08 Mart Dünya Kadınlar Günü

100

 

Kadınlar Günü de, anneler, babalar, sevgililer günü gibi, batıdan yurdumuza gelen bir kutlama alışkanlığıdır. Gerekli olup olmadığı tartışılıyor.

Kadınlar Günü kutlamalarının gerekliliğini düşünenler, “gerçek anlamda kadın – erkek eşitliği sağlanıncaya kadar kadınlar gününün kutlanması gereklidir.” Diyorlar. Böylece eşitliği bozucu ilk adımı atıyorlar. “Erkekler Günü” olmadığına göre,  kadınlar günü kutlamaları ile eşitlik bozulmuş oluyor.  Batılıların yakın zamanlardaki karanlık tarihinde, zenci – beyaz ayırımı vardı. Günümüzde kadın – erkek ayırımı varmış gibi eşitlik, hem de gerçek eşitlik yaygaraları kopartılması, yadırganacak bir olaydır.  Cenab-ı Allah’ın vermediği gerçek eşitliği kim niçin ve nasıl verebilir ki?

Türkiye’de kadınlar, iş hayatında erkeklerin yaptığı bütün işleri yapabiliyorlar. Kadınların ruh ve beden yapılarından kaynaklanan,  fosilleşmiş anlayışların, topluma yerleşmiş yanlış kanaatlerin ürünü olan bazı olumsuzlukların varlığı inkâr edilemez. Fakat o farklılıkların yok edilmesi, Kadınlar Günü kutlamaları ile değil, erkeklerin gösterecekleri lütuf ile hiç değil… kadınların kendilerine saygın bir konum kazandırmaları ile mümkün olur.  Renkli resimli ve görüntülü medyada boy gösteren kadınlar,  kendilerine saygı duyulmasını engelleyen durumlardan kurtulabildiklerinde, kadın olmanın kültürümüzdeki şerefli yerlerini almış olacaklardır.

İslâmî hükümlerin gerçek anlamda uygulandığı toplumlarda ve Cumhuriyet Türkiye’sinde kadınlarımıza sağlanan haklar ve özgürlükler, dünya kadınlarına sağlananların üzerindedir.

Türkiye’mizde kadınlarla ilgili acı gerçekleri bilmekte yarar var: Kadınlarımızın yalnızca okuma – yazma bilenleri ile ancak beş yıllık eğitim görmüş olanlarının genel kadın nüfusumuz içerisindeki oranları % 78,9’dur. Ev işinin dışında herhangi bir işi olmayanlar  % 62,8 oranına sâhip. Tapulu şahsî malı olmayan kadınlarımızın oranı: % 84,7.  Kadınlarımızın % 87,6’sı kredi kartına sâhip değil.  Sürücü belgesi alamamışların kendi cinsleri içerisindeki oranı, % 89,5. Pasaportsuzlar ise % 92,3.  Bütün bu olumsuzlukların, yılda bir gün kutlanan Kadınlar Günü ile giderilebileceğini düşünmek ne büyük mantıksızlıktır. Kadınların problemi gibi gösterilen bu olumsuzluklar, gerçekte erkeklerin, daha doğrusu, toplumumuzun problemidir.

İslâm’da kadının özel bir yeri vardır. Her şeyden önce İslâm’daki kadın bir metâ değildir. Günümüzde seks objesi olarak gösterilen kadın bu özel ve saygın konumunu kaybetmiştir.  Kadını, toplumun en zavallı unsuru hâline getirenler, şimdi onu kurtarmaya çalışıyorlar. Fakat yanlış metotlarla… ve kısır zaman dilimleri içerisinde.

Prof. Dr. Arzu Terzi Hanımefendi, tarihteki Türk kadınının yerini ve önemini, tartışmaya yer vermeyecek ve hatta mevcut tartışmaları önleyecek tarzda belirliyor.

İyi okumalar…

Oğuz Çetinoğlu: Aksini iddia edenler bulunuyorsa da, Türk sosyal hayatında kadının önemli bir yeri vardır. Sizinle bu konuyu konuşmak istiyorum. Sorulara geçmeden önce, genel bir değerlendirme lütfeder misiniz?

