Bu gün; 30 Ağustos Zafer Bayramı…
Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman ordumuzun kazandığı zaferlerden birinin, Büyük Taarruz’un yıldönümüdür.
Ama;
“30 Ağustos sade bir tarih değildir. Bu günün tarihe şan veren bir anlamı vardır. Bu günün heybeti, Toprağa, denize ve göğe sığmayacak kadardır.”
Çünkü bu gün; bağımsızlık ve yurt aşkıyla şahlanan Türk ulusunun ATATÜRK’ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nı kazandığı, Sevr Antlaşması’nı parçaladığı, Lozan Barışı’nı sağladığı ve Cumhuriyetin temeline ilk harcı koyduğu gündür…
Yıl 1919, Mayıs’ın 15’i… Yunanlılar İzmir’de… Hedef, Türk’ün boynuna esaret kemendini takmak ve güzel Anadolu’ya sahip çıkmak… Yunan saldırısı yaman başlar 1920’de… Güzel yurt köşeleri elden çıkar bir bir… Kanla yoğrulur kara toprak, kanla sulanır. Afyon, Kütahya, Eskişehir…
Ancak düzenli ordularla “Dur!” denebilirdi bu azgın Yunan’a. Ve bir ordu yaratılır yoktan… Bir ordu ki, yediden yetmişe dek, kadın erkek, kız kızan… Silâh yokmuş, üniforma yokmuş, ne gam… “Ölesiye saldırırlar düşmana, diş var, tırnak var ya… Ve bu inançla “yalnız düşman değil, milletin ters giden talihi de yenilir”. İnönü’nde… Ardından yeni destanlar eklenir tarihe sırasıyla… İşte Aslıhanlar, Afyon, Kütahya… İşte Eskişehir, Dumlupınar, Sakarya…
Türk ordusunun Sakarya’da kazandığı zaferin bir başka benzeri yoktur yeryüzünde.
Bu savaş, bir milletin kaderini değiştiren ve 22 gün, 22 gece süren yaman bir uğraştır. Bu savaş, insanlık duygularından yoksun, vahşi ve saldırgan bir düşmanın başını Türk’ün iman dolu göğsüne çarparak paramparça ettiği bir taştır. Bu savaş, haksız, şuursuz ve kirli bir istilâ emelinin, Sakarya’nın köpürmüş sularında boğulduğu bir savaştır.
Bundan dolayıdır ki; insanlık tarihi sayfalarında Sakarya Meydan Muharebesi’ne müstesna bir yer verilmiştir. Çünkü Türk ordusu, Viyana’da başlayan amansız çekilmeye Sakarya’da “Dur!” demiştir.
Ulu Önder ATATÜRK’ün, “Hattı-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça düşmana terk olunmaz…” komutundaki anlamı çok iyi kavrayan kahraman Türk ulusu “Ya istiklâl, ya ölüm…” parolasıyla mücadele etmiştir.
Vatanın bağrından düşmanı söküp atmaya kesin kararlı olan Türk ordusu, bütün gücünü toplar Ağustos 1922’de… Artık her şey, Türk ulusunun haysiyet savaşına ve Akdeniz’i “ilk hedef” gösteren bir başkomutanın Eskişehir’den İzmir’e kadar sürdüreceği kahramanlık yarışına kalmıştır…
Sabırsızlıkla beklenen Büyük Taarruz, 26 Ağustos sabahı günün ilk ışıklarıyla başladı. Patlayan toplar bütün dünyaya şu gerçeği haykırıyordu
sanki;
“Duysun bunu, kâinatta herkes, Türk’ün sesidir, bu gürleyen ses…”
Başkomutanından en son erine kadar bütün bir ordu, Türk gücüne ve Türk yenilmezliğine olan büyük inançla tek vücut olmuş, baştanbaşa kin, boydan boya hınç kesilmişti. Bu yıllardan beri yakılan, yıkılan ve insanlığa sığmayan işkencelerle yok edilmek istenen Türk neslinin, Türklüğün süngüleşmiş, mermileşmiş bir iradesiydi sanki…
Kısaca;
“Bir yanda yürekleri kanatan bir görünüm, Her türlü bayağılık, şiddet, kan, ölüm… Bir yanda iman dolu göğsünde vatan sevgisi, Ve… Yedi düvele karşı üstünlüğü Türk’ün…”
Taarruz pek yaman sürüyordu 26 Ağustos’ta… Akşam olurken ordularımız düşman mevzilerinin bir kısmını ele geçirmiş, Ahır dağlarını şan süvarilerimiz bir mızrak gibi saplanmıştı düşmanın bağrına…
Yunan mevzilerini teftiş eden bir İngiliz generalinin “Türkler bu tahkimatı altı ayda aşarlarsa, bir günde aştık diye öğünebilirler” dediği yer, dört gün gibi kısa zamanda geçildi.
