Çevre konusunda 2500 konferans veren, sohbetlere katılan, sözlü bildiri ve tebliğler sunan Çevre uzmanı ve Biyolog Ediz Hun ile çevre kirliliğine ait problemlerimizi konuştuk.

90

Oğuz Çetinoğlu: Cenab-ı Allah, temiz bir dünya yarattı. İnsan temiz olarak doğduğu halde, evvela çevresini kirletiyor, kirli çevrede temiz insan yetişmediği için insanın kendisi de kirleniyor. İnanlığın en büyük problemi de kirli insanlardan kaynaklanıyor.

İnsanoğlu çevresini neden kirletir?

Ediz Hun: Hoş geldiniz. Başarılı çalışmalarınızın devamını diliyorum. Sağlık ve güzellikler, sizin ve aile efradınızla birlikte olsun.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Efendim, bilmukabele.

Hun: Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerde, insan ve çevre konusu ön planda değil. Çünkü ekonomik durumu tam manasıyla uygun ve düzgün olmayan ailelerde her şeyden önce para kazanma, çoluk çocuğunu daha iyi yaşatabilme arzusu pek tabii ön planda yer alıyor. Dolayısıyla çevre meselesi ikinci planda kalıyor.

İstanbul’u konuşuyor olsak da geneli konuşuyoruz. İstanbul, 17.000.000’luk bir şehir. Bunun yarısından fazlası göç ile gelmiş, buraya yerleşmiş kişilerden oluşuyor. Bunların birçoğu kalkınmışsa da bazıları daha henüz çabalama safhasında. Dolayısıyla çevrenin kirlenmesi kirli olması veya olmaması onların çok fazla düşündükleri bir durum değil. Tabiatıyla etkilenmiyorlar. Bu bakımdan ‘insanoğlu çevresini kirletmez‘ dediğimiz zaman, kim kirletmez? Yetişmiş, belli bir eğitim almış, ekonomik durumu vasatta olan veya vasatın üstünde seyreden aileler çevre bilincine sahiptir. Yaşama mücadelesini veren kişi ve aileler çevreyi çok fazla umursamayabilirler. Kendilerine göre haklıdırlar da… Her şeyden önce benim evlatlarım eşim ve ben annem babam var ise onların sağlıklı yaşamasını arzu ederim. Onun için çaba sarf ederim. Ben üniversitede hocayım. Öyle talebe var ki bir oda da dört kişi kalıyorlar. Anne baba ve iki çocuk… Bu insanlar diyelim çevreyi tam manasıyla düşünseler bile; her halde bir şey yapamazlar.

Cevap olarak; ‘Çevrenin düzenli tutulması isteği, kişinin ekonomi durumunun belli bir düzeyde olmasıyla doğru orantılıdır.’ Diyebiliriz.

Çetinoğlu: Kişinin kültürü…

Hun: Evet kültür tabi ki çok önemlidir. Fakat yeterli değildir. Üniversite bitirmiş olmak da yeterli değil. Size şöyle bir örnek vereyim: Ben Çiftehavuzlar’da oturuyorum. Orada boş ve büyük bir arazi vardı. Oraya 40’ar katlı üç tane büyük gökdelen inşa ettiler. Şimdi düşünün… 120 daire.  Her ailede çocuklarla birlikte 4’er kişi olsa, 480 kişi eder. Soruyorum: 480 kişinin her türlü atıkları olacak. Bölgenin alt yapısı bu atıkları tahliyeye yeterli mi? Hesabı yapıldı mı? Kimse onu hesap etmiyor. ‘Burada arsa var. 3 blok dikersem ne kazanırım?’ Hesabı yapılıyor.  Bunun harcadığı elektriği, harcadığı suyu kimse düşünmüyor. Kalkınmış ülkelerde şehrin göbeğinde böyle bir şeye müsaade etmezler. Biz de ediyorlar. İşte çevre kirliliği budur. Bunu yapanlar da, yapılmasına izin verenler de bu kirliliği önlemekle görevli kişilerdir. Ben açık sözlü bir adamım. Doğru bildiğim şeyi söylerim: Yazıktır! Şehrin merkezinde böyle bir gökdelen olmaz. Yeşil alan kalmadı…

Çetinoğlu: Siz, çevrenin korunmasına adeta kendisini adamış, tek kişilik ordu şeklinde faaliyet gösteren çevreci, çevre uzmanı bir insansınız.  Bilgi birikiminizi 2500’e yakın sayıdaki konferans, sohbet, sözlü bildiri ve tebliğlerle insanlarımıza sebil gibi akıtıyorsunuz. Türkiye geneline baktığınızda emeklerinizin karşılığı olacak ölçüde temiz bir çevre gözlemleyebiliyor musunuz?