Prof. Dr. Arzu Terzi: Türk siyaset kültüründe önemli bir konuma sahip olan kadınların, devlet idaresinde etkileri olmuştur. Bu devletlerden bazılarında kadınların zaman zaman siyasete yön verme derecesinde etkilerinin olduğu da açıkça görülmüştür. Ayrıca kadın erkek eşitliğinin sadece devlet siyasetinde değil halk tabakaları arasında da var olduğu görülmektedir.  Osmanlıda da kadınların son derece etkin olduğu ve sosyal hayatın içinde olduğu hatta seferlere çıkıp savaşlara katılması kadınların devlet ve siyasetten ayrı düşünülmediğinin de bir göstergesi olmuştur.

Çetinoğlu: Türk kadınının devlet idaresindeki etkilerinin ilk örneklerinden başlayabilir miyiz?

Prof. Terzi: İslâm öncesi Türk devletlerinde hakanların eşi veya annesi olan hatunlar devlet işlerinde söz sahibiydiler ve protokolde yerleri vardı. Aralarında Mete’nin eşi gibi devlet siyasetine yön verenler bulunduğu gibi, naibe olarak devleti idare edenler, hatta devlet başkanlığı yapanlar da mevcuttu. Bunun örneklerini Göktürk, Uygur, Sabar ve Oğuzlarda görmek mümkündür. Göktürk ve Uygurlarda emirnamelerin Kağan ve Hâtûn adına müştereken imza edilmesi, Kağanın eşinin yahut annesinin savaş sırasında halkın arasında çıkan ihtilaflara ve dâvalara bakarak suçluları cezalandırması bunun açık bir delilidir. Ayrı sarayları bulunan Hatunlar umumiyetle devlet meclislerine katılırlar, bazen elçileri ayrıca kabul ederlerdi.

Çetinoğlu: Örneklendirme mümkün mü efendim?

Prof. Terzi: Tabii… Avrupa Hun İmparatorlarından Bleda’nın eşi kocasının ölümünden sonra yaşadığı köyün sahibesi ve idarecisi olarak bırakılmıştı. Hun ülkesine gelen elçiler Attila ile birlikte eşi Arıg-han’a da hediyeler getirmekte ve Arıg-han elçileri kabul ederek devlet meselelerini görüşmekteydi. Bir başka örnek de Sabarlar’dan verilebilir. Sabarların hükümdarı Balak’tan sonra yerine geçen hanımı Boğarık, savaşçılığı ve idareciliği ile meşhur bir Türk kraliçesiydi. Yüz bin kişilik Sabar ordusuna kumanda eden Boğarık’ın Bizans imparatoru Birinci Justinianos’u dize getirdiği, dönemin kaynaklarında zikredilir.

Çetinoğlu: Devlet siyasetine yön verenler hanımlardan da söz eder misiniz?

Prof. Terzi: Mesela, İkinci GökTürk Devletinde Bilge Kağan’ın ölümünden sonra tahta çıkan oğullarından Bilge Kutlug Kağan’ın yaşça küçüklüğü sebebiyle hükümranlığa muktedir olamayışı, annesi Po-fu Hatun’un devlet işlerine fazlaca müdahale etmesine yol açmıştır. Aynı zamanda ünlü vezir Tonyukuk’un kızı da olan Po-fu Hatun vezirlerden Yü-ssu Tarkan ile işbirliği yapmış ve devlet idaresini tam manasıyla kontrollerine almayı hedeflemiştir.

Çetinolu: Devlet yönetimindeki kadın-erkek eşitliğini, halk tabakalarında da görebiliyor muyuz?

Prof. Terzi: Asya Hunları’ndan beri kadınların ata binip ok attığı, güreş gibi sporlar yaptığı, hatta savaşlara katıldığı bilinmektedir.

İslâmiyet; Türk dünyasının güneybatı sınırlarından başlayıp, en doğuya kadar, 8. ve 15. yüzyıllar arasında yayılarak Türklerin başlıca dini olurken, hükümdar eşlerinin yani ‘terken‘lerin imtiyazlarına son verilmedi. Türklerde Terken unvanı hanım yöneticiler yani sultanın eşi için kullanılırdı. Farklı Türk devletlerinde ve sık sık bu unvanla ismi anılan hanımlar tarihî kaynaklarda yer almaktadır.  Abbasi halifesi el-Mutasim’in Türk eşi ve bir sonraki halife el-Mütevekkil’in annesi Türk Asıllı Suca Hatun ve yaşı küçük Halife el

Muktedir’in yerine devleti idare eden ‘Hanım Sultan‘ veya ‘Ümmül Muktedir‘ adıyla anılan yine Türk asıllı Şağab Hatun, Abbasiler döneminin siyasete yön veren iki Türk kadınıdır.

