Cuma günü Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak telefonla beni aradı.
Kendisini bugüne kadar sadece medyadan izlemiş ve bir defa partisinin mitinginde dinlemiştim. SP Genel Başkanının arama sebebi geçen hafta yayımlanan yazım idi.
O yazımın bir bölümünde İslam tarihinin meşhur hikâyelerinden birini, “Deve Dişi mi, Erkek mi?” ara başlığıyla aktarmıştım.
Çok anlatılan bu hikâyeye göre, Hazreti Ali taraftarı olan bir Arap’ın erkek devesine, Muaviye taraftarı bir Şamlı “bu dişi deve benimdir” diye sahip çıkmış. Şam Valisi Muaviye de “dişi deve Şamlınındır” hükmünü vermiş ve olayı gören topluluk da -haksızlığını bile bile- O’nu tasdik etmişti.
Sahabe ve vahiy kâtibi olan ve daha sonra halife olan bir şahsın adaletten, haktan, İslam’dan uzak böyle bir tutum takınabilmesi ilginçti. Daha da kötüsü, Muaviye’nin bu hükmünün yanlışlığını görüp bildikleri halde binlerce taraftarının bu haksız, insafsız ve trajikomik hükmünü desteklemesiydi.
Muaviye’nin bu taraflı hükmü vermesi basit bir yanılgı değildi. Kastı, “Ey Ali, Muaviye dişi dediği için erkek deveye dişi diyen, O ne derse evet diyen 10 binlerce adamı var. Ayağını denk al!” mesajını vermekti.
***
Kamalak İle Ne Konuştuk?
Prof. Dr. Mustafa Kamalak, benim nezdimde dürüst, temiz ve saygıdeğer bir siyasetçi/ bilim adamıdır.
O’nun görüşüyle de, anlatılan bu hikâyede Muaviye’ye atfedilen tavır İslam’a da, Kur’an’a da, ahlak ve dürüstlük gibi temel ilkelere de aykırıdır.
Ancak Kamalak’a göre, bu hikâyenin doğru olup olmadığının iyi araştırılması gerekir. Çünkü Hazreti Peygamberin bir hadisinde “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz” dediği rivayet edilmektedir. Muaviye gibi sahabe olan, vahiy kâtipliği ve halifelik yapmış bir zat hakkında yazarken sağlam bilgilerle yazılması icap eder.
Ben Sayın Kamalak’a bu hassasiyeti için teşekkür ettim. Ancak İslam tarihinde hem de birinci ve ikinci nesil Müslümanlar arasında yaşanmış çok acı olaylar, İslam’ın temel ilkelerine aykırı tavırlar ve mücadeleler olduğunu, sahabenin kusursuz olduğunun söylenemeyeceğini anlatmaya çalıştım. Hatta Kur’an yapraklarını mızraklara takarak savaşmak, üçüncü halife Hazreti Osman’ın şehit edilmesi ve cenazesinin birkaç gün sokakta bekletildikten sonra kokma safhasında birkaç kişi tarafından defnedilmesi gibi örnekler verdim. Bu olayların “sahabenin farklı içtihat etmeleri ile izah edilemeyeceği kanaatinde olduğumu” söyledim.
Prof. Dr. Mustafa Kamalak, Mescid-i Dırâr hadisesini hatırlatarak, sahabe içinde de münafıklar olduğunu fakat Muaviye gibi bir halife için münafık demenin pek mümkün olmadığını, dolayısıyla konunun iyice araştırılmadan yazılmasını doğru bulmadığını ifade etti.
Esasen benim hikâyeyi hatırlatmaktan maksadım, ilahiyatçıların alanına giren bir konuyu tartışmaya açmak değildi. Hele hele sahabeye saygısızlık yapmak hiç aklımdan geçmez. Bu sebeple “eğer kendisinde Muaviye’ye atfedilen bu hikâyenin gerçek olmadığına dair bir belge veya kaynak gösterirse yazımı severek düzeltebileceğimi” bildirdim. Ancak Sayın Kamalak da İlahiyatçı değil, siyaset bilimci ve hukukçu. Bu sebeple O da yeni bir şey söylemedi ve konuşmamız bu safhada iyi dileklerimizle sona erdi.
***
Muaviye’ye Tabi Olan Hidayete Erer mi?
