19 Mayıs’çılar İle 29 Mayıs’çılar

42

Osmanlı’da mülk Allah’ın değildir, hanedanın malıdır. Mülk Allah’ındır diyenler bile hanedan reisi olan padişahın “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi / Zıllullah-ı fi’l-âlem” olarak mülkün yani vatan topraklarının tamamı üzerindeki tasarrufu tamdı.

Hâkimiyet / Egemenlik de mutlak olarak kaynağı ilahî ve kutsal kabul edilen sultanlara aitti. Yasama, yürütme, yargı; her ne varsa. “Hâkimiyet Allah’ındır” diyenler bunu ancak Cumhuriyet devrinde muhalefet olarak söyleyebildiler.

Hâkimiyetin millete ait olduğunun kabulü şunun şurasında 96 yıllık bir olgu. 23 Nisan’da şehit cenazeleri gerekçesiyle kutlamadığımız Millî Hâkimiyet / Ulusal Egemenlik buydu. Lâkin artan şehit cenazeleri Düğünlere engel değildi.

23 Nisan’ı sönük 29 Nisan’ı ise gösterişli kutladık. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa’dan çok Halil Kut Paşa’yı ya da Sakallı Nurettin Paşa’yı konuştuk. Biz de yapmıştık; sendika olarak 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yerine 20 Mart Türk Kadınlar Günü’nü kutlardık.

19 Mayıs yerine de on gün sonraki 29 Mayıs tercih edilir zira yönetici erkin eski bir alışkanlığıdır bu. Ve şimdiden bomba spekülasyonları sosyal medyada tartışılmaya başlandı. Neymiş; Anıtkabir’deki törenlerde şu olacakmış, bu olacakmış.

Olsun diye değil ama niye 29 Mayıs kutlamaları için bu senaryolar üretilmiyor. Teröristler için askerî anlamda kalpgâh olan bir mekân mı yoksa herhangi bir stadyum ya da kongre merkezi mi daha kolay hedeftir?

Allah 23 Nisan kutlayanların da, 29 Nisan kutlayanların da yardımcısı olsun. 19 Mayıs’ı kutluyacakları da, 29 Mayıs’ı kutlayacakları da Allah kötülüklerden esirgesin. Her iki bayramı birliktelik bilinciyle değerlendirenlerin sayısını arttırsın. Bayramlardan bile ikilik çıkaranları Allah ıslah etsin.

Osmanlı ile Cumhuriyet birbirinin düşmanı değil devamıdırlar. Kayı boyu Osmanlı’yı kurarken bir Selçuklu misyonunun uzatmalı temsilcisi olan Karamanoğulları gibi beyliklerle uzun süre çatışmıştır. Ama biz tarihte onları birleştirmişiz. Şimdi de yapılması gereken odur; ara bulmaktır, bütünleştirici olmaktır, hem Osmanlı’ya hem de Cumhuriyet’e sahip çıkmaktır. Ve tabii ki hataları ayıklayan, yanlışları beyan eden bir bilinçle.

Bir tarihçi olarak en keyifli işlediğim konulardan biridir İstanbul’un Fethi. Fakat çok sonrasında da acıklı bir işgal var, 13 Kasım 1918’de. Hani “Fâtih Topkapı’dan şehre giriyor” diye mehter marşı yaptığımız, hani Ulubatlı Hasan’ı haklı olarak destanlaştırdığımız ‘Feth-i Mübîn’ 1915’te çeyrek milyon şehitle “Çanakkale Geçilmez” dememize rağmen 3 yıl sonra Çanakkale Boğazı’ndan geçen İngiliz – Fransız Donanması’nca resmen işgal edilmiştir. Yani 465 yıl sonra.

Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasıyla başlayan Millî Mücadele / Ulusal Hareket başarıya ulaşmasa ve kurtulduğumuz için Kurtuluş Savaşı adını verdiğimiz ölüm – kalım savaşımız başarıya erişmeseydi bugün İstanbul’un Fethi kutlamaları yerine “Vay be! Bir zamanlar İstanbul’u bile almıştık” diye iç çekme seanslarından başka bir şansımız kalmayacaktı.

Allah’tan bir Türk Aklı varmış da Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişi planlamış. Allah’tan I.Dünya Savaşı sonlarında bile kaybedeceğini anlayan bir ekibin stratejik hamleleri olmuş. Allah’ın da yardımıyla düşmanı denize dökmüşüz de İstanbulcuğumuza 4 yıl 10 ay 23 gün sonra tekrar kavuşmuşuz.

Cepheden cepheye Allah, Atatürk’ten ve silah arkadaşlarından razı olsun!