10. asrın başında, devrin iki Türk devletinden biri olan Karahanlılar İslâm’ı kabul ederek ilk büyük İslâmî Türk medeniyetinin kurucusu oldular. Bu sülâlenin kızları ‘terken’ unvanının aslî sahibi sayılırdı. Karahanlılar’da Terkenlerin kendi maiyeti, dîvanı ve ordusu bulunurdu.

Çetinoğlu: Kadınların etkin konumu Selçuklularda devam etti…

Prof. Terzi: Selçuklular ve Harzemşahlar döneminde de terkenler siyâsî-askerî hareketlerde etkin konumdaydı. Selçuklularda hatunlardan bazıları sarayda sultanın yanında değil geçici veya devamlı olarak bir başka şehirde ikamet ederdi. Sultanla birlikte sarayda otursun veya oturmasın hatunun emrinde küçük çapta bir idarî ve askerî teşkilât, kendi hazinedarı tarafından yönetilen bir hazine, özel vezir ve diğer görevliler bulunurdu. Mesela Tuğrul Bey’in eşi Altuncan Hatun hükümdarın yokluğunda yapılan bir hücumu kendi ordusu ile durdurmuştu. Nitekim Tuğrul Bey, Hemedan’da üvey kardeşi İbrahim Yinal tarafından kuşatılınca zevcesi Altuncan Hatun un, emrindeki Oğuzlarla Bağdat’tan kocasının yardımına gittiği bilinmektedir.

Çetinoğlu: Altuncan Hâtun’nin kişiliğinden de söz eder misiniz?

Prof. Terzi: Devlet menfaatlerini son derece üstün tutan Altuncan Hatun’un ölüm döşeğinde Tuğrul Bey’e devletin güçlenmesi için Abbasi Halifesinin kızı ile evlenmesi konusundaki ısrarı zikredilmeye değer bir husustur.

Çetinoğlu: Selçuklularla ilgili başka örnekler de verir misiniz?

Prof. Terzi: Alparslan’ın kız kardeşi Gevher Hatun’un, kocası Erbasgan’ı kurtarmak için Yabgulu Türkmenleri’ni etrafında toplayarak harekete geçtiği bilinir. Melikşah’ın zevcesi Türkân Hatun da (Hâtûn el-Celâliyye) devlet idaresinin hemen her sahasında nüfuz sahibidir. Devrin ünlü veziri Nizamülmülk’ün meşhur eseri Siyasetnâmesi’ndeki kadınların siyasetten uzak tutulmasına dair kısımları şüphesiz Türkân Hatunla yaşadığı siyasî mücadeleden kaynaklanmış olmalıdır. Türkân Hatun gerek eşi Melikşah döneminde iktidarda söz sahipliği, gerekse Melikşah’ın ölümünden sonra henüz beş yaşındaki oğlunu tahta geçirmek ve iktidarda kalmak için yaptığı girişimler Selçuklular tarihinde önemli bir yer tutar. Nitekim daha Melikşah’ın sağlığında Türkân Hatun, Turanşah’ın elinde bulunan Fars’a hâkim olmak istemiş ve Sultan Melikşah’ın emirlerinden Üner’i bir ordu ile İsfahan’dan Fars’a doğru yola çıkarmıştır. Melikşah’ın ölümünden sonra oğlu Mahmud’u tahta çıkaran Türkân Hatun’un özellikle oğlu ve kendisinin en önemli rakibi Berkyaruk’la olan iktidar mücadelesi oğlu Mahmud’un 13 Ekim 1094’teki vefatına kadar devam etmiştir.

Yine Melikşah’ın eşlerinden Zübeyde Hatun, oğlu Berkyaruk’un tahtta geçmesi için mücadele ederek Selçuklu siyasetinde rol oynamış ve Berkyaruk’un veziri Müeyyid el-Mülk un azledilmesinde etkili olmuştur.

