Bir müddettir sosyal medya üzerinden, Çin devletinin baskılarına maruz kalan Doğu Türkistan’daki Uygur halkına ait olduğu ifade edilen görüntüler hepimizi derinden etkiliyor.
Bu görüntülerin sıhhati ve gösterilen tepkiler ile ilgili tartışmalar bir tarafa, konunun önemli bir gündem maddesi olması hasebiyle bu hafta sizlere Doğu Türkistan sorunu hakkında genel bilgi vermek istiyorum:
Geçmişten itibaren Doğu Türkistan toprakları Çin devleti için önem arz etmektedir. Eski ipek yolu üzerinde bulunan bu topraklar Çin’in batıya çıkış kapısıdır. Çünkü Çinin büyük bölümünü kaplayan Taklamakan çölü ve Çin Seddi devletin batıya çıkışını engellemektedir.
Dolayısıyla stratejik öneme sahip olan Doğu Türkistan toprakları üzerinde Çinin hâkimiyet kurma çabaları 18 yüzyıla kadar dayanmaktadır ki ilk büyük Çin istilası bu bölgede 1755 senesinde yaşanmıştır.
Doğu Türkistan toprakları üzerinde stratejik hâkimiyet kurma çabalarının önceleri Çin ve Rusya arasında gerçekleştiği görülmektedir.
Nitekim 110 yıllık Çin hâkimiyetine binaen Rusların da burayı işgale kalktığı bir dönemde Yakup Bey yönetiminde ayaklanan Uygurlar, Doğu Türkistan topraklarını birleştirerek güç kazanmışlarıdır.
Bu noktada Yakup Bey’in bu hâkimiyeti sağlarken İngiltere’den yardım aldığı da kaynaklarca belirtilmektedir.
Batı’nın bu bölgeye bakış açısı ise burada kurulacak devletin Rusya ve Çin arasında tampon bölge olarak kullanılması yönündedir.
II. Dünya Savaşı sonrası bölgedeki Rusya ve Çin rekabeti giderek yoğunlaşmış, Çin’e karşı ayaklanmaları Ruslar tarafından desteklenen Uygurlar netice itibariyle göçe zorlanmıştır.
Çin’in bu bölgede hâkimiyet kurmayı ilk olarak bölgenin nüfus yapısını değiştirmek suretiyle sağladığı görülmektedir. 1953 yılı nüfus sayımına göre nüfusun %75’i Uygur %6’ı Han Çinlisi olan bu topraklarda 2000 yılına gelindiğinde %45.21’nin Uygur %40.57’sinin ise Han Çinlisi olduğu dikkati çekmektedir.
Yapılan jeolojik incelemeler neticesinde Çin’in yer altı enerji kaynaklarının %40’ının Doğu Türkistan’da bulunduğunun saptanması, bölgenin stratejik önemini daha da arttırmıştır. Bu durum Çin’in Uygurlar üzerindeki baskısını farklı bir boyuta taşımış, bölgedeki ekonomik dengeyi de Uygurlar aleyhine döndürmüştür.
Batı dünyasının bu bölgeye tavrı ilk olarak tampon bölge olarak kullanılması doğrultusunda olmuşsa da yaşanan ekonomik gelişmeler, bölgenin enerji kaynaklarının zenginliğinin ortaya çıkması ve pazar payının Asya’ya kayması ile birlikte bölgeye olan ilgi ve alakanın gittikçe artması söz konusu olmuştur.
Çin ekonomisinin dünya üzerindeki etkisinin artması ise özellikle ABD’nin gözünü buraya çevirmesine neden olmuştur. Nitekim 2004 yılında ABD parlamentosunda Doğu Türkistan Cumhuriyeti bölümü kurulmuştur. Bu bölgeden ABD’ye gelen Uygurlar sayesinde bölgede ABD sempatizanlığının arttığını söylemek mümkündür.
11 Eylül saldırısından sonra radikal İslami örgütlere karşı dünya çapında girişilen mücadele bağlamında Çin’in bu bölgede gerçekleştirdiği yaptırımlar da dünyaya radikal İslamcılığa karşı verilen bir mücadele olarak yansıtılmıştır. Buna bağlı olarak bu bölgede uygulanan sosyal ve ekonomik olarak Çinlileştirme faaliyetlerinin baskısı ve hızı da artmıştır.
11 Eylül’den sonra Doğu Türkistan’da faaliyet gösteren çeşitli Uygur kökenli örgütlerin de batılı ülkeler tarafından radikal İslamcı terör örgütleri olarak tanınması, Çin devletinin bu bölgedeki baskı faaliyetlerini artırmasında önemli bir gerekçe olmuştur.
Türkiye’de ise 1938 yılından sonra yani Atatürk’ün ölümünden itibaren bu bölge ile ilgili belirgin bir politika izlenmediği söylenebilir. Ancak Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra kurulan yeni Türki Cumhuriyetler ile beraber Doğu Türkistan sorunu Türk kamuoyunda yer almaya başlamıştır.
Çin devleti Türkiye’ye Doğu Türkistan meselesinin kendi iç meselesi olduğunu, dolayısıyla karışmaması gerektiğini vurgularken, Türkiye’nin konuya insan hak ve özgürlükleri açısından yaklaştığı görülmektedir.
Kısaca özetlemek gerekirse yine bir Türk-İslam coğrafyasında coğrafi konum ve ekonomik nedenlerle Türk ve Müslüman nüfus zulme uğramakta, Türkiye olarak, maalesef bu konuda kendi politikamızı oluşturamadığımız için, elimizden kınamaktan başka bir şey gelememektedir…
Umarım bu makus talih tez vakitte değişir…