Oğuz Çetinoğlu: Ülkemizde elektrik üretim tesisleri ile dağıtım ve satış şirketleri özelleştirildi. Konu ile ilgili değerlendirmelerinizi alabilir miyim? Bu işten kimler kârlı çıktı ve memnun, kimler şikâyetçi?
Lokman Öztürk: Türkiye’de elektrik enerji sektöründeki özelleştirmelere elektrik dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesiyle başlandı. Türkiye elektrik kurumu(TEK) adı altındaki yapılanmanın 4 adet şirkete bölünmesiyle özelleştirmenin ilk adımı atıldı. Türkiye elektrik üretim A.Ş.(TEÜAŞ),Türkiye elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ), Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.(TEDAŞ) ve Türkiye Elektrik Ticaret A.Ş.(TETAŞ) olmak üzere kurulan şirketlerden TEİAŞ özelleştirme dışı bırakıldı. Öncelikle 21 adet dağıtım şirketinden 20 adedinin özelleştirilmesi yapıldı. Bunlardan: Kayseri ve Civarı Elektrik Dağıtım A.Ş. Atatürk döneminde özelleştirildiği için kapsam dışı bırakıldı. Yapılan özelleştirmelerde mülkiyet satışı yapılmadı. 30 yıl süreli kiralama şeklinde ihale edildi.
Yapılan özelleştirmelerde en kârlı olan devlet oldu görüşündeyim. Devlet 30 yıl süreli kiralama için şirketlerden peşin para aldı. Örnek olarak Boğaziçi EDAŞ’ın özelleştirilmesinden iki milyar dolar aldı. Dağıtım şirketleri TETAŞ’tan aldıkları enerji bedelini zamanında ödemek durumundadır. Osmangazi EDAŞ gibi, ödemesini belli bir süre geciktirenlere el koydu. Şirketler çalıştırdıkları elemanların Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) primlerini zamanında ödüyorlar. Devlet, tahsil edilemeyen elektrik sarfiyatı bedelleri ile ilgili bir sorumluluk almadığı için, tahsil edilemeyen bedellerden dolayı oluşan zarar, özelleştirme yoluyla sâhip konumunda olan patronu ilgilendiriyor.
Devlet tarafından konulan kayıp-kaçak oranlarının üstündeki bir oran yine patronun cebinden çıkıyor. Kısaca devlet dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesinden en kazançlı çıkan taraf oldu.
Memnun olmayanları da şöyle sıralayabiliriz. Öncelikle müşteri memnuniyeti oranı çok düştü. Şirketler çok düşük kâr oranları ile çalıştıklarından devlet dönemindeki gibi abonelere hizmet vermekte zorlanıyorlar. Ancak Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) ve Enerji Bakanlığı adına TEDAŞ’ın yaptığı kontroller müşteri şikâyetlerini zaman içinde azaltacaktır.
Diğer bir husus da çalışanların memnuniyetsizliğidir. Personelin büyük bir bölümü işten atılma korkusuyla başka kamu kuruluşlarına geçmek mecburiyetinde kalmış ve gittikleri yerlerde hem kadro yönünden hem maaş yönünden mağdur olmuşlardır.
Diğer bir memnun olmayan ise belki ilgi çekici gelecektir ama şirket patronlarıdır. Çünkü altına girdikleri ekonomik yük karşılığında, bekledikleri oranda kâr edemeyen hatta bâzıları zarar eden şirket patronlarının da memnun olmadığı görüşündeyim.
Serbest piyasa şartları gereği kurulan yüzlerce şirket elektriğin toptan ve perakende ticaretini yapabilmekte, dağıtım şirketlerinin hizmet verdiği abonelere enerji satarak o bölgenin ihalesini alan şirketin elinden müşterilerini almaktadır. Bu kadar çok şirketle rekabette zorlanan dağıtım şirketleri perakende satıştan bekledikleri kadar kâr edememektedirler. Bu da onların memnuniyetsizliğini arttırmaktadır.