Hun: Olumlu gelişmeler gözlemliyorum. Şöyle ki: Ben profesyonel bir konferansçı ve konuşmacı olarak, tanınmış sanatçı hüviyetimle Türkiye ve Türkiye dışında, Almanya Avustralya gibi kıta ve ülkelerde konuşmalar yapıyorum. Bunların içinde özetle Türkiye’de Anadolu’ya çıktığımız zaman bilgilerimi insanlarımıza aktarmaya çalışıyorum.  Cuma ve cumartesi günleri Mustafakemalpaşa’da idim. Orada bir sempozyumu yönettim. Kürsüde iken dinleyici izleyici-profiline bakıyorum. Son derece kâmil insanlar. ‘Eğitimi yeterli olmayabilir’ diye düşünülebilir. Fakat son derece duyarlılar. Belediye başkanları da öyle. Eski dönem belediye başkanlarından yeni dönem belediye başkanlarını daha duyarlı görüyorum. Altını bir kalemle çizebilirim. Çok olumlu bir gelişme. Ben eskiden öyle belediye başkanları biliyorum ki kurtlanmış un çuvallarını gözden ırak olsun diye nehirlere dökmekte idiler. Nehir kokuşuyor. Organik bir madde ve kurtlanmış madde. Tabi nehirde ne balık kalıyor, ne de herhangi bir canlı. Bu bakımdan şimdiki belediye başkanları çevre kirliliği konusunda çok daha hassas davranıyorlar. Ve insanlar da bu konuda işi çok ciddiye alıyorlar. İnsanlara bakıyorum: Resimlerle, yağlı boya veya sulu boya ve guaj çalışma tarzı, ne ise hep çevreyi işliyorlar. Bu bakımdan olumlu bir gidişat var. Gördüğüm kadarıyla gençlik çok daha duyarlı çok daha çağdaş. Tabii ki ananelerimize bağlı kalmak şartı ile daha iyi gelişme içinde olmamız gerekiyor. Bunu da sağlıyoruz yavaş yavaş.

Çetinoğlu: Çevre bilincinin yerleştirilmesi konusunda düşündüğünüz tedbirleri okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Hun: Çevre bilincinin yerleşmesi için her şeyden önce ortam kirlenmeden, kirlenmeye tedbir alınması gerekir. Bu soru yalnız bana, ‘ne yapılması gerekmekte’ diye tevdi edilmiş bir soru değil. Aynı zamanda resmî makamlara, hükümet yetkililerine ve yerel yönetim yetkililerine de benim dolaylı değil, doğrudan söylemem gereken sözleri kapsıyor bu soru. Her şeyden önce kirlilik başlamadan önce tedbirini almış olmak lazım. Bu arada alternatif yani yenilenebilir kaynakları ele alan önemli enerji oluşumlarını birinci planda projelendirmek gerekir. Bunlar güneş olabilir, rüzgâr enerjisi olabilir.

Tabiatıyla tatlı su rezervleri dünyada çok az. Hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar az. Dünyadaki suyun % 94’ü okyanuslardadır. Geriye % 6 kaldı. Dikkatinizi çekmiştir: Bu % 6’nın sadece % 5’i tatlı su rezervleridir (Kutup Bölgelerindeki Buzullar dâhil) .% 1 de insanın ve diğer canlıların vücudundaki sudur.  % 5’lik tatlı su rezervini çok dikkatli kullanmamız lazım. Özellikle içme sularını… İnsan gıdasız bir hafta,  on gün yaşayabilir ama susuz; 48 veya 72 saat ancak dayanabilir. Dolayısı ile suyu ben birinci planda görüyorum.

Rüzgâr, şimdilerde devreye girecek olan güneş ve dalga enerjisi, bir de hidrojen enerjisi yarınların enerjisinin temel taşı olacak. Bence kirliliğin ticaretini yapanlara, asla müsamaha etmemeli ve temiz enerjiye destek verilmeli. Her kesim ve sektörde  (yalnız üniversitelerde değil) ilkokuldan itibaren itina ile bu derslerin verilmesi sağlanmalı. Yarınlara yönelik yatırımlar ve projeler de buna göre düzenlenmelidir. İnsan fanidir. Ama insanlık ebedîdir. Bu düşüncelerimi ben yetkililere duyurmak isterim. Bugün çağdaş yönetim anlayışında, global değerler sisteminde üç tane temel unsur var: Bütün dünyada bu temel unsurların başında tabiatıyla demokrasi gelir. İnsanlar düşüncelerini serbestçe,  kimseyi rahatsız etmeden söyleyebilmeli.

