Siz değerli okurlarımız bu makaleyi okurken, Aydınlar Ocakları 40. Şurası için Adana Aydınlar Ocağı’nın ev sahipliğinde Adana’da düzenlenen toplantıda olacağız. Bu kritik dönemde toplanan Şuranın sonuç bildirgesinden ileride bahsedeceğiz.
Mustafa Kemal Atatürk’ü 76. ölüm yıldönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz. Daha önceki yıllarda olduğu gibi Atatürk’e ve Cumhuriyet’e saygıyı ve özlemi sadece 10 Kasımlarda hatırlayabilenler ve gazetelerinde tam sayfa 10 Kasım Atatürkçülüğü yapanlar yine ortaya döküldü. Onun eseri ve emaneti olan T.C.’ye ve TSK’ ya kumpaslar ve tuzaklar kurulurken sessiz ve tarafsız kalanlar unutulamaz. Milli devlet ve Cumhuriyetle hesaplaşmaya ve ondan rövanş almaya fırsat kollayanları, Türk’e karşı ırkçılık yapanları, Anayasa’dan Türklüğü silmeye uğraşanları, Türkçe yer adlarını değiştirenleri, kamu kuruluşlarından T.C.’yi silenleri, andımızı kaldıranları, Atatürk resimlerinden rahatsız olan AB yetkililerini, çözüm sürecini çözülmeye dönüştürenleri görmezden gelenler; bir günlüğüne Atatürkçü oluverdiler. Bir gün bile saygılı olamayanlar da vardı. Adam en yüksek tirajlı bir gazetede köşe yazarı. Yazısında dokuzu beş geçe ayağa bile kalkmadığını neden yazmaya ihtiyaç duyar ve beklentisi nedir bilemiyorum. Anlaşılan bazı yetişkinlerin de sosyalleşme sorunu var.
Atatürk ve Cumhuriyetle bir türlü barışık olamayanların, sadece Mustafa Kemal demeleri, Atatürk’ü ağızlarına almamaları dikkat çekicidir.
Tarihin çarkını geri çevirip Osmanlı’ya tekrar dönüş hayali dün olduğu gibi bazılarının beynine sokulmuşa benziyor. Bu tezgâh ülkemizi sözde büyüterek ufaltma tuzağıdır. Bu film hep oynanır. Kuzey Irak’ı içine al, ağabeylik yap; ama eyalet sistemine ve federal yapıya geç gibi örnekleri hep gördük. Bu Türkiye’nin siyasi intiharıdır. Osmanlı çok etnikli bir yapıydı; ama eğitim ve öğretim dili Türkçe idi. Cumhuriyeti Türkler ve kendilerini Türk olarak hissedenler, Batı sömürgeciliğine karşı kader birliği yapanlar kurdu. Osmanlıdan çok farklı ve oldukça homojen bir yapıya Cumhuriyet ile geçiş; küçük bir azınlığın çoğunluğa hükmetmesi ve kimlik dayatması değildir. Zaten çöken bir İmparatorluktan-daha doğrusu devletten- milli devlete geçiş milletleşme sürecini hızlandırmış, asla dönüş olmuş; aksini düşünenler zaten Cumhuriyetin siyasi coğrafyasını terk etmişlerdi.
Cumhuriyetin asıl zaafı, büyük çoğunluğa ve milli kimliğe karşı çoğu kere tarafsız hareket edilmesidir. Milli mutabakatlardaki yetersizliktir. Bırakın kimlik dayatmasını, adeta kimliksizleştirme ağır basmış, Atatürk sonrası dönemde en çok Türk Milliyetçileri baskı ve zulüm görmüştür. Dünya siyasi ortamına göre güçlenen Sovyetler Birliği’nin rejimine hoş görünmek için çelişkili uygulamalar yapılmış ve milliyetçiler hedef alınmıştır.
Rahmetli İnönü’nün 19 Mayıs 1944 nutkunda Türk Milliyetçilerini hedef alması, rahmetli Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün 19 Mayıs 1976 tarihli nutkunda Türk Milliyetçilerini “eksantrik”likle suçlaması, 1944 Türkçülük davalarındaki yargılamalar ve işkenceler, 1954 yılında Milliyetçiler Derneği’nin kapatılması, yakın tarihimizde 12 Mart ve 12 Eylül duruşmalarındaki hasmane resmi tavır Türk Kimliğinin dayatılmasının örnekleri midir?
Anlamakta güçlük çektiğim nokta; acaba bazılarına eski topraklarımızın, Osmanlı siyasi coğrafyasının tekrar geri verilmesi sözü mü verilmiştir de; biz bilemiyoruz. Dün Osmanlıya küfredenlerin ve reddedenlerin bugün dış akıl hocaları ile Cumhuriyeti tasfiye etmede, yeni Türkiye’yi kurmada dün küfrettiklerine bugün sarılmalarıdır. Baş danışman yapılan Ermeni vatandaşımıza yıkamayacaklarının yerine yenisini de kuramayacaklarını hatırlatmak isteriz.
Gümrük Birliği ile soyulan, aşağılanan, hayali AB üyeliği yolunda oyalanan ve ikinci sınıf üyelik teklif edilen bir Türkiye’yi Atatürk’ün de kabul edebilmesi mümkün değildir. Milli gurur ve haysiyeti ayaklar altına alan bu süreci kabul edebilen bir Mustafa Kemal, Milli Mücadeleye de gerek görmez ve olsa olsa yeni bir Damat Ferit olurdu.