100 Yıl Öncesinden Notlar (uzaylı bürokrattan)

103

 

Yıl 2110, Ankara’da bir sonbahar.. Çankaya sırtlarından Ankara’yı görmeye çalışıyorum. Yüz yıl öncesinin sisli Ankara’sından diskler var önümde. Yazılar, şiirler resimler..Ankara’da gökyüzü ne karda da güzelmiş. 150 yıl öncesinin kirli, sisli, karanlık Ankara’sından sonra insanlar pırıl, pırıl Ankara semalarında adeta cenneti yaşadıklarının bile farkında değillermiş. Ya bu gün?.. O gökyüzü ancak resimlerde kaldı, şimdi sis yok, kömür kokusu yok ama grii-mavi metal bulutlarından ancak morötesi pencere camlarınızla cılız bir görüş elde edebiliyorsunuz.

İnsanlar yaşadıklarının kıymetini hiç mi hiç bilmemişler ve nelerden şikayet etmişler. Elimde dedemin CD leri var bir şiir dikkatimi çekiyor; zamanın meşhur müzik sanatçılarından birinin,

Bir şiiri dikkatimi çekiyor. Bu şiirde zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in 25-30 yıldır aralıklar da olsa hep Başbakan olduğundan yakınılıyor, bu durum hicvediliyordu..

Bu şiir aynı zamanda bestelenmiş, bir de güzel klip çekilmişti!…  Şu insanların haline bakar mısınız?.

O zamanlar, şimdi olduğu gibi insanların, 300 yıl yaşama olanakları yokmuş, insan ömrü sadece 80-100 yıl olabilirmiş. Biliyorsunuz, yirmi birinci asrın başlarında 200 yıla ve nerdeyse elli yıl önce 300 yıla ulaştı.

O zamanlar insanlar galiba biraz sabırsız, biraz da tahammülsüzmüş. Baksanıza 30-40 yıl Başbakanlık yapmış olan Süleyman Demirel şiirlere esprilere konu olmuş.

Bakın bu gün aynı Demirel, öncekileri de sayarsanız neredeyse 120 yıldan fazla Anastral’in Başkanlığını yapıyor. Kimse de çıkıp 100 yıldır hep Aynı Başkan demiyor.  Gerçi her (7) yılda bir gidiyor ama sonra yine geliyor.

Ecevit’in, sonra arkadaşlarının ana muhalefet partisi liderliği ise tam 109 yıldır hiç değişmedi. Onlar her zaman ana muhalefet partisi lideri.

Başbakan Tansu Çillerin, bu Başbakanlığı 99. yılını doldurdu. Gerçi o da çok defa bu görevi Mesut Yılmaz’la değişti ama, işte araya hiç başkasını sokmadan neredeyse 100 yıldır ikisi Başbakanlık koltuğunu bir alıp bir bırakıyor, ama hep ikisi oturuyorlar.

Erbakan’ın millet vekili sayısı, bir 25-30 lara iniyor, bir 200’lere çıkıyor.  1995’te nerdeyse tek başına iktidar olacakmış, gerçi koalisyon ortağı oldu ama, o da “Adil Düzeni” 100 yıldır anlatıyor. Partisi kapatılıyor, yeniden açıyor, ama bir türlü adil düzen gerçekleşemiyor.

Bundan yirmi yıl kadar önce, Demirel ve Çiller tekrar barıştılar, bir araya geldiler ve bir yasa teklifi verdiler, Cumhurbaşkanlarının 100 yılda bir seçilmesini, Başbakanın 80 yıllık bir dönem için atanmasını istediler. Nerdeyse kabul edilecekti. Allahtan Mesut Yılmaz ve ekibi, AK PARTİ desteği ile buna karşı çıktılar da onların istediği gibi gene 25 yılda bir seçilme ve atanma esası yerinde kaldı.

Acaba Galaxi’de insanların 300 yıldan fazla yaşadıkları bir yer var mı? Bunu muhakkak öğrenmeliyim.

Bilgisayarın karşısına geçiyorum. Daha ben sualimi sormadan cevap çıkıyor.

Eeee, ne de olsa düşünceden okuma kabiliyeti var artık!.. Ve işte cevap: Galaximizde tam (7) gezegende;  ayrıca diğer  Galaxilerde 20 den fazla gezgende  insan ömrü 300 yılın üzerinde idi.

Ve bunlardan sekizinde bu sınır 1000 yılı aşıyordu.

Çok şaşırdım!..

Peki bunlardan birini görmek mümkün mü idi?  Bilgiisayar durakladı.  Bir kaç saniye geçti.

Evet, yakınlarda birine, bizden (7)  ışık yılı uzakta URSTAN’a çok özel müsaadelerle gidebilirdim.

