Dinsiz Müslümanlar

100

Ayşe Böhürler’in Diyanet Dergisi’ndeki yazısı Kasım 2014’teyayınlanmış:

“‘Felsefesi olmayanın dinî yaşantısı da olamaz’ gerçeği ile ne zaman yüzleşiriz bilmiyorum…

“Yeniden dindar bir kimlik inşası için üst baş meselesini bırakıp ruhları onarmaya, hayata anlam katmaya ihtiyacımız var. Dışımızı imar ettik ama içimiz bomboş.”

“…dindarlığın ameli kısmına odaklanarak, felsefesine bigane kalmanın sonuçlarına da bakmak gerekiyor…”

“Belki de geçmişteki anlayışımız /dünyadan vazgeçerek dindarlaşma modeli / doğru değildi. Ya da İslam’a tamamen siyasal bir proje olarak bakmak.”

“İlkeleri ve fikri öne almaz, eylemlere odaklanırsak içeriği boş dindarlık şovları etrafımızı kuşatacak…”[1]

Adaletsiz dindarlar

26 Ocak 2015’te köşe yazısına “Siyasî İslamcılığın iflası”başlığını koyan, daha önce o da Diyanet Dergisi’ne yazan ama artık yazamayan başka bir Ayşe, Ayşe Sucu Hanımefendi. Önce bir hikâye anlatıyor. Çölde devesiyle yol alan yaşlı bir bedevi su, su diye inleyen bir “mağdur”la karşılaşır. Devesinden inip ona su vermeğe çalışırken adam birden sıçrayıp devesini çalar. Bedevi arkasından seslenir: “Sakın kimseye söyleme, çünkü duyulursa çölde bir daha kimse kimseye su vermez“.Hırsız mağdur ne güzel oturmuş yerine! Ve şüphesiz bize uyarlandığında mesele sudan daha önemli. Artık kimse Müslümanlık söylemine kulak kabartmaz!

Şu hükümlerle yazısını bitiriyor Sucu:

“- Adaletin olmadığı yerde, dinin, ne derece varlığından ve öneminden bahsedilebilir?””- Adalet kaybı, dini söylem (sadece ağızdan çıkan bir ses) olarak ne derece örtülebilir?”

“- Din, adaleti tesis etmeye çalışır. Müslüman adil olmak zorundadır. Adaletsizlik ise dine savaş açıyor ve dini yok etmeye çalışıyor; bunun farkında mıyız?”

“- Dini söylem ile siyaseti ayırma zamanı gelmedi mi?”[2]

Kul hakkı yiyen dindarlar

12 Ocak 2015’te Hürriyet’teki röportajda İskender Pala’nın gözlemleri gayet berrak ve bir o kadar üzücü. Edebiyatçı bazen sırf akılla bakan bir gözden daha iyi görür.:

“- …ben Avrupa’da yaşayan bir insan olsaydım şu anda İslam’a hiç sıcak bakmazdım. İkincisi, Türkiye’de yaşayan 20 yaşında bir genç olsaydım gene İslam’a sıcak bakmazdım.”

“15 yıl sonra bambaşka bir Türkiye olacak.  İslami hassasiyetler kaybolacak. Ahlak anlayışımız, günah anlayışımız değişecek. Çünkü siz İslam’ı erozyona uğratıyorsunuz.”

“Biz bugün neden bu kadar muhafazakâr ve İslami esaslı olduk? Çünkü içimizdeki boşluğu dolduracak bir ideoloji bize verilemedi, elbiseler dar geldi. Şimdi bu elbiseyi kendimiz yırtıyoruz, yırtık bir elbiseyi de kimse giymek istemeyecek.”

Pala günümüzde bol rastlanan kul hakkı ihlallerine, bir dizi misal verdikten sonra,

“Yazık ki biz artık Türkiye’de kul hakkına riayet etmiyoruz. Türkiye bir kul hakkı denizi içerisinde boğuluyor. Ülke olarak başımızdaki belanın bu olduğunu düşünüyorum.”

diyor.