- Daha sonra araştırdım. Benim aktardığım Muaviye’ye atfedilen hikâye internette ve medyada çok sayıda yazar tarafından defalarca paylaşılmış. Bugüne kadar “bu hikâye gerçek değil” diyen bir karşı görüşe rastlamadım.
- “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz” şeklindeki hadisin sahih olup olmadığı tartışmalı. Birçok kaynağa göre bu hadisin senedi zayıftır.
Bu sözün bir “uydurma hadis” olma ihtimalini bir yana bırakalım. Böyle bir hadis sahih olsa bile “bir sözün hangi ortamda, hangi amaca yönelik olarak söylendiği de önem arz etmektedir.”
Bir kimse, İslam’ın bütün emir ve yasaklarına riayet ediyor, sadece anne- babasına karşı gereken hassasiyeti göstermiyor olabilir. Bu durumunu bilen biri O’na ‘anne-babanın hakkına riayet edersen cennete gidersin’ demiş olsa, bu söz o kimse için doğru olur.”
Kul hakkı yiyen, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan fakat anne babasına saygılı biri için bu söz geçerli olmaz, ‘bu kişi cennete girer’ denemez.
Bu sebeple “Kur’an’ın açık ifadelerine ters düşen sözler sahih hadis olamaz” gibi bir ölçüyü kullanmak gerekiyor.
Abdurrahman Dilipak’ın bir yazısından alıntı ile (söyleyene değil, söylenen söze bak!) bazı ilkeleri hatırlayalım: “Vahyin lafzı dışında hiç bir şeyi mutlaklaştırmayın, kendi zannınızı, kanaatinizi, yorumunuzu din edinmeyin. Peygamberlerden başka hiç kimse masum değildir.
Kimse liderlerini, din büyüklerini, Şeyhlerini İlah ve Rab makamına yüceltmemelidir. Her kişi hata yapabilir. Nefs taşıyan herkesin nefsinde Şeytanın bir yeri vardır.. Allah kitabında “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin” der! Kimse eleştirilmez değildir.. Kimse la-yüs’el değildir..”
Muaviye’ye atfedilen bu olay ve benzerleri olmasaydı Müslümanlar arasında bir Muaviye sevgisi yaygın olurdu. Benim gibi Sünni Müslüman olan kitleler çocuklarına Ali, Bekir, Osman, Ömer kadar Muaviye ismini de verirdi. Oysa eminim ki Sayın Kamalak da çocuklarına veya torunlarına Muaviye ismini vermeyi düşünmemiştir.
Ancak, yine de Prof. Dr. Mustafa Kamalak’ın hassasiyetini paylaşıyorum. Ve hatırlattığım “dişi deve Şamlınındır” hikâyesini “Muaviye’ye atfedilen bu olay doğruysa” şerhiyle okumanızı istirham ediyorum.
***
Neden Anlattım?
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu‘nun dediği gibi “Tarih Gelecektir”. Zira geçmiş olaylardan edinilen bilgilerle geleceğe yön veren bir bilimdir.
Bu olayı anlattım. Çünkü bugün yaşadıklarımıza bir açıklama olabileceğini düşünüyorum.
Görüyorum ki bugün de bir kesim siyasi liderlerini “Allah’ın bütün sıfatlarını taşıyan”, “O’na dokunmak bile ibadettir”, “O’nun yaptıklarını yapmak sünnettir”, “O bizim için ikinci peygamber gibidir”, “O’nu üzmek Allah’ı üzmektir” gibi ifadelerle tanımlıyor. Bu yüzden liderleri ne söylerse O’nun doğru olduğunu teyit ediyorlar. Liderlerini eleştirenleri dinden çıkmış gibi görüyorlar.
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk bu ifadeleri söyleyenlerin ve bunları kabullenenlerin şirk içinde olduğunu, bunların namaz kıldığı Camide namaz kılınamayacağını, yemek yediği sofrada/mekânda yemek yenemeyeceğini söylüyor.
Ahlaki açıdan ise erkek deveyi görüp dişi demek ve Kufeli’nin olduğunu bildiği malı Şamlının demekle, hırsızlığı görüp “itiraf etseler bile inanmam” diyenlerin, hırsızları yargıdan kaçıranların arasında ne fark var?
Bu devir bittiğinde -bu beyinleri kelepçelenmişler de dâhil olmak üzere- bakalım kaç kişi kutsallık atfettikleri bugünün muktedirlerinin ismini çocuklarına vermek isteyecek?