21. Yüzyılda Türkiye

90

Türkiye 1923′ den bugüne önemli mesafeler almış ekonomik ve sosyal göstergelere göre belirli bir gelişmişlik, üretim ve rekabet seviyesine ulaşmıştır. Ancak gelir dağılımındaki bozuklukları, kronik hale gelen sosyal yapıyı bozucu ve sosyal tesirler oluşturan krizi aşamamıştır.

Türkiye, Sovyetlerin dağılması ve dünyadaki hızlı değişmelerle yeni imkânlara kavuştuğu gibi yeni zorluklarla da karşı karşıya gelmiştir.

Türkiye’nin 21. yüzyılda sahip olacağı vizyonu bozabilecek örnek ve engeller şöyle sıralanabilir.

Türk Milletine mensup olma şuurunu reddeden bölücü siyasi Kürtçülük ve mikro ırkçılık, Türk Milleti dışında millet ve hakların bulunduğu görüşü “kültürel haklar” ile kamufle edilmektedir. İslami kullanmak isteyen, vatan, bayrak ve sınır tanımayan millet ve milliyetçiliği reddeden, Cumhuriyete karşı “radikal İslamcı” çevreler ( bu çevreler çoğu kere bölücü akımlar ve fraksiyonlarla işbirliğine girmektedir.)

Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter millet ve devlet olarak yanlış kurulduğunu, demokrat olmadığını dile getiren Türk kimliğine ve laikliğe soğuk bakan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarına zemin hazırlayan ve kendilerini “ikinci cumhuriyetçi ” olarak ilan eden çevreler.

Türkiye Cumhuriyetini kuran iradeye bağlı olanları statükocu ve muhafazakârlıkla suçlayan romantik bir özgürlükçülük, sınırsızlık müdahalesizlik peşinde olup ferdi aşırı bir şekilde kutsallaştıran, misyonları itibariyle yukarıdaki gruplara adeta hayat hakkı tanımakla uğraşan bazı liberal çevreler demokratik bir ülkede bu ve benzeri guruplar olabilir. Herkesin her şeyi aynı şekilde düşünmesi de gerekmeyebilir. Ancak bunlar, Türkiye Cumhuriyeti için reddedilmez ortak temel esasları hedef almaktadırlar. Çoğu kerede görüşlerini insan hakları, demokratikleşme, kültürel çoğulculuk örtüsü altında gizlenmektedirler.

21. yüzyılda Türkiye’nin uygun bir vizyona sahip olabilmesi ve pazarlık gücünü artırabilmesi en az bazı ciddi devletler kadar milliyetçi tezlerle hareket etmesine bağlıdır.

Milliyetçiliği 21. yüzyılda sadece duygusal, dışa kapalı ve pratiği olmayan bir yaklaşım olarak zannetmek son derece yanlıştır.

Böyle bir dünyada “Önce Türkiye” diyenlere düşen görev, farklı görüş ve meslek sahibi kesimler arasındaki milli mutabakatları geliştirmek ve güçlendirmektir.