Çetinoğlu: Özelleştirme sebebiyle tüketiciler; daha kaliteli elektrik enerjisini daha ucuza satın alma imkânı bulabilecekler mi?
Öztürk: Dağıtım şirketlerinin önüne EPDK tarafından konulan ve enerjinin teknik ve ticarî kalitesini artırıcı hedeflere ulaşıldıkça müşteri memnuniyeti de artacaktır. Üretim şirketlerinin özelleştirilmesi de dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesinin arkasından hızlı bir şekilde yapılmaya başlanmıştır. Kısa adı HES olan Hidro Elektrik Santrallerinin küçük güçlü olan bazıları ile büyük güçlü termik santraller özelleştirilmiştir. Diğerleri için ihalelere devam edilmektedir. Enerji piyasanın serbestleşmesi açısından üretim ihalelerinin de bitmesi gerekmektedir. Devletin elindeki üretim kaynaklarının özelleştirilmesi sonunda bu kaynaklardan üretilen enerjiyi pazarlayan TETAŞ’ın da varlık sebebi ortadan kalkacaktır. Sadece TEİAŞ’ın varlığı devam edecektir.
Çetinoğlu: Kömürle çalışan termik, hidroelektrik, nükleer çevrim ve rüzgâr santralleri için; haklı veya haksız gerekçeler ileri sürülerek karşı çıkılıyor. Her ne kadar güneş ve jeotermal kaynaklardan elde edilecek elektrik enerjisine kimsenin itirazı yok ise de onlar da Türkiye’nin ihtiyacını karşılayamıyorlar.
Ne dersiniz; sanayimiz felç olmaya, insanlarımız karanlıkta kalmaya mahkûm mu edilmek isteniliyor?
Öztürk: Türkiye’de 2013 yılında üretilen enerji miktarı 240.154.000.000 kWh.’dir. Bunun üretim yapan kuruluşlara göre dağılımı şu şekildedir;
% 33,36 EÜAŞ (Elektrik Üretim (A Ş)
% 35,00 Serbest üretim şirketleri.
% 26,20 Yap-işlet ve yap-işlet-devret şirketleri
% 5,44 Otoprodüktörler. (Kendi elektrik enerjisi ihtiyacını kendi üretimlerinden karşılayanlar)
Türkiye, enerji üretiminde dünyada 20. sıradadır. Üretimde kullandığı yakıt olarak özellikle doğalgazda dışa bağımlıdır. İthal kömürle üretim yapan santrallerin yenilerinin kurulmasına izin verilmemektedir. Yerli linyit kullanımı teşvik edilmektedir. 2013 yılı üretiminin % 44ü doğalgazdan, % 26sı kömürden, % 25i hidrolikten, % 3’ü rüzgârdan ve % 2’si de jeotermal ile asfaltitten elde edilmiştir.
Türkiye’de şu an için bir elektrik enerjisi açığı yoktur. Ancak yıllık ortalama olarak % 6-7 oranında tüketimde artış olmaktadır. Bunun karşılanabilmesi için enerji üretim yatırımlarına ara vermeden devam edilmelidir.
Ülkemizde hidroelektrik, termik, nükleer ve hatta rüzgâr santrallerinin yapılmasına yer yer karşı çıkmalar olmaktadır. Bunlarda kısmen haklı olanlar olabilir.
Çetinoğlu: Sözü edilen santrallerin, sebebiyet verdiği iddia edilen olumsuz yönleri bertaraf edilemez mi?
Öztürk: Edilir. Özellikle çevreye zarar verilmemesi için her türlü tedbirler alındıktan sonra inşaat izni verilmelidir.
Çetinoğlu: Karşı çıkmalara rağmen Hidroelektrik santrallerin inşaatına devam ediliyor…
Öztürk: Ülkemizde 2014 Ocak ayı itibarıyla 210 adedi hidroelektrik olmak üzere toplam 324 adet santralin inşaatı devam etmektedir. İnşaatı yapılan santrallerin toplam kurulu gücü 14460 MW’tır. İhalesi yapılan nükleer santraller bu rakamın dışındadır.
