iyi olanını da, kötü örneğini de bize ezberletti. Seçmeyi bize bıraktı. Biz bunu yapamadık. Tercih hatalarında bulunduk.”

Ne kadar önemli bir tespit, gençlerimiz her nasılsa hep Messi olmak ister. Her ne ise. Orhan Aras’a göre aşk ve isyan kültürleri doğuruyor. Çağlayan gibi yeni bir medeniyet hareketini önümüze koyuyor. İnsanın anlama ve anlatma kabiliyeti ortaya çıkıyor. Azerbaycan edebiyatı ve sanatı bu nedenle saraylara girdi. Kanuni Sultan Süleyman ünlü Türk bestekarı ve nazariyatçısı Abdulkadir Meragi ailesinin torunlarına bile maaş bağlatmıştır.Şairleri ödüllendirmiştir. Ya bugün?!

Tefekkür Yitirilmemeli

Kitabın yazarı Orhan Fikretoğlu o gün mutluydu. Türkiye Türkçesine Ölü Metin’in çevrilmesinin orijinalinden de güzel olduğunu söyledi. İşinin yazı yazmak olduğunu belirten Orhan Fikretoğlu görevinin de insanları anlatmak ile bütünleştiğini, böylece insanların ve toplumların birbirini daha yakından tanıyabileceklerini belirtti. Yazar Orhan Fikretoğluşunları söyledi:

-Toplumlara sevgiyi aktarıyorum, coğrafyamızı ve birbirlerini tanıtmaya çalışıyorum. Bunu da tefekkürle yoğunlaştırmaya çağırıyorum. İnsanları en iyi tanıma aracı edebiyattır. Ancak özünü satarak vitrine giren edebiyatçılar daha öndedir. Benim gibi çetin edebiyatçılar ise pek tanınmıyor, vitrine giremiyor, giremiyor. Dolayısıyla kendimize dönmenin tam zamanı diye düşünüyorum. Kitabımın anlaşılmasını çok istiyorum. Tefekkür yitirilmemeli.

Bir de anekdot vardı toplantıda. Bir yazara sormuşlar kitabında ne anlattın diye. O da “Ben yazıcıyım, okuyucu değilim” demiş.

Yazarlar insanını, toplumunu anlatmalı. Hem de idealize etmeden gördüğü gibi yansıtmalı. Sokaktaki insan bir eseri okuyunca kendini bulabilmeli, “İşte bu benim, bu  kitap beni anlatıyor” diyebilmeli. Üstelik  unvanı, makamı, şöhreti, özelliği ne olursa olsun. Ölü Metin tefekkür etmek için de bir fırsat; insanımızı, toplumumuzu, günümüzü, gelişmeleri düşünmek için de iyi ayarlanmış bir çalışma. Nerede, niçin ve nasıl duruyoruz?!