Almanya’da Aşağı Saksonya Eyaleti’nde Türk asıllı bir hanımın Bakanlığa getirildiği basında yer aldı. Türk asıllı Bakanın bir teklifi Almanya’yı karıştırdı. Bu teklife göre, Almanya’da “farklı dinlere ait dini sembol ve işaretlerin kullanılmaması” isteniyordu. Buna birçok çevre ve değişik partiler dini sembol ve işaretlerin Alman Bayrağındaki kartal gibi Alman kimliğinin bir parçası olduğunu belirterek tepki koymuşlardı. Bu örnek de bize her şeyin yerinde kullanılmasının doğru olacağını göstermektedir. Ne dini siyasete, ne de siyaseti dine âlet etmek; ne de bu yoldan bir şeyler beklemek uygun sayılabilir. Bizde ise tersi yapılmakta ve konular farklı yönlerden istismar edilmektedir. Bir kısır döngü şeklinde tartışmalar sürdürülmektedir.
* * *
Geçen hafta 3 Mayıs Türkçüler Günü kutlamaları dolayısıyla Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın toplantısında bulundum. Prof. Dr. Turan Yazgan ve Prof. Dr. Orhan Türkdoğan Hocalarımızın ve değerli üstat İlham Gencer’in konuşma ve takdimlerini izledim.
3 Mayıs Türkçüler Günü kendini Türk olarak hisseden ve Türk Milletinin mensubu sayan herkesin bayramıdır ve kutlu bir günüdür. Anadili farklı bile olsa Türk Milleti ile bütünleşen herkes; bizzat kendisi ayırım yapmadığı, etnik taassup göstermediği sürece Türk kabul edilir. Kimsenin Türklüğünü ispat etmeye de ihtiyacımız yoktur. Biz Türklerde ırkçılık tutkusu ve asabiyeti olmadığı için ırkçılık yapan herkesi kınarız ve hoş karşılamayız.
Aslında milli kimlik düşmanlığı ve vatandaşlığı red de, ırkçılığın bir çeşidi olan etnik ırkçılığa girmektedir. Bazıları ne kadar çaba gösterirse göstersin; etnik ayırımcılık ve ırkçılık demokrasi ile bağdaşmaz. Milli kimliği dışlayarak, Anayasayı çeşitliliğe zorlayarak ve egemenliğe ortak arayarak demokrasi yüceltilemez. Milletleşme olmadan demokrasi de yaşatılamaz. Bunu samimi olan herkes fark etmelidir.
Aslında 3 Mayıs 1944 acı olayları çok düşündürücüdür. Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu Türklükle iftihar eden beyanatlar verirken dönemin Cumhurbaşkanı Rahmetli İnönü farklı telden çalıyordu. Rahmetli İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1944 Nutku çok acı ve düşündürücü bir siyasi belgedir. II. Dünya Harbi’nin sonuçları belirlenmeye başlamıştı. Alman orduları yeniliyordu. Ülkeyi yönetenler ve o dönemin bazı basın kuruluşları hemen çark edip Almanları methetmek yerine, bu defa Sovyetler Birliğine yaranmak için olmadık şeyler yapmışlardı. Birçok makama aleni komünist olan kişiler getiriliyordu.
Buna karşı tepkiler gecikmedi. Büyük fikir ve düşünce adamı Nihal Atsız mektup yayınlayarak ve Orkun Dergisi’nde yazılar yazarak bu milli tepkinin lokomotifi olmuştu. O dönem, milli aydınlardan ve gençlikten büyük destek almıştı. Milliyetçiler, dışarıya ve değişen Dünya dengesine hoş görünebilmek için yargılanmışlar, işkence görmüşler ve tabutluklara tıkılmışlardı. Bugün hayatta olmayanları rahmet ve saygıyla anıyoruz. Yaşayanlara da sağlıklı ve hayırlı günler dileyerek saygılar sunuyoruz.
Bütün bunlar Türk kimliğini dayatıldığı ve insanların Türkleştirildiği iddialarının ortaya atıldığı bir Türkiye’de oluyordu. Eğer bu iddialar geçerli olsa idi; bu acı olayların olmaması gerekirdi. Sadece bu olay değil; ama 1954 yılında Milliyetçiler Derneği’nin de kapatılması, 19 Mayıs 1976 nutkunda dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün milliyetçileri “eksantrik” olarak suçlamaması, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 müdahalelerinde milliyetçilerin çeşitli cezalara çarptırılmamaları, denge sağlamak için haksız suçlamalarla, idamlarla ve işkencelerle karşılaşmamaları gerekirdi.
Türk kimliğinin sözde dayatıldığı ve kimliklerin sözde inkâr edildiği bir ülkenin Başbakanı “Türkiye sadece Türklerin değil” ve Türk yerine “Türkiyelilik” gibi beyanlarda bulunabilir miydi? Nüfus mübadelesi esas alınarak “farklı etnik kimlikler Türkiye’den kovuldu” denilebilir miydi? Bu ülkede Milli Eğitim Bakanlığı yapmış üstelik unvanlı bir kişi eritme (asimilasyon) suçlaması yapabilir miydi?
3 Mayıs Türkçüler Gününü günümüz açısından değerlendirmek, bilhassa milli kimlik konusundaki bulanıklığı aşmak ve ciddi ülkelerdeki gerçekleri görmek zorundayız.