Çetinoğlu: En hararetli itirazlar nükleer santraller için yapılıyor. Bu itirazları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öztürk: Nükleer santrallere karşı çıkılmasının haklı bir gerekçesi yoktur. Türkiye’nin nükleer teknolojiye sahip olması istenmemektedir. Dünyada 2009 yılı sonu itibarıyla 443 adet nükleer santral vardır. Bunlardan sadece 8 ülkedeki nükleer santral sayısını vermek istiyorum.
ABD’de: 104 Adet, Fransa’da: 59, Japonya: 54, Rusya: 32, İngiltere: 19, Macaristan: 4, Bulgaristan: 2 ve Ermenistan’da: 1 adet nükleer santral var. Türkiye’de ise yok.
Nükleer santrallerin enerji üretiminde kullandıkları yakıtlar uranyum ve toryumdur. Eskişehir’in ilçesi Sivrihisar’daki rezerv miktarı 380.000 tondur. Bu rakam dünyadaki toryum rezervinin % 54’üne tekabül etmektedir. Salihli’nin Köprübaşı mevkiindeki uranyum rezervi de 9.129 tondur. Nükleer yakıtla mesela kömürü karşılaştırırsak nükleer yakıtın enerji kapasitesini daha iyi anlayabiliriz. 1 Kg. kömürün (5000 kilo-kalorilik ithal kömür olduğunu kabul edelim) yakılmasıyla elde edilecek enerji miktarı 5,8 kWh’tir. 1 Kg. uranyum 235’in kullanılmasıyla elde edilecek enerji miktarı 23000 000 kWh’tir. Bu da 1000 MW gücündeki bir nükleer santralın bir günde kullanabileceği yakıt miktarıdır.
Çetinoğlu: Bir de elektrik enerjisi üretiminde kaynak çeşitliliği meselesi var… Öztürk: Enerjide kaynak çeşitliliğine gidilmelidir. Yerli kaynaklarımıza yönelmemiz gerekir. Çetinoğlu: Türkiye rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları ile enerji ihtiyacının % kaçını karşılayabilir?
Öztürk: Lisanslı güneş santrallerinin ilk etapta 600 MW’lık kısmı 2016 yılına kadar devreye alınacaktır. Güneş potansiyeli en iyi olan ülkelerden biriyiz. Zaman ve para yönünden yapabilmek mümkün olsa Türkiye’nin bugünkü enerji ihtiyacının tamamını güneşten karşılamak mümkündür.
Çetinoğlu: Rüzgâr enerjisinde ne durumdayız?
Öztürk: Rüzgâr enerjisi yatırımları 2007 yılından itibâren yapılmaya başladığından içerisinde bulunduğumuz dönem itibâriyle üretimimizdeki payı % 3’ler seviyesine gelmiştir. Rüzgâr enerjisinin dünya üretimindeki payı % 12,4 seviyesindedir. Dünya üretiminde güneşin payı da % 2,7’ler civarındadır.
Çetinoğlu: Türkiye, enerji ve enerji girdisi ithalatına yılda 50-55 milyar dolar ödüyor. En büyük ithalat kalemi…
Öztürk: Türkiye’nin enerji ithalatına ödediği paranın tamamı enerji üretiminde kullanılmamaktadır. İthal ettiğimiz doğalgazın bir kısmı ısınmada kullanılıyor. Petrol ithalatımızın neredeyse tamamı araçların yakıt ihtiyacı içindir. Petrol kaynaklarımız yeterli olmadığına göre dışa bağımlı olmaktan kurtulamayız.
Çetinoğlu: Siz, en uygun sistem olarak çözümü nerede görüyorsunuz?