Kirman Selçuklularından Melik Arslan-şah’ın hanımı Zeytun Hatun’un da çok akıllı ve seçkin bir kadın olduğunu, Kirmanda birçok, imar faaliyetlerinde bulunduğunu ve eşinin üzerinde nüfuz sahibi olarak iktidarı da yönlendirdiğini, hatta oğlunu veliaht ilan ettirdiğini dönemin kaynakları zikreder.

Çetinoğlu: Selçukluların çağdaşı diğer Türk devletlerinde durum nasıldı?

Prof. Terzi: Harezmşahlar devrinde Sultan Tekiş’in eşi Bozkır Türk prenseslerinden Terken Hatun, gerek kocası gerekse oğlu Kutbeddin Muhammed döneminde devletin idaresi ve siyasetinde hemen hemen Harezmşahla aynı derecedeydi. Bazı durumlarda oğlunun verdiği emirleri dahi bozan Terken Hatun’un ileri gelen devlet adamlarından oluşan yedi kişilik bir İnşa Divanı vardı. Bu dönemde Terken Hatun’un Hüdâvend-i Cihan yani dünyanın sahibi lakabını taşıması, oğlu gibi kendisinin de bir hükümdarlık alâmeti olan tuğrasının bulunması iktidar ortaklığının bir göstergesiydi.

 

Salgurlu atabeglerinde oğlunun naibi olarak hüküm süren Bibi Terken Hatun ile Selçukşah’ın ölümünden sonra Salgurlu tahtına geçen 2. Sa’d’ın kızı ve atabeglerin sonuncusu Âbiş Hatun siyasî faaliyetleriyle ünlenen hatunlardır. Delhi Sultanlarından İltutmuş’un ölmeden önce oğullarının eğlenceye düşkünlüğü ve beceriksizliğini anlayarak çok istidatlı kızı Raziyye’yi veliaht tayin etmesi dikkat çekicidir. 1250’de Mısır’da Eyyûbi hükümdarı ilan edilen, Melik Salih Necmüddin’in zevcesi ve Eyyübi Prensesi olan Türk asıllı Şecerüddür’ ün, kadın olmasından dolayı Abbasi Halifesi tarafından hükümdarlığının tanınmamış olduğundan saltanattan hal’ edilmesi Türk tarihinin ilgi çekici olaylarından biridir. Şecereddür bir saltanat alâmeti olarak kendi adına sikke bastırmış ve bu sikkede Abbasi Halifesinin ismi yer almıştır.

Çetinoğlu: Anadolu Selçukluları dönemine de bakabilir miyiz?

Prof. Terzi: Anadolu Selçuklularında da Birinci Kılıçarslan’ın Hanımı Ayşe Hatun, İkinci Kılıcarslan’ın kızı Gevher Hatun ve İkinci Gıyâseddin Keyhusrev’in hanımı Gürcü Hatun gibi nüfuzlu hatunlar vardır. Mesela Bizans İmparatoru Manuel Komnenos’un Konya’yı kuşattığı sırada Sultan Mesud ordusuyla şehir dışında savunma yapmış, buna karşılık şehrin kalesini ve surlarını savunma görevini ise hanımına bırakmıştır.

Azerbaycan Atabegliği’nden İnanç Hatun ve Melike Hatun’un, Zengiler’de ise Safvetülmülk Zümrüd Hatun’un, oynadıkları faal siyasî roller önemlidir. Danişmendliler’de Bizans imparatoruna karşı Çankırı’yı müdafaa eden valinin ölümü üzerine şehri müdafaa görevini karısının devralması mühim bir örnektir. Saltuklularda İzzeddin Saltuk’un kızı Mama Hatun ise Saltuklu Beyliği’nin başında hüküm süren beylerin yedincisidir .

Diğer Türk Devletlerinde olduğu gibi Eratnalılarda da hükümdar eşlerinin önemli vazifeleri ifa ettikleri görülmüştür. Bu cümleden Eratna’nın Celayirli Şeyh Hasan’ın akrabası olan eşi Toğa Hatun Kayseri’de devlet sarayında şehri kocası adına idare ettiğini ve kendisini güler yüzle karşıladığını, İbn-i Batuta seyahatnamesinde nakletmiştir.