URSTAN’a giriş çıkışlar bir süredir yasaklanmıştı. Hem fiziksel tehlike vardı, hem de yaşam şartları zorlaştığı için, oradakilerin  bizimki gibi tabii kaynakları hala çok bol olan Gezegenlere akın etmelerinden korkuluyordu.

Her şeye rağmen çok heyecanlı bir olaydı. URSTAN’a gitmek istiyorum.

Yol hazırlığım bir kaç dakika sürdü, yanıma portatif Bilgisayarımı, haberleşme aracımı, herhangi bir fiziksel tehlikeye karşı Işın Silahımı aldım.

Işınlandığım yer,  orta büyüklükte bir şehrin merkezi idi. Meraklı bakışlarla karşılandım. Ne tuhaf burada bütün insanlar, ya da insan benzeri yarı makina yaratıklar, birbirlerinin tıpatıp aynı idiler. İnsan olarak bakarsanız yaşlarını kestirmek imkansızdı. Makina olduklarını düşünürseniz bu defa da ayrıntılarda  farkları vardı.

Onlar da bizim gibi beyin dalgalarından doğrudan okumak suretiyle anlaşıyorlardı.

-Hoş geldin!  dediler. Dostça!..

-Ve Dostça cevap verdim: Hoş bulduk! demek istedim, anladılar ve gülümsediler. Dost niyetlerle geldiğimi buraya ayak basmadan önce anlamışlardı. Ve dostça bir tutum sergiliyorlardı.

İnşallah, diyordum; yanlış bir yere gelmemişimdir. Bunlar gerçekten 1000 yıl yaşama formülünü bulmuşlar mı idi? Ve gerçekten mesela şu hemen karşımdaki 500 yılın üzerinde mi idi?

Ben tam bunları düşünürken o cevap verdi:

– Evet! Dedi. Tam 712 yaşındayım. Tabii bu bizim ölçülerimize göre, sizde 40 yaşa filan tekabül ediyor.

Ha! şimdi anladım, diye düşündüm. Bunlar kendi zaman birimlerine göre yine normal insan ömrü olan 80-100 yıllık bir yaşam imkanına sahiptiler ama zaman farkından, bize göre sanki daha uzun yaşıyorlardı.

-Hayır!. dedi karşımdaki, Belki de evet!. Ben burada ailemin  otuz yedinci nesliyim.  Benden küçük       iki nesil daha var. Burada her şey çok farklıdır.  Doğum kabiliyeti 200 yaşa kadardır. Doğum süresi, sizdeki gibi (9) ay yerine sadece (3) haftadır. Yaşam hızlıdır.

-O zaman, diyecek oldum nüfusunuz hızla artıyor olmalı. Peki nasıl oluyor da…

Karşımdaki düşünce sistemimi keserek cevap verdi;

-Çoğalmak belli bir program ve plan dahilindedir. İstediğiniz kadar çocuk sahibi olamazsınız. Öyle olsa çoktan yok olurduk. Ancak merkezi plana göre ve ancak; 100 yılda bir defa çocuk sahibi olabilirsiniz. Ama bundan 500 yıl kadar önce böyle değildi. İşte o yüzden Gezegenimizin nüfusu çok arttı. Şimdi nüfus problemimiz yok. Yani, nüfus artış problemi yok.

Biraz durdu….

-Yok ama başka problemler var !.

Sonra yukarılara baktı, onlarca küçük güneşin ve başkaca gök cisimlerinin bulunduğu gökyüzüne çevirdi bakışlarını ve devam etti;

-Siz de, evet siz de, bizim gibi olacaksınız, belki daha da kötü olacaksınız. Henüz doğum süresi, çocuk sayısı gibi sorunları çözememişsiniz.

-Oysa, bunlar üzerinde yüzlerce yıldan beri çalışıyorsunuz. Şimdi bizim problemimiz, önce KAYNAK’tır. Artık kaynaklarımız tükeniyor.

-Bunun çaresi ilkel zamanlardaki gibi belki de SAVAŞMAK olabilir. Bunu asla yapamayız. 500 yıl önce bu duyguları bu uygulamaları terk ettik.

Yine biraz durdu, bu defa etrafa bir göz attı. Ve devam etti.

-Burada büyük bir problem insanlarımızın alışkanlıklarıdır. Aile bireyleri arasındaki yakın ilişkiden doğan sorunlardır.

– Nasıl olur diyecek oldum.. Aile bireyleri arasındaki ilişkinin kopmaması için asırlardır biz çaba sarf ediyoruz. Bu şimdi nasıl problem olabilir?

– Oluyor! Dedi. Burada gördüklerin, yaklaşık 250 bin kişilik bu koloni aslında tek bir ailedir. Şimdi bu gezgende aileler o kadar büyüdü ki,  artık bu gezegen, bu şehirler bize dar geliyor. Bizde nüfus problemi sizdekinden farklıdır. Bizim nüfus artış problemimiz yok aksine artış değil, ama eksilmeme problemimiz var. 500 yılı aşkın artış yok çok az, ama ölümler de oransal olarak çok azaldı. Bu nedenle yine de sayısal artış oldu.

