15
Temmuz “bir halkın” direnişiymiş… O “bir halk”a neredeyse utanmadan kalabalık
diyenlerimiz de olabilir. “Milletleşme, Millet, Halk ve Kalabalık” maddelerini
bir zahmet gerekli kaynaklardan faydalanarak öğrenebilsek. Bu kavramları
kullananların tabii ki o şanlı direnişi küçümsemediklerini biliyoruz. Yanlış
kavramları görmekten de bıktık. 15 Temmuz şanlı direnişi Türk halkının
milletleşme sürecinde epey mesafe alarak Türk Milleti olduğunu
gösterdiği, adeta ispat ettiği somut bir sosyal olaydır. Milli şuurun, etnik ve
mezhep şuurunun üstünde hissedildiği bir gecedir 15 Temmuz. Toplumda
kollektifleşen milli şuur uyanmış, harekete geçmiş, vatanı için vereceği en
kıymetli varlığının canı olduğunu hisseden herkesi sokağa dökmüş, 252 vatan
evladı şehitlik mertebesine ulaşmıştır. Bu diğergamlığın zirvesidir; egoizmin
ve çözülmenin değil. 15 Temmuz’da vatanlarını darbe ve arkasından gelecek
işgalden kurtarmak için her türlü tehlikeyi göze alanlar Türk Milletinin bir sürü,
kalabalık , “bu millet” olmadığını da kanları ile çizdiler.
Şehitliğe
kararlılıkla ve cesaretle yönelenlerin bir kısmı arabasında “Çırpınırdı
Karadeniz” söylüyor, bir kısmı Bozkurt işareti yapıyor; bır kısmı da işin ciddiyetini
anlayarak Cumhurbaşkanının emrini yerine getiriyordu. Onlar “bir millet” veya
“bu millet” değil; milli şuur ve sağduyu ile hareket eden yüce Türk milletiydi.
Babalarının veya dedelerinin vatan şuuru ile cephedeydiler.
Türk
Milleti askeri ve sivili ile babalarından ve dedelerinden kendilerine intikal
eden o haysiyetli tavırla ve ülkenin bölünmezliğini önlemek için ortaya
çıktılar. 15 Temmuz Türk Milletinin askeri ve sivili ile Sevr Antlaşmasını
bir kez daha parçalayıp, sözde dost kılıklı soytarılarının yüzüne fırlattığı
tarihtir. Bu tarihte olanlar ülkenin nasıl bir anayasaya ihtiyacı olduğunu
da haykırmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Milli Mücadele’nin kurulma ve
gerçekleştirme amaçlarına uygun olarak bir anayasa istediklerini haykırmışlardır.
Türkiye’yi parsellere bölerek küçüklü büyüklü devletçiklikler, otonom bölgeler yaratma peşinde olan sözde
dostlarımıza da ebedi bir kırmızı kart gösterilmiştir. O asil şehitlerimiz ve
gazilerimiz aslında demokratikleşme örtüsü altındaki çokkültürlülük virüsünün
yayıldığını da fark edenlerdir.
Sözde
demokrasi, demokrasi diyerek bu kavramı dillerinden düşürmeyen birçok Batılı
ülke ve onların sözde demokrat ve terörist sevici medya kuruluşları çok
enteresandır ama; Türkiye’de işbaşında bir hükümet yokmuş gibi darbeye
sarılmışlar ve alkışlamışlardır. Darbe teşvikçileri, hocaları ve
düzenleyicileri sözde müttefiklerimiz aslında çoğu düşmanımız asker
üniformasını kirleten satılık ve kiralık alçakların başarısını beklemişlerdir.
15
Temmuz direnişi aslında aydın, yarı aydın, tecrübesiz siyasetçi herkese ders
niteliğindedir. Devlet adamlığı çok ciddi bir iştir; aldatılmışlığı ve
yanılmayı kaldırmaz. Her türlü tedbir
artık alınmıştır diye beyanda bulunanlar ve geçmişte yanlışlar yapanlar her
halde aldatılmamayı, yanıltılmamayı da bu tedbirlere ilave etmişlerdir.
Atalarına
layık olup 15 Temmuz’da gereğini yapanlar, her türlü ihanet ve satılmışlığa
karşı biz varız diyebilen o aziz ve yiğit şehitlerimize yüce Allah’tan rahmet
diliyor; gazilerimize saygı duyuyoruz. Onlar Türkiye’nin basit bir Orta Anadolu
devleti yapılmasına da karşı çıkmışlar, milli tarihe önemli bir damga
vurmuşlardır. Türk Milletindeki asil ve vefalı, dayanışmacı tavır, Irak ve
Suriye’nin kuzeyindeki harekatlarda da görülmüş; askere çorap ve atkı örülmüş,
yemek taşınmıştır. Şehitlerimize, gazilerimize ve onları yetiştiren ailelerine
çok şey borçluyuz.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!…