Özetle: Kul hakkı yiyen imam da dinden çıkarıyor.

Sadece yasak

Prof. Dr. Tayfun Atay, “İslam Mühendisliği” yazısında, İngiltere’deki bir Nakşi topluluğundaki tecrübesini konuya uyguluyor[3].Atay Hoca İngiltere’de bu cemaat içindeki İngilizlere dikkat etmiş,

“İçerisinde yaşadıkları ‘modern’ toplumun maddiyatçı, bireyci, rekabetçi dişlileri arasında kendisini yalnızlaşmış, yabancılaşmış, kimsesizleşmiş ve kaybolmuş hisseden bu insanlar, özellikle mistik-manevi deneyim ve tatmin arayışıyla bu sufi-İslâmi çevreye yöneliyorlardı. Fakat burada birdenbire karşılarına çıkan ‘yerli’ Müslümanlar, katı, kuralcı, yasakçı, aşırı talepkâr ve hoşgörüsüz bir söylem ve pratiği bu ‘yeni’ Müslümanların başından aşağı ‘İslâm’ adı altında boca etmekteydi. Neye uğradığını şaşıran ve büyük bir hayal kırıklığı yaşayan bu insanlar, içlerindeki ruhsal-manevi boşluğa hitap edeceğini zannettikleri İslâm’a yönelmekle hata ettikleri hissine dahi kapılmaktaydılar.”

“Onlar, içsel bir arayışla kendilerine ‘ruhsal şifa’ vaat eden bir inanca yol tutmuşlardı. Ama şimdi onlara, dışsal bir zorlama ile son derece kuralcı, şekilci ve baskıcı bir ‘dindarlaşma’ dayatılmaktaydı.”

“Artık hiç saklamadan ‘Selefi-meşrep’ bir zorla-dindarlaştırma projesini hayata geçirme yolunda ilerleyen AKP iktidarının pek çok girişimine baktığımda bir yandan hep o Batılı Müslümanlar aklıma geliyor.”

1981-87 arasındaki altı yıllık Suudî Arabistan hocalığımı hatırladım. Dhahran’daki son derece modern üniversitede ve onun hemen yanı başındaki Aramco’da  epey bir mühtedi vardı. Amerikan, İngiliz, Macar… Fakat dikkatimi çeken, bunların hiç birinin Suudi Arabistan’da Müslüman olmadığıydı. İhtida ettikleri ülkeler çeşitliydi; aralarında Türkiye de vardı ama Selefiyeyi Hassa’nın kalesi Suudî Arabistan yoktu. Atay Hoca, bir bakıma, benim 80’lerdeki gözlemimin artık doğru olmadığını, Türkiye’nin de ihtida edilecek ülkeler kategorisinden çıktığının işaretini veriyor.

Hikmeti kaybolan İslamiyet

“Türkiye’nin giderek dindarlaştığı tezi doğru değil. Şekil ve sembolleri ölçü alırsak, bolca kullanılan dini kelime ve kavramları ölçü alırsak ilk bakışta dindarlaşma artıyor zannederiz. Ama dinin insandan beklediği özü ve samimiyeti ölçü alırsak, ahlakiliği esas alırsak, kendine ve çevresine barış ve huzur veren bir rahmet olmasını esas alırsak… Çok gerilere gittiğimizi söyleyebilirim.”

Bu tokat gibi tespitler eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’ndan geliyor[4].Bardakoğlu devam ediyor:

İslami zihin, bugün Kuran’ın inşa ettiği süreci tersine döndürdü. Yani akide (inanç) ve ahlak sona, muamelat (uygulamalar) başa alındı.

Sonra şu ana kadar naklettiğimiz fikirleri özetleyiveriyor:

“İslam’ın hükmü kaybolmadı ama hikmeti kayboldu. Ahlak ve hikmet zemini olmaksızın İslam’ın şekil ve kurallarının içinin boşalacağını farkedemedik. Ana gövde, ahlak ve hikmetten soyutlanmış kurallarla boğuşuyor. Dinin kerameti, ahlak ve hikmetten soyutlanmış kurallarda aranmaya başlandı.”