Dulkadir Beyi Nasreddin Mehmed Bey, Kayseri’nin kendi idaresinde kalması ve oğlunun salıverilmesi hususunda Sultan Baybars’ı ikna etmek için zevcesi Hatice Hatun’u Kahire’ye göndermişti. Hatice Hatun kocasının itaat teminatı olarak Kayseri’nin anahtarlarını sultana takdim ettiği gibi, şehrin senelik vergisinin de gönderileceğini vaat etmiştir. Memluk Sultanı Barsbay’ın büyük bir nezaketle Hatice Hatun’un bütün isteklerini yerine getirdiği bilinmektedir.

Buna göre Türklerin; İslâmî devirde yeni kültürlerle etkileşimleri söz konusu olsa da millî özelliklerini korudukları görülmektedir. İslâmî ilk devirlerden, Osmanlı’nın kuruluşuna kadar toplumda kadınlar hayatın bütün alanlarında görülmekle kalmamış, erkeklerle sefere çıkıp savaşa katılmıştır. Osmanlı’nın kuruluşunun hemen öncesine denk düşen devrede Anadolu’da faaliyet gösteren bir kadın teşkilatı, kuruluş dönemi Anadolu ve Türk kültüründe, kadının konumu hakkında bize bilgiler verir. Bu kuruluştan ilk defa bahseden kişi meşhur tarihçi Âşıkpaşazâde’dir. Anadolu’da mevcut olan gaziler, abdallar, ahilerden oluşan gurubun dördüncüsünü oluşturan ve Bâcıyân-ı Rûm adını alan bu kadın teşkilatı ahilik teşkilatının kurucusu olan Ahî Evrenin eşi Fatma Bacı önderliğinde, kurulmuştur ve Ahîlik teşkilatının bir koludur. Bacılar bir yandan Anadolu’da dokumacılığın gelişmesinde katkıda bulunurlarken, diğer yandan aynı teşkilatın üyelerinin silahlarıyla askerî faaliyetlere katıldığı da bilinmektedir.

Çetinoğlu: Osmanlı Devleti’nde…

Prof. Terzi: Din büyüğü tarafından bizzat organize edilen Bâciyan-ı Rum teşkilatı bize Türk din adamlarının kadın konusundaki yorumunu, hem de Türklerin, dinin kadın konusundaki emirlerini anlayış ve yaşayış tarzını göstermektedir. Bu kuruluşun faaliyetlerine bakıldığında; kadının sosyal alana yönlendirildiği görülür. Bu uygulama kültürel bir miras olarak Osmanlı’ya da ulaşmıştır. İbn Haldun’un nazariyesine uygun olarak, mülkün kurulduğu ilk dönemde toplum katmanlarında çok belirgin bir ayrışma yoktur. Sultan eşleriyle ilgili yazılanlar, aynı zamanda toplumdaki diğer kadınların da durumunu yansıtmaktadır. Sultan Hâtunları, toplumdan irtibatları kesik olarak saraylarda yaşayan kimseler değildi. Kocaları gibi onlar da sosyo-politik hayatın aktif özneleriydi. Nitekim İbn Battuta eserinde, İznik şehrinin yöneticisi olarak Nilüfer Hatun’un adını verir. Kendisini ziyarete gelen İbn Battuta’ya ikram ve iltifatta bulunan Nilüfer Hâtun, olgunluğu ve dindarlığı ile temayüz eden bir kadındır. Birinci Murad’ın kızı Melek Hatun veya Selçuk Hatun ilk dönem Osmanlı siyasetinde rol alır. Sonraki dönemlere bakıldığında Kanuni dönemi ve sonrasında Hürrem veya Mihrimah ve Esma Sultanlar gibi padişahın hanım veya kızlarının siyasette etkileri tartışılmazdır. Özellikle valide sultanların ‘Mehd-i ulyayı saltanat’ sıfatıyla 16. yüzyıl ortaları ve 17. yüzyıl boyunca dönem dönem Osmanlı siyasetine yön verdikleri küçük yaştaki oğullarına naiblik yaptıkları bilinmektedir. Aynı Nizamülmülk gibi, bu dönemin de siyasetinden menfi yönde etkilenen ilim adamları kadınların siyasete katılmalarını eleştiren eserler kaleme almışlardır. Mahpeyker Kösem Sultan, Safiye Sultan, Hatice Turhan Sultan aynı dönemin en çok bilinen simalarından birkaçıdır. 19. yüzyılda ise Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmiâlem Valide Sultan, Sultan Abdülmecid’in İstanbul’da olmadığı zamanlarda devlet işleriyle uğraştığı, birçok meselede oğluna yol gösterdiği, daha dikkat çekicisiyse kendi vakıflarının katkısıyla İstanbul’da bürokrat yetiştirecek bir okul inşa ettirdiği Osmanlı arşiv vesikalarından tespit edilmektedir. Diğer taraftan halkın dilek ve şikâyetlerini Sultan Abdülaziz yerine annesi Pertevniyal Valide Sultan’a sunmaları validenin iktidarını göstermesi bakımından kayda değerdir. Sultan Beşinci Murad’ın tahta çıkması, kısa saltanatı ve tekrar padişahlık makamına getirilmesi mücadelesinde annesi Şevki-efsâr Valide sultan’ın son derece önemli etkinliği mevcuttur.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim. Genel bir değerlendirme ile söyleşimizi bitirebilir miyiz?