Parola kısa ve kesindi:
“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri… Eskişehir’den, Sakarya’dan, İzmir’den, Yunan kaçıyordu… Kaç ha kaç… Atatürk’ün süvarileri koşuyordu peşlerinden Ta Afyon’dan beri, dörtnala, çala kırbaç…”
Artık zafer yakındı, uzansak tutacaktık sanki o zaferi… Günlerce açlığa, susuzluğa meydan okumuş, umutla el birliği etmiş bir ordunun yalın ayaklarındaki sızıydı o zafer…
Yuvalarını, bebelerini terk ederek erine cephane taşıyan kadınların sırtındaki ağrıydı o zafer…
Evini, yurdunu, bağımsızlığını kaybetmiş, kanlı göz yaşlarıyla cepheden haber bekleyen bir ulusun sevinçlerindeki göz yaşıydı o zafer.. Ve biz, o zafer uğruna vuruşa vuruşa ölmeye ant içmiştik;
“Kurtuluş Savaşı dedik, birlik olduk, el ele vererek Gazi olduk, şehit olduk severek, isteyerek…”
Sakarya boylarında her karış toprak, kahraman Türk kanıyla sulandı, hamurlaştı. O topraklar Çanakkale kadar vatanlaştı, o kahramanlar Ulubatlı Hasan kadar yüceldi, destanlaştı… Bizans’ın yıkılışı nasıl tarihte yeni bir çağsa, aşılamayan, Çanakkale Birinci Dünya Harbi’nde belirgin bir merhale, Sakarya ve Büyük Taarruz da sömürücülerin istilâ emellerine son veren, sömürülenlerin hür ve egemen yaşama yollarını aydınlatan bir meş’ale oldu.
Son zafer kazanılmıştı artık… Kara bulutlar dağılıyordu üzerimizden. Gürr bir başka doğuyordu o bilinmeyen tepelere…
Türk tarihinin akışı bir başka olmuştu 30 Ağustos sabahı.
“30 Ağustos’ta Yurdu işgalden kurtardık, milleti zulümden Bir vatan yarattık yer yüzünde, Tüm vatanlardan yüce… Sınır çizgilerini sağlam çizdik, Hudut taşlarını kol ve bacaktan diktik, Yurtta sulh, cihanda sulh dedi ATATÜRK, Parola bildik…
Bu gün de, ATATÜRK devrimleri’nin aydınlığında Şerefle ölmek kadar Şerefle yaşamasını öğrendik Hem de; Alnımız açık, başımız dimdik…”
P.Kd.Alb. Mustafa BAŞEL
30 Ağustos Zafer Bayramının Anlam Ve Önemi
Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda hür olarak yaşama hakkımıza son veriliyordu. Yüzyıllardır üzerinde bağımsız olarak yaşadığımız bu topraklar düşmanlara veriliyor, bizim de bunu kabul etmemiz isteniyordu.
Türk Milletinin bu durumu kabul etmesi elbette mümkün değildi. 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla, lideriyle kucaklaşan Anadolu, Atatürk’ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nı başlattı. Amasya Genelgesi’nin yayınlanmasının ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen Atatürk, 23 Nisan 1920’de TBMM’yi kurdu. Böylece hem memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de Kurtuluş Savaşı’nın merkezi Ankara oluyordu.
TBMM meclisi yaptığı görüşmelerde yurdun durumunu ve kurtuluş çarelerini aradı. “Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı görüşü”nden hareketle, düşmanla mücadele kararı alındı. Oluşturulan düzenli ordularla savaşa girildi. İlk başarı, Doğu’da Ermeni çetelerine karşı kazanıldı. Daha sonra, Batı cephesinde, Yunanlılarla, I. İnönü ve II. İnönü Savaşları yapıldı. Bu savaşların kazanılmasıyla Yunanlılar’a büyük bir darbe indirilmiş oldu. Bunun üzerine Yunan ordusu yeniden saldırıya geçti. Saldırı üzerine Mustafa Kemal, ordularına: “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.” emrini verdi.
Türk askeri, büyük bir azim ve fedakârlıkla bu karara uydu. 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesiyle, Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşmasından beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu. Sakarya Savaşı, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal’e “gazi” unvanı ve “Mareşal” rütbesi verildi.
Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı’ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanı tamamen yok etme kararı alındı.
1922 yılı Ağustosuna kadar, hazırlıklar tamamlandı. Güneydeki Türk birlikle-ri, büyük bir gizlilik içinde Batı cephesine kaydmld”. İstanbul’daki cephane depolarından silah ve cephane kaçırıldı. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarıldı. Yeni silâhlar satın alındı. Ordumuza taarruz eğitimi yaptırıldı. Bu hazırlıklardan sonra, Gazi Mustafa Kemal’in başkomutan-lığını yaptığı ordumuz, 26 Ağustos 1922’de düşmana saldırdı. Bir saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos’ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis’te vardı.
Bu savaş, Atatürk’ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı.
Büyük Tarruzun başarıyla sonuçlanmasından sonra düşman, İzmir’e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu. Hain düşmanın, haksızca ve alçakça işgaline “dur” diyen ve kanımızın son damlasını akıtmadan yurdumuzu bırakmayacağımızı dünyaya ispatlayan bu büyük zaferi her yıl, 30 Ağustos günü, bayram yaparak kutluyoruz.