Çetinoğılu: Çevre; insanoğluna ruh üflenip beden elbisesi giydirildikten sonra ona verilen değerli bir emanettir. Bu emanetin korunması, her şeyden önce, hayat kültürü ile kazanılacak şuurla mümkün olur. Anaokulundan yüksek öğretime uzanan alanlarda uygulanan müfredat programlarını bu şuurun kazandırılması için yeterli görüyor musunuz?

Hun: Hayır. Yeterli görmüyorum. Açıklayacağım, siz de beni tasdik edeceksiniz. Nezaketen değil ama inanarak tasdik edeceksiniz.

Türkiye’deki eğitim sistemi anaokulu ile başlar. Aileler, çocukları okula alışsın diye gönderirler.  Sonra ilköğretim başlar.  Sekiz sene dinler bu çocuklar. Hiç konuşmadan, hocalar bir şeyler söyleyip gidiyor, söyleyip gidiyor. Hiç not tutma alışkanlığı yok. Lisede de fizikten, matematikten ikişer tane formül… Öğrenci hep dinler durumunda ve üniversiteye geliyor. Üniversite de böyle bitiyor. Üniversite bir forumdur. Katılım yapacaksınız. Dersi anlatacaksınız. Bilgisayarınız var. Bilgisayar bugün malum mucizevî bir kutu. Her şey var içinde. Ben nadir bir hayvan ismi girdiğimde hemen çıkıyor karşıma.

Öğrencilerime; ‘Konuşun, yarın öbür gün üniversiteyi bitirdiğiniz zaman; iletişim kurmanız için güzel konuşmanız lazım. Güzel giyinmeniz lazım. Bayan ise fazla makyajsız temiz pak olmalı. Erkekler böyle saç-sakal karışık, yaka bağır açık olmaz… Yalnızca konuşmak yetmez. Güzel konuşacak, Türkçenin inceliklerini bilecek… Ben konuşana % 15 artı not vereceğim. Güzel konuşana % 10 daha… Etti % 25. İtibarınız artar…’ Diyorum. ‘Gelin dersi siz anlatın. Gerektiğinde araya girerim.’ ‘Hocam nasıl konuşacağız?’ diyorlar. Çoğu konuşmaktan kaçınıyor.

Dünyada iki önemli bilim vardır. Bunun altını çiziyorum. İnsanlar bana karşı çıkabilir umurumda değil. Bir tanesi biyolojidir. Biyoloji bütün canlıların şekillerini yaşayışlarını öğretir.Biyoloji en önemli branşlarından disiplinlerinden biri olan anatomisiyle, morfolojisiyle çok önemlidir. Biyoloji yaşayan canlılar bilimidir. İkincisi de ruh bilim, felsefe, psikoloji, mantık, sosyoloji, sosyal antropoloji, insan bilimi. Bunların ikisi de Türkiye de yeter derecede okutulmuyor. Tabii ki fiziğe tabii ki matematiğe tabii ki kimyaya ihtiyacımız var. Ama biyoloji ve felsefe bilimlerin babasıdır. Bunları millî eğitim dikkatle ele almalı. Bu gün biyoloji fakültelerini bitirenlere ‘biyolog’ demiyorlar. Biyoloji fakültelerinden mezun olmuş diyorlar. Biyolojiyi hiçe sayıyorlar. Bu, son derece yanlıştır. Bu kafayla gidecek olur isek Türkiye’nin kalkınması çok yavaşlar. Açık konuşuyorum. Tabii ki din çok önemlidir. İnsanın bir Yaradan’a inanması, O’nun kudretine hayranlık duyması, O’nun mevcudiyetini benliğinde hissetmesi, O’na sığınması çok önemlidir. Ama bilim de önemli. Dünyada Dinle Bilim birbirini kucakladığı zaman ebedî barış gerçekleşecektir. Dinler arasında da bir kucaklaşma gerekiyor. İster çok tanrılı politeist dinler olsun Doğu Asya’da;  Hinduizm, Budizm, Şintoizm, çok tanrılı değişik inanç sistemleri var. İster tek tanrılı monoteist dinler olsun… İster Musevilik, ister Hıristiyanlık, ister bizim dinimiz; Müslümanlık… Bütün bunlar kaynaştığı zaman, birlikte olduğu zaman ebedî barış olur. Bu birleşmeyi Ne siz görürsünüz ne ben görürüm. İlerde gerçekleşmesini dilerim.  İnsan algılamasıyla, muhakemesiyle çok kâmil bir hale gelebilir. Mutlak üniversite okuması gerekmez.