Öztürk: Bilindiği gibi dünyada çıkan savaşların birçoğu enerji kaynaklarına sahip olabilmek için yapılmaktadır. Bu sebeplerden dolayı ithalattan kaynaklanabilecek riskleri azaltabilmek için yerli kaynaklarımızı kullanabileceğimiz enerji yatırımlarını arttırmalıyız. Yatırımlar özel sektör tarafından yapıldığı için bürokratik engelleri kaldırmalıyız. Devlet elindeki santralleri özelleştirme kararı aldığı için santrallerin bakım ve yenileme çalışmaları yapılamamakta ve santraller tam kapasite ile çalışamamaktadır. Özelleştirme öncesi santrallerin bakım ve yenileme çalışmaları yapılsa idi, ‘Siz özel sektöre kıyak mı yapıyorsunuz?’ diye yöneticiler soruşturmalara muhatap olacaklardı. Bu sebeple hiç bir yönetici risk almamakta ve üretimdeki verim düşmektedir.
Özelleştirme kararı alındığında hızlı bir şekilde sonuçlandırılmalıdır. Özel sektör işletimini üstlendiği santrallerde, verimliğini arttırmak için öncelikle bakım ve yeni teknoloji yatırımları yapmaktadır. Türkiye’de ekonomik istikrarsızlık dönemlerinde enerji tüketimi bir önceki yıla göre azalmıştır. Enerji talebinin artması ekonomik istikrarın da bir göstergesi olmaktadır. Olumlu gelişmeler beklenmektedir. Bu sebeple büyük şirketlerin birçoğu enerji sektörüne girmeyi planlıyor.
Çetinoğlu: Bir akarsuyun güzergâhına gerekli aralıklarla birden fazla, hatta 5-6 adet hidroelektrik santral kurulabilir. Örnekleri var. Fakat bazı akarsular üzerinde tek baraj var. Kullanılmayan potansiyel söz konusu mu?
Öztürk: Ülkemizdeki özellikle büyük nehirlerimizin üzerine arka arkaya büyük güçlü barajlar inşaa edilmiştir. Bunlardan birkaç örnek vereyim.
Fırat nehri üzerine kurulan barajlar: Keban, Karakaya, Atatürk, Birecik, Karkamış ve Özlüce
Dicle nehri üzerine kurulan barajlar: Kralkızı, Hancağız, Ilısu, Batman, Dicle ve Devegeçidi.
Kızılırmak nehri üzerine kurulan barajlar: Hirfanlı, Derbent, Kesikköprü, Altınkaya, Kapulukaya ve Çubuk1-2 barajları.
Sakarya nehri üzerine kurulan barajlar: Porsuk, Bayındır, Sarıyer, Gökçekaya, Kurtboğazı barajları
Yukarıda belirttiğim barajlar Türkiye’nin hidroelektrik enerji üretiminin büyük bir bölümünü karşılamaktadır. Arka arkaya barajlar inşa etmek çok bilinen bir yöntemdir. Ancak nehrin güzergahında baraj yapılabilecek topoğrafyaların olması gerekir. Nehrin dümdüz ovalardan geçtiğini düşünün baraj gövdesini nereye kurup nerede su biriktireceksiniz. Pakistan’ın Pencab eyaletine enerji konusunda 8 günlük bir seyahatim olmuştu Penc 5 anlamına geliyor, ab da su demek. Pencap 5 u anlamına geliyor. 5 ayrı nehir bu eyalette birleşiyor. Fakat arazilerin büyük bölümü düz olduğu için baraj yapılabilecek yapıda arazi bulmak zor oluyor. Su kapasitesi çok fazla olmasına rağmen baraj yapacak yer bulmakta zorlanıyorsunuz. Şunu da belirteyim başşehir Lahor’da günde 12 saat elektrik kesintisi yapılıyor. Tabii ki ekonomik olarak sıkıntıda olmaları da bunda önemli bir faktördür.
Bildiğiniz gibi ülkemizde özel sektör tarafından düşük kapasiteli de olsa hidroelektrik santral yatırımları fazla sayıda yapılmaktadır.
Çetinoğlu: Devlet, özel sektöre enerji üretimi için yeterli desteği veriyor mu?