Bunun önemli sonuçları var. Çok değişik sonuçları da var. Bakın 7-8 asırdır biz nelerle uğraşıyoruz;

– Aynı aileden 40 nesil hayatta ve bir arada olunca, Aile içi kavgalar, çekişmeler başladı.

– İkinci, üçüncü, hatta dördüncü nesilden sonra gelen Aile bireyleri ile birinciler arasında, daha sonra  10. 20. Nesillerle 5. ve 8.ler arasında ve 2-3 nesil atlayarak bütün nesiller arasında başlayan iç çekişmeler ve anlaşmazlık, asırlar boyu bizim en büyük sorunumuz oldu.  Ve sorun olma da devam ediyor.

-İnsan ömrünün uzamaya başladığı ilk yıllar, hemen, hemen 1-2 asır her şey çok çok iyiydi, insanlarımız çok mutlu ve kaynaklarımız çok boldu. Asırların tecrübesi nesilden nesile geçiyor, akıl almaz hızda gelişmeler kaydediliyordu.

-Galaximizin  bu bölümünde 6-7 asır süren büyük bir hakimiyetimiz oldu. Parmağımızın girmediği hiç bir iş olamazdı. Buralarda bizden habersiz kuş uçmuyordu.

-Devletler dağıttık, Devletler kurduk. Savaşlar çıkardık, savaşlar durdurduk. Sonuçta Galaxi barışının tek hakimi, buraların tek HİPER GÜCÜ olduk.

-Araştırma birimlerimiz, yakın gezegenlerin 300-400 yıl sonra ulaşabilecekleri bilgi düzeyini yakaladılar.

-Ve sonra, yukarıda belirttiğim aile içi çekişmeler, huzursuzluklar başladı.  Asırlar önce Demokrasiyi terk ettik. Aile büyüklerine karşı artık Demokratik Kurallar hiç işlemiyordu.

-Devlet Başkanlığından tutunuz da en alt yönetim birimlerine kadar tüm yönetim kademeleri doldu ve buralar 700-800 yıldır hiç boşalmıyor.

-Hiç kimse yakaladığı pozisyondan bir daha ayrılmıyor. Devletler önce büyüdü, sonra küçüldü, ırk ve etnik grup ayrılıkları  Irka Dayalı Devlet Sistemini getirdi.

-Şimdi bu da bitti Aile Devlet Sistemi ve nihayet sonunda Aile Şehir Sistemleri kuruldu.

-Ama, şimdi de, Başkanlar, yani ailenin en büyükleri asla yerlerini terk etmiyorlar. Yaşam ve sağlık sorunları artık hiç  olmadığı  için  TABİİ SELEKSİYON da söz konusu değil.

-Mesleki bıkkınlık, başarının verdiği büyüklük kompleksi, gelinmiş olan akıl-fikir ötesi üstünlük, bizi rehavete sürükledi.

-Önce gezegen dışı ilişkiler yavaşladı, sonra Gezegendeki Devletler dağılıp ta, yakın akrabalar ve sonra tek tek aileler Devlet oluşturunca, hatta şimdi de Devlet mefhumu tamamen bitince Demokrasi ve İnsan Hakları diye bir mefhum da kalmadı.

-Gördüğünüz koloniler, yani, Şehir Aileler kuruldu. Kimden neyi talep edeceksiniz herkes birbirinin parçası. Kıt kaynaklar önce sınırsız olarak arttırıldı. Ya da biz öyle sandık. Sonra kaynak sıkıntısı başladı.

-Ve kaynak sıkıntısı başladığı zaman biz savaş araç ve gereçlerimizi asırlar önce yok etmiştik.  Savaş deyimini lügatımızdan sileli yaklaşık 500 yıl oldu.

-Ama şimdi yakın gezegenlerden kaynak aktarılması için savaştan başka yol kalmadı. Biz ise asla savaşacak durum, istek ve niyette değiliz.

Sonu belli olmayan bir çıkmaza doğru hızla gidiyoruz. Aslında sonu belli.

-Biraz sonra beraber  gideceğimiz Gezgende; bizim ve de sizin de sonumuzu göreceksiniz.

-Şimdi sizin bir tek şansınız var. Daha bizim ilk yıllarımızdaki gibisiniz. Sorunların farkında değilsiniz.

-Henüz kaynak sorununuz da yok, Araştırma, bilgi birikimi, hızlı ilerleme şoku henüz verimsizlik sınırına ulaşmadı.

-Tek şansınızın ne olduğunu orada göreceksiniz. Pekala görelim bakalım diyecek oldum. Hazır olun dedi.

-Ve kendimizi bilgisayar komuta merkezlerinde bulduk. Işınlama biriminde idik.