Ve din yerine siyaset:

“İdeoloji ile İslam’ı, siyaset ile İslam’ı özdeşleştiren ve bireyleri din konusunda yol ayrımına getiren bir dil benimsenmiş durumda. Bu dil, Kuran’da ve Peygamber’de olmayan, sonradan üretilmiş siyasal bir dildir, dini dil değildir.”

Dinin tahribi

Alıntıladığım yazıların gerek zaman gerekse muhteva bakımından bir birine bu kadar yakın olması çarpıcı. Toplumun içinde akan ve artık görmezden gelinemeyecek kadar güçlü ve yakıcı bir isyanın bağımsız tercümanları bunlar.

Söylediklerini şöyle toparlayabiliriz:

1.      Din ahlâk, adalet, vicdan, hak yememek, özetle değerler demektir. Bunlarla ilgisi olmayan, bunların devamlı ihlâl edildiği,fakat ritüellerin, eylem ve söylemlerin öne çıkarıldığı yeni bir din pratiği doğmaktadır.  Bu din değildir. Bu dinin tahribidir.

2.      İslamiyet siyasî umdeler haline getirilmiştir.İdeoloji haline getirilmiştir. İslamiyet rakibe karşı siyasî ve ideolojik silah olarak kullanılmaktadır.

3.      Hırsızlar, rüşvetçiler, yalancılar üstüne basa basa Müslümanlıklarını iddia ettikçe gençler Müslümanlıktan soğumaktadır. Çünkü insanın fıtratında ahlâk, adalet, vicdan vardır. Bunların ihlâli çoğunluğun tepkisini doğurmaktadır.

4.      Cinsî sapıklıklarını, kadın düşmanlıklarını Müslümanlık diye ilân edenler, normal insanları Müslümanlıktan uzaklaştırmaktadır.

5.      Yurt dışında Müslümanlık adına sürdürülen vahşet ve bu vahşetin iftiharla teşhiri insanları Müslümanlıktan soğutmakta ve   kaçırmaktadır.

“Asıl sorun İslâm entelektüellerinde”

Bu vahim gelişmelerden nemalananlar muhakkak ki Müslümanlığı kullanarak mevki kapan, rüşvet yiyen, çalan, çırpanlar. Fakat asıl sorumlular, ilkeler ihlal edilirken susan, daha ileri giderek ihlali teşvik eden, hatta yağmadan pay almaya çalışan Müslüman entelektüel ve sözde “ulema”dır.

Bardakoğlu “Ama asıl sorun İslâm entelektüellerinde” diyor.

“İki nedenden dolayı… Bir: Bir kısmı böyle sorunlu bir kitle yetiştirdiği için… İki: Bir kısmı da sustuğu için…”

“- Bunun bir nedeni de günümüzde ulemanın birbirini idare ediyor ve adeta meslek dayanışması gösteriyor oluşu… Sözüm ona ulemanın itibarına gölge düşürmüyorlar.

“Korku da var.”

Korkuyu açmak lâzım… Bu, itiraz edersem kınanırım, dinden çıkmakla itham edilirim korkusu. Çünkü nefret dolu Siyasî İslamcı çevrelerde dinî bahisler üzerinde tartışma diye, fikirlerin teatisi diye bir şey yoktur.Teati edilen “sen kâfir oldun!” ithamından ibarettir. İslâm tarihinde Hazreti Ali’yi katleden Hariciler böyleydi. Bizimkiler da Neo- Haricilerdir.

