Bazı sözde aydınlarımızın içine düştükleri çelişkilerden birisi Türk Tarihine bir bütün olarak bakamamaktır. Göktürklerden Selçukluya, Osmanlıya ve Cumhuriyete kadar devlet ve millet aynıdır ve devamlılık vardır. Devlet de millet de ithal edilmemiştir. Ancak farklı dönemlerde farklı siyasi rejimler ve yönetimler söz konusudur. Padişahlık dönemi de diktatörlük değildir. Bugün bazıları tek adamlığa soyunmuş olsalar da… Oysa Osmanlı’da bugünkü kuvvetler ayrılığına benzer bir sistem vardır. Kadıya ve Şeyhülislama müdahale kolay kolay genellenemez.
Türkiye Cumhuriyeti gecekondu bir devlet değildir. Türk tarihini 1923 ile başlatmak eksik bir bakış olduğu gibi; 1923 sonrasını yok saymak da çok yanlış ve maksatlı bir anlayıştır. Türk tarihini Osmanlı ve Cumhuriyet rekabeti şeklinde değerlendirmek toplumu kamplaştırıcı bilim dışı bir zorlamadır. Ankaraspor Kulübünün ismini Osmanlıspor yapma gibi örnekler ne Cumhuriyeti aşağılar, ne de Osmanlı’yı yüceltir. Bu yanlışı yaparak küçülenler ve Cumhuriyeti “reklam arası” olarak görenler, sadece bazı eczacılar arasında değil; sosyal bilimciler arasında da görülmektedir.
Milli Mücadelenin tacı olan Cumhuriyet’e saldırarak Osmanlı’yı yüceltemez; olsa olsa Anadolu’dan kovduğumuz emperyal güçleri sevindirir ve yeniden ümitlendiririz. Geliniz milli davaları birlikte kucaklayalım. Her dönem kendi içinde artı ve eksileri ile tartışılabilir. Önemli olan Türk tarihinin hiçbir döneminde utanılacak sayfaların olmamasıdır. Tarihi ile hesaplaşması gerekenler, geçmişlerinde insan hakları ihlalleri, katliamlar, soykırımlar, renk ve ırk ayrımı olan bazı Batılı ülkeler, Çin ve dünün Sovyetler Birliği’dir. Sözde bilim ve siyaset soytarılığı yapanlar, yanlış adreste hesaplaşma arayışındadırlar. Siyaset ciddi itibarlı ve kalite gerektiren bir iştir. Önüne gelen sadece cebine güvenerek bu işe soyunursa; Osmanlı ile Cumhuriyeti, laiklik ile dini çatıştıracak gafiller ortaya çıkar.
Bugün gelişme olarak ortaya çıkan değişme sürecinde, ne Osmanlı’nın yükseliş, duraklama veya çöküş dönemlerine geri dönebiliriz; ne de Cumhuriyetimizin ilk dönemlerine. 2015’i yaşıyoruz. Milletvekilliği imkânlarını ve dokunulmazlığını kullananlar onun sorumluluğunu da hissedebilmelidirler.
19 -20 Ocak 1990 tarihinde Bakü’de şehit edilen Azeri kardeşlerimiz unutulmamalı ve unutturulmamalıdır. Bu olay Rus tarihinin Gorbaçov dönemindeki kara lekelerinden birisidir. Çöken Sovyetler Birliği askeri birlikleri gerek Azerbaycan’ın, gerek diğer Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını önleyebilmek ve gözdağı verebilmek için Bakü sokakları tanklarla işgal edilmişti. 147 kardeşimiz şehit olmuş, 744’ü de yaralanmış ve birçok kişi tutuklanmıştı. Gorbaçov’un alnındaki leke Sovyetler Birliği tarihindeki katliamların bir işaretidir. Bakü’de sivil halkı ezen Rus tankları, 1956’da Budapeşte’de, 1968’de Prag’da Rus işgalini protesto eden ve halkı ezen tanklardır. Bu müdahaleler sosyalizmi kurtarmak için yerli işbirlikçilerin daveti ile gerçekleşmiştir. Devrimci merkez olarak Sovyetler Birliği bu müdahaleleri tabii bir hak olarak görüyordu.
Tarihin çarkını geriye çevirip kayıpları geriye getiremeyiz. Ancak Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri, Türk’e yapılan bütün soykırımları belgelendirmeli, Türkçe ve yabancı dillerde CD’ler hazırlanmalıdır. Genç nesiller yakın tarihlerini bilebilmeli, barış ve kardeşlik masallarıyla cahil bırakılmamalı, geleceğe sahip çıkılmalıdır. Artık ülkeler -Karabağ hariç- işgal edilmeden tanınmaz hale getirilmekte, kuruluş amaçları ile yabancılaştırılmaktadır. Türk Cumhuriyetleri 20. Yüzyılın sonunda hızlanan küreselleştirme sürecini, Dünya’yı tek patron olan küresel gücün çıkarlarına uygun yeniden şekillendirme tezgâhlarını fark edebilmeli ve gereken hazırlıklar yapılabilmelidir. Yaşanan acı tarih ve geçirilen zor ve bunalımlı dönemlerden sonra rahat ve gevşeme yanlış sonuçlar doğurabilir. Bağımsızlık ilanı yetmiyor; onu korumak ve güçlendirmek ve yaşatmak da gerekiyor. Onu koruyacak ve geleceğe taşıyacak olan genç nesillerin milli şuurlu ve bilgili yetiştirilmeleri şarttır. Gençlerin sadece teknolojiye uyumu da yetmiyor.
Küreselleştirme, tek taraflı şartlandırma, küresel gücün hayat tarzını sanat dalları ve başta sinema olmak üzere yoğun propaganda ile yürütülmektedir. Artık ideolojik çatıştırmalar yerini sosyal dokuyu bozan etnik tuzaklara ve mezhep çatıştırmalarına bırakmıştır. Türk Cumhuriyetleri bugün Türkiye’nin karşılaştığı sorunlarla 10-15 yıl sonra yüz yüze gelebilirler. Küreselleştirme eğitim ve öğretim programlarında bilhassa okutulmalıdır.