-Dikkatli olun dedi, Tek korunma aracımız sizdeki silahtır. Söylemiştim bizde 500 yıldan beri tek silah yok.

-Gideceğimiz yer kaynak sorununun son raddeye geldiği bir gezegendir. Onlar da bizimle aynı sorunları yaşadılar. Tabii daha önce aynı üstünlükleri ve şimdi bizden önce bizim de sonumuz olacak o dönemi, acı sonu yaşıyorlar.

-Tabii bu sizin de sonunuzdur. Ama dönmek için siz bizden daha şanslısınız. Bizim çok az şansımız var onların ise;

–  EN SON VE TEK BİR ŞANSLARI VAR: ALLAHA DUA ETMEK!..

-Allah onları affederek, binlerce yıl önceki hallerine geri çevirirse. Allah,ın insan oğluna bahşettiği 80-100 yıllık normal ömre dönerlerse belki kurtulabilirler.

Aman Allahım, geldiğimiz bu gezegen, tam bir çöl görünümünde idi. Ve her yer, oymak, oymak; karıncalar gibi insan kaynıyordu.  İnsan demeye şahit ister bir deri bir kemik insan slüetleri!.  Kaynıyorlar!.

Onlardan başka tek bir ot, bir çöp, canlı emaresi yoktu.  İnsan slüetleri,  gölge gibi,  vıcır, vıcır insan.

Bazıları başlarını kaldırıp, aracımıza baktılar.  Elleri gökyüzüne açılmıştı. Başka hiç bir şeyle ilgilenmiyorlardı.

Ne yaptıklarını merak ettim.

– Tanrıya dua ediyorlar, size söylemiştim, artık başka çareleri yok, yıllardır bunu yapıyorlar. Tanrı onları affeder ve ilk çağlardaki gibi 80-100 yıllık normal insan ömrünün üzerindeki nesilleri bir anda yok ederse kalanlar yeniden ve ilk çağlardakine benzer, sıfırdan başlayacak olan mücadele ile belki kurtulabilirler.

– İşte bunu, yeni öğrendiler. Son çarelerinin bu olduğunu binlerce yılda öğrendiler. Bizim şansımız var, biz biraz daha erken öğrendik. Siz ise hala hiç bir şeyin farkında değilsiniz.

– İnsanlarınız, bunca imkana rağmen kendi çıkarları peşinde daha çok koşuyorlar.

– Yöneticileriniz bulundukları  pozisyonları bırakmak istemiyorlar. İşte, bizde ve burada  gördünüz. Onlar, sizinkiler de, önce büyüyecekler, ya da büyüdüklerini sanacaklar, sonra bakacaklar ki, Devletleri küçülmüş. Siz de etnik Devletler, Kavim Devletler, Aile Devletler evrelerinden geçecek ve sonunda AİLE  ŞEHİRLER  evrimine ulaşacaksınız.

– Bunlara hiç gerek yok.

– En güzeli Tanrının İnsanoğluna bahşettiği 80-100 yıllık kısa ömrü dolu dolu yaşamaktır.

– En güzeli, Demokrasi içinde, gelinen yönetim pozisyonlarını,   zamanında terk etmesini bilmektir.

– En güzeli, Aile bireyleri dışındaki insanları da sevmek, iyi ilişkileri sürdürmektir.

– En güzeli, kollanan toplum menfaatlerinin sonunda bizatihi kendi öz faydanız için gerekli olduğunu zamanında görebilmektir.

-En güzeli,  Öz çıkarlar üğruna feda edilen toplum menfaatlerinin sonunda sahip olunacak öz çıkarlara da vurulmuş bir darbe olacağını erken görmektir.

-Biz bunları gördük. Bunlar geç fark ettiler. Siz ise  hala fark edemediniz.

Evet dedim. Fark edemedik biz bunu, toplum çıkarlarını kendi öz çıkarlarımıza feda etmemeyi, yalnızca bir erdem kabul ederek dürüstlüğü savunuyoruz.

Hele ilk zamanlarda, bunun, öz çıkar kollamanın, bizatihi kendi sistemimizden kaynakladığını savunanlar vardı. Liberal Sistemi, Parlamenter Demokratik sistemi yanlış anlıyorlardı. Sanki Sistem, bütün bu yolsuzlukların, bütün antidemokratik tutum ve davranışların sebebi olarak gösteriliyordu.

Oysa görülmüştü ki, yetmiş yıllık saltanı yıkılan Komünizm de, bütün antidemokratik oluşumları, yolsuzlukları, önlememiş aksine arttırmıştı.

Düşünülmüyordu ki, sistem ne olursa olsun insan önemli idi. Bütün bu olumsuzlukların içinde olan, onları bizatihi kendileri yaratan veya neden olan, ya da, önlemeyen, önleyemeyen lider durumdaki insanlar,  sanki, kendileri uzaydan bir yerlerden gelmiş gibi olayları ortaya koyuyorlar, tenkit ediyorlar, ama çare bulamıyor, çare olamıyorlardı.