Öztürk: Devlet, özel sektör enerji üretim tesislerine yeterli desteği vermektedir. Zaten devlet enerji üretim tesisleri (santraller) için yatırım yapmamaktadır (nükleer enerji üretim tesisleri hariç).Yap-İşlet veya Yap-İşlet-Devret şeklinde enerji üretim santralleri yapılmıştır ve halen üretim yapmaya devam etmektedirler. Ülkemizdeki bankalar da enerji üretimi için, özellikle yenilenebilir enerji yatırımlarına kredi verme konusunda çok istekli davranmaktadırlar. Orta büyüklükteki şirketler de enerji alanında yatırım yapma konusunda özsermaye katkı payını sağlamak şartıyla bankalardan kredi kullanarak enerji üretim yatırımlarına yönelmişlerdir.
Çetinoğlu: ‘Enerji yatırımının getirisi – banka kredisi’ ilişkisi söz konusu olduğunda proje kendisini kaç yılda öder?
Öztürk: Enerji üretim yatırımları kendilerini 6-7 yılda amorti etmektedir. Devlet üretilen enerjiyi satın alma garantisi veriyor. Özellikle yenilenebilir kaynaklardan yapılacak üretimin alım fiyatları ve süresi devlet tarafından önceden açıklanmıştır. Santrallerin yapımının yerli üretim payı arttıkça kWh başına ödenecek birim fiyat artmaktadır. Kendi ihtiyacı için enerji üretim tesisi kuran şirketler ihtiyaçlarından fazla ürettikleri enerjiyi devlete veya özel sektöre satabilmektedirler. Elektrik dağıtım şirketlerinin özel sektöre devredilmesi sonucunda bu bölgelerde üretim yapan düşük kapasiteli üretim tesisleri de ihtiyaçlarından fazla olan enerjiyi dağıtım şirketlerine satabilmektedir.
Çetinoğlu: ‘Lisans alanlar, bizzat yatırım yapmak yerine, lisansı satmayı daha verimli buluyorlar.’ Şeklindeki iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öztürk: Enerji üretim lisansı alanların yatırım yapmayıp lisanslarını satması ki buna çantacılık da denilmektedir. Özellikle 2007 yılında rüzgâr enerjisi için verilen lisanslarda böyle bir ortam oluşmuştur. Burada yapılan hatâyı anlayan EPDK güneş enerjisiyle ilgili lisans verme işinde işi daha sıkı tutmuştur. Bu durumda lisans verme süresinin uzamasına sebep olmuştur. Yaklaşık 2 yıl önce güneş enerjisiyle ilgili lisans talepleri alınmıştır. Ancak halen lisanslar verilememiştir. 600 MW lisans için yaklaşık 10 kat talep gelmiştir. Talep yapan firmalar arasında yapılacak açık arttırma ile lisanslar verilecektir. Daha önceki yıllarda lisans aldığı halde çeşitli sebeplerle veya lisansını satmak maksadıyla yatırım yapmayan firmaların lisansları EPDK tarafından iptal edilmektedir. Bundan sonraki süreçte çantacılık tâbir edilen olayın çok fazla gündeme geleceğini zannetmiyorum. Bu durum hidroelektrik üretim tesisleri için lisans alan ancak yatırımlarını gerçekleştirmeyen firmalarda da lisans iptallerine gidilmesine sebep olmuştur.
Çetinoğlu: Elektrik enerjisi üretimi ve hava kirliliği ilişkisinden söz eder misiniz?
Öztürk: Bu konuyu açıklayabilmek için Kyoto Protokolü’nü anlatmak gerekir. 1997 yılında Japonya’nın Kyoto şehrinde sera gazı emisyonunu azaltmak maksadıyla dünyadaki ülkelerin büyük bir bölümünün katıldığı toplantı yapılmıştır. Kyoto toplantısı sonunda bir protokol imzalanmıştır. Kyoto Protokolü’nün hedefi gelişmiş ülkelerin 2012 yılına kadar korbon salınımında 1990 yılında kaydedilen rakamlara göre % 5,2 kesinti sağlamaktır. Protokol 2005 yılında ancak yürürlüğe girebilmiştir.