Çetinoğlu: Sanayi tesislerinin çevre üzerindeki olumsuz etkileri çok büyük. Sanayileşmekten de, temiz bir çevreden de vazgeçemeyiz. Bu iki vazgeçilmezimiz arasında en mükemmel uyumu sağlamanın formülü ne olabilir?

Hun: Formül, sanayicilerimizin gerekli tedbirleri almasında yatıyor. Esasen bir çok faaliyet içinde bulunan Anadolu’daki endüstriyel oluşum; endüstriyel artığını (eğer likit artık ise) derelere aktarıyor. Bilhassa Trakya’da bu çok. Bacadan  bir buhar çıkıyor ise bunların içinde bir takım kanserojen  maddeler var. Filtre takılması lazım. Çimento fabrikalarını biz tetkik etmeye giderken, haber alıyorlar. Zaten haber veriyoruz, ‘Sizi ziyaret edeceğiz’ diye. Bütün filtreleri çalıştırıyorlar. Biz dönünce kapatılıyordu. Böyle bir anlayışla böyle bir zihniyetle siz çevrenizi temiz tutamazsınız. Türkiye’de cezalar yeterli değil. Ağır ceza mahkemelerindeki cezalar da yetersiz. Cinayet işleyen bir adam beş altı sene sonra çıkıyor dışarı. Hafifletici sebepler var deniliyor. Kardeşim ne hafifletici sebebi? Suçlu, adam öldürmüş. Bunun hafifletici sebebi olur mu? O kendini haklı görebilir. İşte tahrik oldum gibi bir şeyler ileri sürebilir. Tahrik hafifletici sebep olamaz. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bazı eyaletlerde 112 sene 160 sene ceza veriliyor. Biz de müebbet yatan hiç görmedim. 10-11 senede çıkıyorlar. Adam öldüren cezasını çekmeli. Hiç taviz verilmemeli. İnsanca yaşamak istiyorsak, birbirimize saygılı olacağız.

Çetinoğlu: Ülkemizde altının işlenmesinde siyanür kullanılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hun: Altın birçok ülkede çıkarılıyor biliyorsunuz.

Çetinoğlu: Hepsi de siyanür kullanıyor…

Hun: Aynen öyle. Ben de onu söyleyecektim. Güney Afrika’da Avustralya’da biz dolaştık altın madenlerini. Altın ancak siyanürle elektroliz sistemiyle çözülebiliyor ve alınabiliyor. Sadece %15’i cevher şeklinde madenden çıkarılıyor. Mühim olan bu siyanür sisteminin esaslı bir şekilde izole edilmesidir. Depreme karşı, çeşitli şartlarına karşı o havuzun yüksek seviyede sofistike bir teknoloji ile en iyi bir şekilde hazırlanması gerekli.

Çetinoğlu: ‘Siyanür kullanmayın demek, altın üretmeyin anlamına gelir.’ Diyebilir miyiz?

Hun: Yani % 85 öyledir. Diğer birtakım üretim metotları var. Ama onlar çok pahalı ve bunun kadar verimli değil. Yani elmas değil, yakut değil, zümrüt değil ki matkaplarla delip çıkarasınız. Altın üretimi farklı bir şey. Çok fazla formül, bileşik formül, bunu izole etmek için siyanür lazım.

Çetinoğlu: Çevrenin temiz kalması için yapılacak fedakârlığın maliyeti, kirlenen çevrenin temizlenmesi için katlanılacak külfetten daha düşüktür. Bu basit gerçeği anlatma konusunda devletimizin ilgili kuruluşlarının faaliyetlerini yeterli buluyor musunuz?

Hun:Siz bu konuyu bilen bir insansınız. Gelin televizyonda beş-on dakika program yapın‘ demiyorlar. Zamanında birçok teşebbüsümüz oldu. Cevap: ‘Ediz Beyciğim bilmiyorum reyting yapar mı ?’

Çevre meselesine bakış açımız bu.  Belki çıkıp ekranda şarkı söylesem, veyahut basit komediler yapsam beni angaje etmek isterler. Fakat ciddî bir konu işlerine gelmez.  Türkiye, birçok konuda çok gelişmiş bir ülke. Fakat reyting kaygısı bazı faydalı işlerin yapılmasının önünde aşılamaz engeller olarak duruyor.