Başbakanlar, Bakanlar, bulundukları Makamları ağlama duvarı gibi görüyorlar, bütün bu olumsuzluklardan onlar da şikayetçi oluyordu. Sanki bir yerlerden gelen bir güç bu işleri olumsuz kılıyor, buna kendileri de şaşıyorlardı.

İnsanlar bulundukları makamlara, bu Makamlar onlara çözüm getirmeleri, hizmet getirmeleri, için değil de sanki onların bu sayede kendilerine çıkar sağlamak için verilmiş, onlara lütfedilmiş ilahi bir lütuf olarak bakıyorlardı. Ve bu imkanlarını, siyasi gruplarının, siyasi geleceklerinin, hatta şahsi çıkarlarının rahatça sağlanabileceği bir imkan gibi görüyorlardı.

Devletin üst yönetiminde bulunanlar Devlet adına iş yaptıracakları zaman, bunu bir öz çıkar vesilesi sayarlar, örneğin,  50-60 ESU’ya yaptırılabilecek bir işi, 97 ESU’ya yaptırırlar, bunu  makul göstermek için fiyatı 120-140 ESU olarak alırlar sonra 97’ye inerler ve çok, pek çok büyük indirimler sağladıkları görüntüsü ile Devlete 40 Esu fazla ödetirler, bunun içinden 1-2 ESU kendilerine çıkar sağlarlar, ama Devlet bu arada, onların 1-2 ESU’luk şahsi çıkarları için  30-40 ESU fazla ödemiş olurdu. Bunu kural ve kaidesine oturtmaya çalışarak gizleyebiliyorlardı.

O zamanlar düşünce ve niyetlerin, doğrudan okunması olanağı bulunmadığı için, bu gizli faaliyetler mevcut kontrol sisteminden kurtulabilirlerdi.

Üretim üniteleri için gerekli girdilerin sağlanmasında  son derece şekli, biçimsel yöntemler uygulanır ve sistem sadece kötü niyetlilerin öz çıkar sağlama emellerine hizmet ederdi.

Örneğin Dünya pazarlarındaki fiyatı;  3.5 Esu civarında  olan bir üretim girdisi; 4.89 Esu’ya temin edilir, 12 Milyon Esu’luk bir fazla ödemede beis görülmezdi.

Yönetim birimlerine öz çıkar sağlayan iş üstleniciler çeşitli şekillerde kollanırlar, Devlet işleri hep onlara verilirdi.

Bu iş o kadar yaygınlaşmış her şey öylesine çığırından çıkmıştı ki; Nerede bir iş varsa orada yolsuzluk için bir vesile var demekti. Yolsuzluk olmayan iş asla düşünülemezdi. Dürüst çalışanlar, utanır sıkılırlar, kendilerinin bu pisliklere karışmadıklarını söylerken karşılarındaki mütebessim çehreleri anlamakta zorlanırlardı.

O şerefli Makamlarda bulunmaktansa bulunmamak daha daha onurlu olur hale gelmişti.

Yolsuzluklara karşı çıkarsanız, sizi işlerin yapılmasına karşı çıkmakla, kendi Ülkenizin kalkınmasını istememekle, oto yol yapılmasına, Fabrika yapılmasına karşı çıkmakla  suçlayabilirlerdi.

Bu düşünce ile Dedem Arif Doğan’ı BALLIÇ Fabrikasının yapılmasına karşı çıkmakla suçlamışlardı.  Dedemin cevabını hatırlayınız;

“Keşke BALLIÇ’a Fabrika yapılmasını benim kadar isteseniz…

Ben sadece PİSLİK İstemiyorum.”

Karadeniz Otoyolu konusunda Suçlanan Bakan için verilen Gensoru önergesini destekleyenler de Karadeniz’e Otoyol istememekle itham edilmişlerdi.

Ama, Milli Meclisin YÜZ MİSLİ Fiyatla Yenilenmesine karşı çıkanlara aynı suçlamayı yapamadılar.

Sadece Koltuklarının Milyarlara satın alınmasını, Avizelerin Milyarlara temizlenmesini tenkit edenlere; “Siz bu işlerin yapılmasını istemiyorsunuz!.” Diyemediler. Elbette o işler de yapılmamalıydı.

Neyse, şimdilerde gelişen Bilgisayar Veri Tabanı ve İletişim Sistemleri bu tür gizli emellerin gerçekleştirilmesine  artık meydan vermiyor.

Bunun da belki çaresini bulurlardı ama, o zamanların bir çıkış sistemi olan ama şimdi hayli ilkel görünen özelleştirme sistemleri. İlk defa bu tür olumsuzluklardan kurtulma vesilesi olmuştu. Vakıa, çoğu zaman özelleştirme de yozlaştırıldı. Birilerine çıkar sağlamayan özelleştirme modelleri uygulanamadı.