Zührevi Müslümanlık ve yasakların tırmanışı

Kadın müridlerine elini öptürüyor diye eleştirilen bir şeyh tanımıştım. Bunun bir mahzuru olmadığını biliyordu; fakat çözümü, bu doğruyu müdafaa etmek yerine elinin öpülmesine müsaade etmemekte buldu. Bu hal Müslüman çevrelerde bir nevi yasak eskalâsyonuna, yasakların tırmandırılmasına ve sonunda hayatla, normal insanlarla bağın kopmasına götürmektedir. Ve – mutlaka psikiyatristlerce incelenmelidir-bu yasakların yüzde doksanı kadın üzerinedir. Ben buna “Zührevi Müslümanlık” diyorum.

Tırmanış şöyle olur:

Biri: Kadının saçının bir teli görünmemeli.

Diğerleri susar veya tasdik eder.

Bir başkası: Çenesi de görünmemeli.

Diğerleri susar veya tasdik eder.

Bir başkası: Ağzı ve burnu da görünmemeli.

Diğerleri susar veya tasdik eder.

Sonuncusu: Kadının hiç bir yeri görünmemeli. Tamamıavrettir.

Diğerleri susar!…

Biri aklından bir ayet geçirir, “… Kendiliğinden görünenler hariç“. Ama söylemekten çekinir. “Neme lâzım“, der, “öyle bilsinler, ne mahzuru var?“…

Müslümanlığı bitirirseniz…

İskender Pala aynı gerçeğe şöyle temas ediyor:

“‘Kitabın içindekileri ben bilirim’ diyen hegemonya, ‘Bak burada böyle yazıyor’ diye başkalarına hükmetmek isteyen bilginler sınıfı.”

Mümtazer Türköne, o cins ulema konusunda  daha sert[5]:

“‘Yolsuzluk ve hırsızlık’ arasındaki farkın üzerine iktidara meşruiyet inşa etmeye kalkan Hayrettin Karaman’ın olduğu yerde, din dünyalık yolları açan ağır bir iş makinesine dönüşür.”

Dindar bir gençlik yetiştirmek istiyoruz!” dediler ama dinden hızla uzaklaşan bir gençlik yetiştiriyorlar. Kendi elleri ve o hiç susmayan dilleriyle.

“Sofu imam dinden çıkarır” atasözümüzü hatırlıyorum. Atay Hoca tam bunu söylüyor ama  diğerleri ilave ediyor:

  • hırsız imam dinden çıkarır,
  • siyasetçi, ideolog imam dinden çıkarır,
  • yalancı imam dinden çıkarır,
  • saldırgan imam dinden çıkarır.

İnsan vicdanı, ahlâkı, adalet duygusu bir noktadan sonraisyan ediyor. Çünkü İmam Maturidi’nin dediği gibi insan aslında ulema yokken de Müslümandır. Türkiye bir merasim enflasyonu ve vahim bir din eksikliğiyle karşı karşıya. Bu din açığını, ruhlara, vicdanlara, adalet, ahlâk duygularına hitabeden gerçek Müslümanlık doldurmazsa başka dinler dolduracaktır[6].

[1] Ayşe Böhürler, “Dindarlaşıyoruz Derken Uzlaşmaz Çelişkilerimiz”, Diyanet Dergisi, Kasım 2014.

[2] http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/ayse/siyasal-islamciligin-iflasi-722689/(26 Ocak 2015)

[3] http://www.radikal.com.tr/yazarlar/tayfun_atay/islam_muhendisligi-1293691 (12 Ocak 2015)

[4] “Ahmet Hakan’la Çarşamba Sohbetleri”, http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ahmet-hakan_131/dindarlikta-ilerleme-yok-tersine-buyuk-gerileme-var_27962106 (14 Ocak 2014)

[5] http://www.zaman.com.tr/mumtazer-turkone/gerileyen-dindarlik_2271097.html (15 Ocak 2015)

[6] “Türkiye sekülerleşiyor” diyen Volkan Ertit’in tezlerinden bahsetmedim. Birincisi burada ele alınan onun sekülerleşmesi değil. İkincisi, çalışmasında kavram abartıları  ve ilmî metot yanlışları bulunduğu kanaatindeyim.