Azaltılması istenen gazlar şunlardır:
1- Karbondioksit (CO2) 2- Metan (CH4) 3- Diazotmonoksit (N2O), 4-Hidroflorokarbonlar (HFC5), 5-Perflorakarbonlar (PFC5), 6-Kükürtheksaflorit (SF6)Kyoto Protokolü’nde ABD, Çin, Hindistan gibi atmosferi çok kirleten ülkelerin imzaları bulunmamaktadır.
Çetinoğlu: Avrupa ülkelerinden bâzıları, elektrik enerjisi üretiminde ’emisyon ticareti’ uygulaması var. Nedir, anlatır mısınız?
Öztürk: Karbon ticareti (emisyon ticareti) denilen sistem; sera gazı emisyonunu belirlenen hedeften daha fazla azaltan bir şirket veya ülkenin gerçekleştirdiği bu indirimi başka bir şirkete veya ülkeye satması demektir.
Türkiye’nin 1990 yılında toplam sera gazı emisyonu 170 milyon ton CO2 eşdeğeri iken 2007 yılında bu değer 372 milyon ton CO2 eşdeğeri olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin 2007 yılı kişi başı sera gazı emisyonu değeri 5,3 ton CO2 eşdeğeridir. Avrupa birliğine üye 27 ülkede ortalama kişi başı emisyon 10,2 ton CO2 eşdeğeri, OECD ülkelerinde bu değer 15 ton CO2 eşdeğeridir.
2012 yılında Katar’ın başkenti Doha’da yapılan Birleşmiş Milletler iklim değişikliği konferansında 2012 yılında geçerliliğini yitirecek olan Kyoto Protokolü’nun 2020 yılına kadar uzatılmasına karar verilmiştir. Kanada, Yeni Zellanda, Japonya ve Rusya protokolden çekilmişlerdir. Bu durum da ikinci taahhüt döneminde emisyon azaltılmasının gerektiği oranda olmayacağını göstermektedir. Türkiye 29 Ağustos 2009 tarihinde resmen taraf olmuştur. Ancak salının sınırlandırma veya azaltım taahhüdü yoktur. Türkiye Kyoto protokolüne taraf olan OECD üyesi, G20 üyesi ve AB üyeliğine aday olan bu konuda tek ülkedir. Protokole taraf olan ülkelerde şirketler arasında karbon borsası üzerinden alış ve satış yapılmaktadır. Ülkemizdeki yenilenebilir kaynaklardan enerji üreten şirketler karbon haklarını Londra ve Şikago’daki karbon pazarında satış yapamadıkları için şu an ancak gönüllü pazarlarda satış yapabilmektedirler. Dünyadaki gönüllü pazarda altın standart seltifikası alan ilk 3 proje bir Türk şirketine aittir. Dünyadaki karbon pazarının hacmi 2020 yılında 1 trilyon dolara ulaşılacağı tahmin edilmektedir.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim.
LOKMAN ÖZTÜRK:
1957 yılında İstanbul’da doğdu. İlk, orta ve liseyi İstanbul’da okudu. 1974 yılında İstanbul Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi / Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Elektrik Bölümü’nde yüksek tahsile başladı. 1978 yılı sonunda Elektrik Mühendisi olarak mezun oldu.
1979 yılında özel sektörde kısa bir süre çalıştıktan sonra 1980 yılında Türkiye Elektrik Kurumu’nda Elektrik Mühendisi olarak göreve başladı. Daha sonra sırasıyla; Başmühendis, Müdür Yardımcısı, Müdür, Müessese Müdür Yardımcısı görevlerinde bulundu. 1995 yılında BEDAŞ / Boğaziçi Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nin kurulmasıyla Genel Müdür Yardımcılığı görevine tâyin edildi. 18 yıl süreyle bu görevi yaptıktan sonra 2014 yılında emekli oldu.
Evli ve 2 çocuk sahibi olan Lokman Öztürk hâlen enerji sektöründe danışman olarak çalışmaya devam etmektedir. |
(ÖNCE VATAN GAZETESİ, 03 Ocak 2015 Cumartesi)