Asıl olan Mülkiyetin yaygınlaştırılması olması gerekirken, menfaatler birinci plana geçti. Özeleştirme adı altında, kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla Ülke değerleri peşkeş çekildi.

Sonra da televizyonlarda, Milletin gözünün içine baka baka yalan söylendi.

Ama sonra, bu fırtınalar da geçti ve küçülen Devlet kendisine daha çok sahip olabildi.

Bütün bunlar bir lahzada aklımdan geçiverdi.

Karşımdaki gülümsüyordu. Tabii benim düşündüğüm her şeyi o da anlamış ve yorumlamıştı.

Hemen dedim geri dönelim. Buralarda artık kalmak istemiyorum.

– Evet!.. Dedi bir an önce Dünyana dön ve bu tehlikeleri insanlarınıza anlat.  AMA HEPSİNİ ANLAT !.. Sana bol şanslar diliyorum.

REANKARNASYON  DEĞİL ÖTEKİ BOYUTLA GÜÇLÜ İLİŞKİ

–          Evet. Dedim. Gidelim..

Ve aynı anda müthiş bir şey oldu. O anda dikkat ettim ki karşımda büyük bir kalabalık vardı. Yüzlerce hatta binlerce insan.. Ve hepsi de bana bakıyorlardı.

Ve gerçekten müthiş bir şey oldu. Bu kalabalığın en önünde EŞİM KERİMAN duruyor ve bana gülümsüyordu.  Çok şaşırdım. Biraz önce onunla görüşmüştüm. Dünya’da ve evimizdeydi.  Ama işte burada ve karşımdaydı. Üstelik bana doğru geliyordu.

Gayri ihtiyari, konuştuğumuz o insana baktım. Gülümsedi.. Şaşırdınız  değimli? Dedi.

–          Şeyy.. Dedim. Yani eşim,  nasıl geldi.  Ne zaman geldi?

Müstehzi bir edayla tekrar gülümsedi..

–           Gelmedi. Dedi. Gelmedi..

–          Peki ama dedim.. O… İşte O..

–          Evet O.. Yani Hayır O değil!..

Büsbütün şaşırmıştım. Tekrar kalabalığa baktım.  Keriman!…. İşte orada ve işte o gülümseme ve el sallıyor. Karşılık verdim, koştum.  Kucaklaştık, dakikalarca öyle kaldık.

–          Nasıl oldu? Dedim . Nasıl geldin?

–          Gelmedim dedi, ben buradayım.. Burada yaşıyorum!..

Allahım yarabbi, kafam karmakarışık olmuştu.

–          Keriman. Dedim. Kendine gel. İyi misin?

O sadece gülümsüyordu. Muhatabımız söze girdi.

–          Bakın. Dedi. Onlara iyi bakın.. Başkaları da var..

Hemen onlara döndüm, kimler yoktu ki, eşimin yanında, Kamuran, baldızım, benim kardeşlerim, Ayhan, Cemal, Yıldız.. Kayınbiraderim Metin Çoban, oğlu Serkan, eşi Sevil, onun kardeşleri. Yok hayır bu kadarı olamaz, Mustafa UZUNER, ama o çoktan ölmüştü.. Kayınpederim Bayram ÇOBAN, Annem, Babam, Nazik Halam, Fethiye Halam, Vasfiye Halam… Canım Nemciye Abla, Orhan Enişte, Asım Erkan Ağabey, Nazım Ağabey, Nedim Ağabey, Edibe Hala, Annesi Cemile Hala, Hatçe Halam. Dedem, Yemen’de 11 yıl Askerlik yapan ve sağ ve sağlam dönebilen Abdulmuttalip Lambacı.. Kasap Talip, Doktor Talip. .Turan US Dayı…

Haminnem, Veli Özdemir Enişte, Kuvayı Milliye Kahramanı Veli Bey. Kendisini hiç görmediğim Cemal Amcam.. Dedem, Osmanlı Bürokratı Mehmet SOFRACI Halen yaşayanlar ve ölmüş olanlar.  Yıllar önce ölmüş olanlar,  ölmüş arkadaşlarım, Akrabalarım,  Kendilerini hiç görmediklerim.

En önde en yakınlarım,  onların hemen gerisinde, okul arkadaşlarım, askerlik arkadaşlarım. Tertip Gültekin TAŞPINAR, Rahmetli Güven ÇAĞLAYAN.

Daha gerilerde ve yüksekçe bir platformda, Medeni BERK, Adnan MENDERES..  Yavuz SULTAN SELİM,  Fatih SULTAN Mehmet,  Sultan BEYAZIT, beyaz bir at üstünde ve Osmancıkta, KIZILIRMAK Kenarında, karşısında KOYUN BABA, ona yol gösteriyor.  Ve koyunlar işte onlar da oradalar.