Çetinoğlu: Gözlemlerinize göre devlet, çevre kirliliği konusunda özel sektöre uyguladığı disiplini, kendisine bağlı sanayi tesislerine tatbik edebiliyor mu?

Hun: Devlet kendi içindeki yanlışlara, çevre kirliliğine sebebiyet verebilecek davranışlara karşı biraz göz yumuyor olabilir. Yummaması gerekir. Bir taraftan da özel sektöre çok fazla yanlış neticeler doğuran anlaşmalara imzalar attırdı. Sonradan anladılar fakat iş işten geçti. Mesela; Hidro Elektrik Santralleri… Diyelim ki bir dağ var. Suyu aşağı indirmek için dağı deliyor, kanallar yapıyor. O kanallardan su akıtacaklar. Tabiatı delik deşik ediyorlar. Rize’nin İkizdere ilçesinde. Orada konferanslarım da oldu. Otuz sene sonra bunların verimi azalacak. Bir süre sonra da çalışamaz hale gelecek. Bunlar, Türkiye’de üretimin  % 0,7’si’i kadar enerji üretebilecek çapta küçük santraller. Oradaki tabiat tahrip edildiğinde, geriye dönüşü olmuyor. Bunlara devlet ruhsat vermiş. Şimdi ben açıklıyorum. Bu ruhsatta şöyle yazıyor. Suyun % 90’nını kullanacaklar. % 10’nunu geriye bırakacaklar. Derede canlılar var. Tek hücreliler, çok hücreliler. Böcekler, balıklar. Bunlarla beslenen kuşlar, belki büyük boz ayılar. Canlı biyolojik bir zincir var. Besin zinciri.  % 10’luk suda bu besin zinciri devam edebilir mi? Büyük barajlarda durum farklı nispeten. O barajlar geniş alanlarda inşa ediliyor. Kapıları açıyorlar sular akıyor aşağı, burada türbinleri döndürüyorlar. Ama barajlar sedimantasyonla doluyor. Bir müddet sonra baraj ekonomik ömrünü tamamlıyor, kullanılamaz hale geliyor.

Çetinoğlu: ‘Yenilebilir enerji’ olarak isimlendirilen rüzgâr, güneş ve deniz dalgasından elektrik üretilmesi konusu, ülkemiz gündemine gecikmeli olarak girdi. Uygulamaya geçilmesi konusundaki gecikmelerin sebebini nasıl yorumluyorsunuz? Geciktik değil mi o konuda.

Hun: Geciktik tabii. Bu gün bizim birçok bilim adamımız hidrojen enerjisi ile ilgileniyor. TÜBİTAK’ta çalışmalar var. Güneş enerjisinden soğuk hava deposu da yapıyorlar. Üniversite de gençler arabalar yapıyorlar. Yarışlara sokuyorlar. Bunların teşvik edilmesi lazım. Rüzgâr enerjisini yirmi beş senedir söylüyoruz. Güneş kolektörlerini yeni yeni görüyoruz. Hâlbuki Almanya’da, Fransa’da köylerin çatılarında var. Elektrik elde ediyorlar. Bunlar çok çok önemli. Yeni araştırmalara da zemin hazırlamak lazım.

 

 

EDİZ HUN

Biyolog, film yıldızı, 21. Dönem İstanbul Milletvekili, aynı dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre Komisyonu Başkanı ve öğretim üyesi Ediz Hun, 20 Kasım 1940 tarihinde İstanbul’da doğdu.

 

Avusturya Lisesi’ni bitirdikten sonra Norveç’te Oslo ve Trondheim Üniversitelerinde biyoloji ve çevre bilimleri fakültesinden mezun oldu.

 

Sinema hayatı, 1963 yılında Ses Dergisi’nin açtığı yarışmayla başladı ve ‘Genç Kızlar‘ adlı filmle sinemaya girdi. 1970’li yılların ortalarından itibaren Yeşilçam’ın seviye kaybetmesi üzerine sinemayı bıraktı. 1991-1993 yılları arasında Çevre Bakanlığı Müşaviri ve İstanbul Çevre İl Müdürlüğü yaptı. 1999-2002 yılları arasında Anavatan Partisi’nden milletvekili seçilerek TBMM’de bulundu.

Mutlu bir aile reisi olan Ediz Hun’un, bir kızı, bir oğlu vardır.

 

 

Önceki İçerikDuydun mu?
Sonraki İçerikYa Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe!
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.