Prof. Terzi: Genel hatlarıyla yaptığımız örneklemelerle Türk Siyaset kültüründe rol alan kadınlar hakkında bir fikir oluşturmaya çalıştım. Söylediklerim özet ve başlangıçtır. Tarihimiz boyunca örneklemelerin çoğaltılarak geniş çaplı bir çalışma olabileceği de aşikârdır. Netice itibariyle bütün bu adı geçen hanımların şu tek bir ortak noktada buluşması oldukça mühimdir:  Anadolu’daki en eski hastanelerden birinin kurucusu Gevher Nesibe Hatun’dan Osmanlı’ya, yani Hürrem Sultan’dan Kösem Sultana ve son dönem Bezmialem ve Pertevniyal Valide Sultanlara kadar uzanan süreçte, hepsinin başta İstanbul olmak üzere ülkelerinin değişik noktalarında hastane, medrese, çeşme, aşevi, cami, kervansaray gibi halkın kullanımına sunulan önemli sayıda vakıf eserleri kurmalarıdır. Bu Uygur kadınlarından Osmanlının son dönemine kadar devlet yönetiminde rol alan kadınların aynı zamanda Türk Siyaset kültürünün ana teması olan hak yolunda karşılıksız halka hizmet fikrim de benimsemiş ve uygulamış olduklarını göstermesi bakımından önemlidir.

Prof. Dr. ARZU TERZİ:

1 Nisan 1968’de İstanbul’da doğmuştur. İlk ve Orta tahsilini İstanbul’da tamamladıktan sonra, 1985 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yüksek öğrenimine başlamıştır. 1989 yılında adı geçen bölümden mezun olup aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi Anabilim Dalı’na Araştırma Görevlisi olarak atanmıştır. Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu’nun danışmanlığı’nda 1992 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi Anabilim Dalında Aydın Güzelhisar’ının (Aydın Şehri) Sosyal ve İktisadî Durumu adlı tez ile yüksek lisansını, 13 Ocak 1998 tarihinde ise yine aynı Anabilim Dalında Hazine-i Hassa Nezareti adlı tez ile doktorasını tamamlamıştır. 31 Mayıs 2000 tarihinde Tarih Bölümü Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi Anabilim Dalı’na Yardımcı Doçent olarak atanmıştır. 3 Aralık 2007 tarihinde ise Doçentlik unvan ve yetkisini almıştır. 6 Haziran 2013 tarihinde Profesörlük unvanını alan Arzu Terzi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde halen

Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihine Giriş

Osmanlı Sosyal Tarihi

Osmanlı İktisat Tarihi

Osmanlı Paleografyası

Osmanlı Diplomatiği,

Osmanlı İlmiye Teşkilatı,

adlı lisans derslerini okutmaktadır.

Osmanlı Kurumları, Osmanlı Saray Teşkilatı ve Uygulamalı paleografya diplomatik ve iktisat tarihi kaynakları üzerine yüksek lisans ve doktora dersleri vermektedir.

Çalışma alanları, Osmanlı Kurumları, Osmanlı Sosyo-Ekonomik Tarihi ve Osmanlı Saray Teşkilatı’dır. Bu alanlarda üç adet kitabı, yurt dışı ve yurt içinde yayınlanmış çok sayıda kitap bölümleri ve makaleleri vardır.

 

 

Önceki İçerikMedeniyetimizin Kalbi: Türk Kültürü…
Sonraki İçerikİllerin Şehit Sayıları ve Kurtuluşu
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.