Zoruma Gidiyor (1)

60

Soykırım / Soykırımı / Genosit: Aynı milletten, aynı soy ve ırktan ya da dinden olan insanları; şuurlu / bilinçli ve plânlı bir şekilde yok etme, ortadan kaldırma fiil ve eylemidir.

İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti; varisi olduğu Osmanlı Devleti’nin, güya yaptığı sanılan, sözde soykırımla suçlanmakta! İtham edilmekte ve töhmet altında tutulmaktadır!

Bu vesileyle Türkiye Cumhuriyeti; baskı altına alınmak, baskı altında tutulmak isteniyor. Ve bundan siyasî taviz ve çıkarlar bekleniyor. Ve bununla Türkiye’nin siyaset arenasında eli kolu bağlanmak, hareket kabiliyeti kısıtlanmak amaçlanıyor.

Oysa 1915 Ermeni Tehciri / göç ettirilmesi, onlar için soykırım değildir. Onların Türkiye toprakları dışına çıkartılmasıdır. Buna da kendileri sebep olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın ateş çemberinde kıvranan Osmanlı Devleti’ni arkadan hançerlemek ihanetinde bulunmuşlar.

Rusların ve Batılı devletlerin kışkırtmaları, maddî – manevi destekleri sonucu, soykırımı, asıl onlar yapmak istemiş. Nitekim yapmışlardır da. Çoluk çocuk demeden, yaşlı genç farkı gözetmeden, kadın kız oluşlarına bakmadan, binlerce Türk’ü kesmişler, yakmışlar, doğramışlar. İşkencelere tâbi tutmuşlar. Fecî şekilde öldürmüşlerdir.

Buna karşılık Osmanlı Devleti onların bu ihanetlerini önlemek ve bu taşkınlıklarına artık bir son vermek gerektiğine karar vermiş. Yerlerinden, yurtlarından ayrılmalarını öngörmüş. Bunun için her türlü emniyetin alınmasını, yani onların resmî koruma altında sağ salim göçlerini temin etmeyi ilgili makamlara bildirmiştir.

Elinden geldiği kadar, kıt imkânlar ve yetersiz elemanlarla bunu sağlamaya çalışmıştır. Buna rağmen -mevsim icabı- havaların soğuk olması; ölümlere yol açmış. Çeşitli hastalıklar; telef olmaları sonucunu doğurmuş. Ermeni vahşetine, Ermeni kıyımına uğrayan halkın yakınlarının önlenemeyen intikam duyguları; Ermenilerin kayıplar vermesine yol açmıştır.

Bütün bunlara Ermeniler sebep oldukları halde yine de Osmanlı Devleti, kendi resmî makamlarını muhakeme etmiş; kendi memuruna zulmetmiş, hatta idam bile etmiştir. Boğazlıyan kaymakamını mazlumen / nâhak yere / haksız olarak astığı gibi.

Demek istiyorum ki, soykırım yapmak isteyen bir devlet böyle mi davranır?

Kendi memurunu hesaba mı çeker?

Tehcir / göç ettirme uygulamasına mı başvurur?

Bugün dünyanın her tarafında boy gösteren Ermeniler; Türkiye’den göç ettirilen Ermeniler ve onların torunları değil mi?

Öyle bir belâ olmuştur ki, Ermeniler hakkında bu Tehcir Meselesi. Kendi ırkdaşlarının başlarına sardığı bu belâdan hepsi etkilenmiş. Hepsi, ister istemez zan altında kalmış. Kurunun yanında, yaş da yanmış. Suçluyu suçsuzu, birbirinden ayırmak kabil olmamıştır.

Zaten öyle bir zaman ve zeminde ihanete kalkışmışlardır ki, bu sonuçtan kurtulmak, artık imkânsız olmuştur. Çünkü devlet savaş içindedir. Harp hâlindedir. İstemediği bir gayya kuyusundadır. Nefis müdafaası halindedir. Üstelik bunu yedi düvele karşı yapmaktadır.

Devlet, can derdindedir. Ortam karışık, zemin bulanıktır. Bütün bunlara rağmen Osmanlı Devleti ve Müslüman halkı asilce davranmaktan geri kalmamış. Öksüz ve yetim kalan Ermeni çocuklarını, yetimhanelerde barındırmıştır.

Kimi aileler, komşu Ermenilerin, kendilerine emaneten bıraktıkları çocuklara gözü gibi bakmış, kendi çocuklarından ayrı tutmamış. Onları suçlamamış. Onları masum bilmiştir.

Hem resmen, hem halk tarafından, Ermeni çocuklarına bu kanat geriş; düşündürücü değil mi?

Böyle bir devlet, böyle bir asîl ve soylu halk, nasıl olur da soykırım yapmış olmakla suçlanır?

Nasıl böyle bir vahşeti yapmakla itham edilir?

Aslında Ermeni siyasetçi ve politikacıları bunları bilmez değil.

Batı diplomatları bu gerçekleri görmez değil. Ama çıkarlarını; doğruları eğri görmekte buluyorlar! Ama menfaatlarını Türk Devleti’ni suçlamakta görüyorlar!

 

 

 

Önceki İçerikMüslüman Mahallesinde Satılan Salyangozların Müşterileri ve Sonrası
Sonraki İçerikLânet Üstüne Lânet (1)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.