19 Mayıs 1919

163

     “Yıldız Sarayı’nda
Vahdettin ile baş başa.”

     (Şimdi yapacağın
hizmet hepsinden daha öemli.) (Mustafa Kemal’in anılarından alınmıştır.)

     Yıldız Sarayı’nın
ufak bir salonunda Vahdettin ile adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk.

     Sağında dirseğini
dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap bulunmaktadır. Salonun Boğaziçi’ne
açılan penceresinden gördüğümüz manzara ise şöyleydi:

     “Birbirlerine paralel hatlar üzerinde düşman
zırhlıları…Bordalarındaki bütün toplar, sanki Yıdız Sarayı’na
doğrultulmuş…”

     Manzarayı görmek
için, oturduğumuz yerlerden, başlarımızı sağa, sola çevirmek yeterli idi.

     Vahdettin hiç
unutamayacağım bir şekilde şu sözlerle konuşmaya başladı.

    
“Paşa…Paşa…Şimdiye kadar Devlet’e çok hizmet ettin. Bunların hepsi
artık bu kitaba girmiştir. Yani tarihe geçmiştir. Artık bunları unutun. Asıl
şimdi yapacağın hizmet hepsinden daha önemli olabilir. Paşa…Paşa…Devleti
kurtarabilirsin.”

     Bu sözlerden
hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki,
yabancı hükümetlerin en üst derecedeki aracıları ile temas arayarak, Devleti’ni
ve Saltanatı’nı kurtarmaya çalışıyordu.

     Bütün bu
yaptıklarından pişman mıydı? Aldatıldığını mı anlamıştı; fakat böyle bir
tahminde bulunarak, başka konulara girişmeyi tehlikeli saydım. Kendisine basit
cevaplar verdim:

     “Hakkımda
göstermiş olduğunuz yakınlığa ve güvene teşekkürlerimi sunarım. Elimden gelen
hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.”…

     Dedim ki:

     “Merak
buyurmayınız, efendimiz. Yüksek bakış açınızı anladım. Yüce kararınız olursa,
hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an olsun
unutmayacağım.”

     “Başarılı ol…” şeklindeki cevabından sonra,
huzurundan çıktım.

     Naci Paşa,
Padişah’ın yaveri, fakat aynı zamanda benim hocam, benimle buluştu.

     Elinde ufak bir
muhafaza içinde bir şey tutuyordu:

     “Padişahın küçük
bir hatırası” dedi. Kapağının üzerine “Vahdettin” adının ilk harfleri olan bir
saatti.

     “Peki, teşekkür
ederim.” dedim…

     Görülen oydu ki,
Padişah Vahdettin, büyük bir ikilem içinde bulunmaktadır. Bir taraftan
memleketin işgal altında olmasının ezikliği, diğer taraftan İtilaf Güçleri
donanmasının toplarının Saray’a dönük bir şekilde durmaları ve özellikle İtilaf
Güçleri’nin kendisinden Anadolu’da görülen bazı hareketlilikleri mutlaka
susturması gerektiği baskıları, son umut olarak, tüm tereddütlerine rağmen
Mustafa Kemal Paşa’ya sarılmak gereğini duymuştur.

     Artık kader
ağlarını örmüş. Yeni bir Türkiye’nin kuruluş aşamasına gelinmiştir. Mustafa
kemal Paşa da, ister şartların zorlamaları ile, ister imkânsızlıkların ortaya
sürdüğü umutsuzluklarla olsun, İstanbul Yönetimi’ni, hem O’ndan kurtulma, hem
de O’ndan bir medet umma noktasına getirmiştir…

     “İhtiyar Kaptan
İle Pusulasız Seyahat”

     (Vapurun
Karadeniz’de batırılacağı haberi…)

     (Mustafa Kemal’in
anılarından)

     Artık Şişli’deki
evi bırakmak üzereyiz. “Bandırma vapuru”, Galata rıhtımında hazır. Tüm
bildiklerimiz bu…

     Tam o sırada
gelerek beni büroma götüren bir dostum “Aldığı habere göre, benim ya hareketime
izin verilmeyeceğini, yahut vapurun Karadeniz de batırılacağını” söyledi…

     Karadeniz
(İstanbul) Boğazı’ndan çıkarken kaptana tehlikeli olasılıkları
anlattım…Mümkün olduğu kadar kıyıları izlemesini önerdim. Çünkü bundan sonra
“Benim tek istediğim, Anadolu’nun bir kara parçasına ayak basmaktan
ibaretti.”…

     19 Mayıs 1919
pazartesi günü sabah saat 06.00 da Samsun limanına vardık…Gemi ahşap bir
iskelenin açığına demirledi. Sahilden gönderilen kayıklara binerek askerî bando
eşliğinde halkın coşkuları ile karaya çıktık.