Kalabalığa baktıkça,  kimi tanıyorsam, Erzincan’dan REMZİ SÖKMEN, Ailesi, Yeğenleri, Şoförüm EMİN, Rahmetli Ahmet BAŞGÖZE, Mustafa BAŞGÖZE, İsmail İNCE.. Refik ARAS, Taştan YILDIRIM, Oktay MALATYALI..

Bankadan arkadaşlarım. Müşterilerimiz, Okul Arkadaşlarım, Mahalle Arkadaşlarım, Yolculuklarda tanıştıklarım, Hac arkadaşlarım HEPSİ HEPSİ

Şaşırdım. Şaşırmak ne kelime; ÇILDIRDIM!…  Var gücümle haykırdım.

–          Bütün bunlar ne demek BANA NE YAPTINIZ?.. Ben neler görüyorum. Bunun bir açıklaması var mı?

–          Elbette var. Sakin olun açıklayacağım. ,,,

–          Lütfen HEMEN HEMEN dedim.. Yaşayanlar neyse buraya bir şekilde IŞINLANMIŞ Olabilirler. Ya ölmüş olanlar. Onlar niçin buradalar ya da ben mi öyle görüyorum.

–          Siz, Dedi Buna Reenkarnasyon dersiniz. Ama reenkarnasyon yoktur. Onlar burada yaşıyorlar. Siz öyle gördünüz. Aklınızdan geçen herkes herkes burada şekillendi.  Aslında onlar yok. Aslında onlar VAR.

–          Ne demek aslında onlar yok, ne demek aslında onlar VAR? Daha ciddi olur musunuz?

–          Çok ciddiyim Onlar VAR ve Onlar yok. Ama haklısınız. Sizin gibi, pardon yan i sizin gibi, daha beyninin yarısını bile kullanamayanlar bunu zor anlarlar. Tekrar Özür dilerim Dünya’da biliyorsunuz, beynin hala % 20 bile kullanılamıyor. Siz istisnasınız. Aslında şu anda burada, yani buraya ayak bastığınız andan itibaren BEYİNİNİZİN % 70 ini kullanabilirdiniz. Gerçi fark ediyorum, bazen kullanıyorsunuz. Ama..

–          Ama ne ? Çabuk lütfen lütfen açıklama?

–          Tamam açıklıyorum. Önce ölülerden başlayalım. Şimdi onların hangisiyle konuşsanız siz tıpkı orijinal kişilikler gibi her şeyi tam ve net anlatacaklardır. Bunlarda,BİREBİR  Onları görebilirsiniz.  Aslında bunlar ONLARDIR. Ama bu nlar ONLAR Değillerdir.

–          Ne demek bunlar onlardır. Ama  bunlar değillerdir. Ne demek ne demeeek?

–          Şu demek; siz buna reenkarnasyon dersiniz.  Yıllar önce ölen birinin şeklen ve ruhen aynı davranışlarını gösteren bir başkası. Siz hemen, Yani sizin dünyadakiler hemen, işte reenkarnsayon derler. Bakın bakın onun dilini konuşuyor onun çocuklarını tanıdı, ona sen benim karımsın dedi. Filan Öyle mi?

–          Öyle ve işte burada sizde reenkarnasyon var mı demek istiyorsunuz?.

–          Hayır öyle demek istemiyorum. Reeknarkasyon yoktur. Sizde de yoktur, bizde de yoktur. Kainatın hiçbir yerinde yoktur. Hem sizin dininizde de bu kabul edilmiyor değil mi?  Ve başka bir husus ki sizin dininiz İslamiyet bunu çok güzel ifade etmiştir. Kainatın yaratılması ile birlikte bütün RUHLAR da aynı anda yaratılmıştır.  Siz, biz, sizin atalarınız, bizim atalarımız, sizden sonra gelecekler, bizden sonra gelecekler, binlerce yıl öncekiler ve binlerce yıl sonrakiler hepsi hepsi bir anda yaratılmıştır.  Sonra herkes zamanı gelince gideceği yere gönderilir.

–          Bütün bunlar hala cevap değil?  Sorumun cevabı  hala yok.. Açıklar mısınız? Lütfen.. Lütfen?

–          Evet REENKARNASYON Yoktur. Sizde de BİZDE DE yoktur. Bu gördüğünüz, ÖTEKİ BOYUTLA YOĞUN İLETİŞİM sonucudur.

–          Ne demek ÖTEKİ BOYUTLA YOĞUN İLETİŞİM?

–          Anlamadınız mı?  Bunu Dünyadan bir başkası sorsa tamam ama siz? Siz de mi?

–          Tamam  anladım?  Yani ben beyin kapasitemi geliştirdikçe, ÖTEKİ BOYUTLA DAHA YOĞUN İLETİŞİM KURABİLİRİM….

–          AYNEN ÖYLE… Sadece bir farkla ki onlar da size karşılık veriyorlar. Ve böylece karşınızda şekillenebiliyorlar.

–          Peki anladım. Öteki Boyut ve YOĞUN İLETİŞİM.. Peki Yaşayanlar, Onlar da Öteki boyutta mı? Onlar nasıl buradalar?.  Yoksa buradalar mı?

–          Hayır burada değiller, onlar da sizin Yoğun İletişim, DÜŞÜNCE YOĞUNLUĞU Kabiliyetinizden kaynaklanıyor.  Bu yetki size geçici olarak verildi.  Beyin gücünüz % 45 ten % 70′ e çıkarıldı.  Dönüşünüzde bu değişecek. Ama merak etmeyin 45’te de kalmayacaksınız, bundan böyle %55 kapasiteniz olacak.

–          Yani Yani şey mi?

–          Evet Şey bu kapasite size düşünce yoğunluğu paralelinde iletişim yetkisi verecek ve hatta bunu biraz daha geliştirerek, mekanda hareket kabiliyetine de sahip olabileceksiniz.

–          Yani ,Yani, Şey.

–          Artık gerisini siz düşüneceksiniz. Şimdi gitmek istiyor musunuz?

–          Evet. Evet ama önce, önce bunlara veda etmem gerekirdi.

Dedim ve aynı anda bütün karşımdakilerin, dostça, canı gönülden veda etme        niyetlerini hem yüzlerinden hem de dostça havaya kalkmış olan ellerinden anlamıştım.  Ben de dostça el salladım.

–          Şey dedim. Size teşekkür etmek istiyorum.

–          Ben bir şey yapmadım dedi. Bütün bunlar ÖYLE UYGUN GÖRÜLDÜ.

–          Bir şey dedim, Eşim, eşimi yanıma alabilir miyim.

–          Tabii dedi O da bizimle gelebilir,  eşiniz.. Ama unutmayınız Dünya’ya birlikte dönemezsiziniz. O burada kalacak.

–          Tamam  dedim. Tamam ve aynı anda Keriman yanımda idi. Birlikte ışın kabinine geçtik.

 

İşte yine Dünyamda, büyük salonda, kütüphanemin önünde ve bilgisayarımın karşısında idim.

Allahım, gördüklerim, yaşadıklarım, Uzay ötesi ilişkiler!!.. Ben kime ne anlatacaktım.!!

Nasıl anlatacaktım!!.

Nereden ve kiminle başlayacaktım!!.

Kafam karmakarışıktı!…

Bir şeyler yapmak gerekiyordu.

Bazı şeyler yapmıştım. Yazmıştım, kimse kimsenin yazdıklarını okumuyordu.

Tahammül sınırlarını zorlayan, aşan yolsuzluklar, ta Dedemin zamanından bu günlere taşınıyordu. Sistem ve olaylar aynı idi. Oyuncular değişiyordu.

Suçlular, menfaat düşkünleri, her zaman güçlü idiler.

Dilim varmıyor ama, Galaxinin her tarafında işte olay aynı idi; bu güç belki de menfaatlerin paylaşımından kaynaklanıyordu.

Öylesine pis bürokratik oyunlar, öylesine seviyesiz adamlar tarafından oynanıyordu ki, bunları kavrayabilmek, karşı tedbirlerini alabilmek, özellikle, bilgi çağının yeni başladığı dönemlerde hemen hemen imkânsızdı.

Zavallı Dedem, nelerle uğraşmıştı. Şimdiki gibi Düşüncelerin Beyin Frekanslarından okunabilmesi imkanı olabilseydi, Baycan meselesinde Dedemin neden görevden alındığı, sonra neden geri verildiği, Baycan Ortaklığını Marikal’a vermek uğruna hangi entrikaların nasıl döndüğü apaçık ortada olurdu. Bunların tespiti için yılların geçmesi de gerekmezdi.

Yıllar da geçse hak yerini bulacaktı. Tanrı birçok hesabı öte Dünyaya bırakmıyor bu Dünyada hallediyordu.

Çok düşündüm.

Çok araştırma yaptım.

Ve sonunda yine bir çıkış noktasını önceki dönemlere ait notlarda yani Dedemin Notlarında buldum.

Evet, Her gün yeni bir başlangıçtı, Güneş her sabah yeniden doğuyordu, ama üzerinde dünün çizgileri ve yarının ışıltıları hep vardı.

Hatırlayınız, Dedemin notlarında bir bölüm vardı. Sonunda Metropole Vali Olmaya Karar Veriyor ve bunun için bir parti kuruyordu.

-Nasıl bir parti ?

-Her birimden, her şehirden, her gruptan her metropolden, uygun nitelikte temsilciler.

-Nasıl Temsilcilerdi bunlar?

-Üzerlerine hiç kimselerin toz konduramayacağı, dürüst olduklarından kimsenin asla şüphesi bulunmayan, mesleklerinde temayüz etmiş, pırıl pırıl insanlar!