     Mustafa Kemal ve
arkadaşlarını, kent adına Belediye Meclisi üyelerinden Hacı Molla karşılayıp
“Hoş geldiniz Paşam” dedi…

     Diğer taraftan,
Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişinin altındaki düşünceyi anlayan İngilizler,
kendisi daha Samsun’a varmadan, bir taraftan hükümete şiddetle çıkışarak ve
baskı kurarak, Mustafa Kemal’i yoldan çevirmek istemişlerdir.

     Başta İngilizler
olmak üzere tüm Müttefik Devletleri Mustafa Kemal’in ve onunla beraber birtakım
subay ve görevlilerin Samsun’a gönderilmiş olmasından tedirgindir…

     İngilizler,
“Bandırma Vapuru”nun yoldan çevrilmesi ve hatta batırılması için her türlü
girişimde bulunma görevini de üstlenmişlerdir.

     Ancak, artık ok
yaydan çıkmış, kader Türk Milleti’ne lâyık ve hak olarak gördüğü özgürlüğünü ve
kurtuluşunu elde edebilmesi için her türlü plân ve programını yürütmeye
başlamıştır bile…

     (19 MAYIS; yazan,
derleyen ve fotoğraflayan HANRİ BENAZUS, (1982 – 2016 tarihleri arasında
yayınlanan) Nokta Dergisi’nin Tarih Eki’nden)

x

     Zamanın “Bugün”
gazetesinde çıkan bir yazım dolayısiyle benimle tanışmak isteyen; üslûbumdan
beni emekli bir tarih öğretmeni sanan ve müdiresi bulunduğu Özel Erenköy Güneş
Koleji’nde Tarih öğretmenliği yapmayı teklif etmek üzere, benimle tanışmak için
gazeteyi arayan; Sn. Nezahat Nureddin Ege Hanımefendi ile tanıştığımda, özellikle
Türkçe’miz hakkındaki görüşlerimi çok beğendiği için, hemen Nihad Sami Banarlı
hocamızı aramış; benimle muhakkak görüşmesini O’ndan talep etmişti.

     İşte bu vesileyle,
Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 2 büyük cilt hâlinde neşredilen, sahasında çok
büyük bir değeri olan TÜRK EDEBİYATI TARİHİ yazarı; şair ve edebiyatçı merhum
Nihad Sâmi Banarlı (1907 – 1974) ile görüşmemi kabul ettiği, İstanbul’un Bebek
sırtlarındaki Boğaz’a nazır köşkünde sohbet ediyorduk. Söz döndü dolaştı yakın
tarihimiz üzerinde yoğunlaştı ve hocamız, beni de hayretler içinde bırakan
şöyle bir yorumda bulundu:  

     “Evlâdım dedi.
Milletçe kazanılan bir zaferi tek bir kişiye vermek doğru değildir.  Eğer Türk İstiklâl Harbi’nin zaferle
sonuçlanmasını, ille de tek bir kişiye vermek zorundaysak; o kişi Mustafa Kemal
Paşa değil, son Padişahımız Vahdettin olmalıdır. Çünkü O’nu Anadolu için
görevlendiren ve O’nu oraya yollayan bizzat Vahdettin’dir. Elbette Mustafa
Kemal Paşa, siyasî bir dehadır. İstiklâl Savaşını; tüm yokluk ve zorluklara
rağmen Türk Milleti’yle omuz omuza vererek, liderleri bulunduğu diğer kumandan
paşalarla beraber liyakatle yürütmüş ve onlarla birlikte, Millî Mücadele’yi
zaferle sonuçlandırmıştır. Hepsine şükran borçluyuz. Ruhları şâd olsun.”   

Önceki İçerikKim Kazandı?
Sonraki İçerik19 Mayıs 1919 da Samsun’da ne oldu?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.