Ali ERBAŞ’ın Kadir MISIROĞLU’nu hasta olduğu için ziyareti üzerine ülkede kıyamet koptu.
Her şeyden önce, kıyametin kopmasına çok sevindim. Neden? Çünkü son iki önemli konuda bir ortak düşünce birliği sağlanmış olduğunu gördüm de unun için sevindim.
Bunlardan biri, ANDIMIZ! Bir diğeri de bu ziyaret meselesi. Her iki konuda da, ülke genelinde birlikte bir tavır alınmasını oldukça önemsedim. İşin bu tarafını her şeyden önce belirtmek istiyorum.
Gelelim ziyarete…
Bu ziyaretle ve olayın müsebbipleri ile ilgili olarak her şey söylendi ve yazıldı. İlgili kişilerin bütün secereleri, yaptıkları ve söyledikleri zaten o kadar çok ortaya döküldü ki – özellikle sanal alemde – tekrara düşmeye gerek yok diye düşünüyorum.
Bu nedenle ben konuyu başka açılardan ele almak istiyorum.
Önceden şunu söylemeliyim ki, bundan sonra söyleyeceklerimin bu temel üzerinde olduğu bilinsin; bu ziyaret bilerek 10 Kasıma denk getirilmiştir ve bilerek resmi elbise ile gidilmiştir. Dolayısıyla, basit bir insani ziyaret değildir. Böyle inanıyor ve düşünüyorum.
Dedim ya ben başka açılardan bakacağım;
Bu Kadir Bey, sürekli hakaret ediyor. ATATÜRK’E hakaret ediyor, onu sevenlere hakaret ediyor vs. Bir insanın bildiği bir şeyler var ise, onu söylemesi yetmez mi? Bu ülkede, birbiri ile ölümüne mücadele eden taraflar, edilen dönemler oldu, kim kime bu kadar ağır ve sürekli hakaretler ederek mücadele ettiler, hatırlayan var mı? Bu kadirin kendisine onun hakaretlerini eden kimler var? Yok fes tak, yok kenef de, yok leş de, yok Yunan kazansaydı de vs. Edep ya hu! Hani inancımızda ölünün arkasından kötü söz söylemek bile caiz değildi?
Şimdi de bu ziyaret üzerine ülkede bir ortak tepki oluşunca yine kusmuş; bu tepkiyi koyanlar ahmak vs. gibi ifadeler kullanmış. Bir de araya şunu sokmuş; ‘ben Orijinal Nutku, Arap harfleri ile basılan 1927 basımı Nutku okudum. Bana tepki koyanlar, o Nutku okumamışlardır’ demiş.
Sevgili okurlar, ben 1927 Basımı Nutku ikinci defa olarak yeni okudum bitirdim. Yani, çevirisini yeni yaptım. Onun dediği neyse, yani, tepki koyanların aptal olmasını gerektirecek ne ise, onu görmedim. Nutuk, 19 Mayıs 1919’dan başlayıp, yaşananları tek, tek ve belgeleri ile koyan, Türk Milletine hesap verme kaynağıdır. Tıpkı, Orhun Abideleri gibi.
Bir konuyu daha konuşmak istiyorum. Bu da başka bir açıdan konunun değerlendirilişi diye düşünüyorum.
Bu kadiri ciddiye alıp fikir üretmek nasıl olabilir?
Yetiştire, yetiştire, bu ağzı hakaret, küfür dolu bir kişi mi yetişti?
Bu insanı savunmak zorunda kalmak gerçekten üzücü değil mi?
Tıpkı CIA emriyle, zaman gazetesinde ATATÜRK’e, Türk Milliyetçilerine, Türk Milletine hakaret eden Mümtazer Türköney’i ciddiye almak gibi. Tıpkı, hakaret etmekten başka bir yazı yazmayan Engin Ardıç’ı ciddiye almak gibi. Bu ülkenin aydınları bunlar mı? Türk Milletinin bir tek ferdi bile, neye inanırsa inansın, ne düşünürse düşünsün, bu tiplerden nasıl medet umar?
Bunları fikir söyleme anlamında ileri sürmüyorum. Sadece, insani anlamda ileri sürüyorum. Çünkü ben fikir bazında zaten ciddiye almıyorum. İngiliz İstihbarat Servisi’nin verdiği bilgilerle ileri sürülen fikirleri ciddiye almam mümkün değil. Ben sadece, insani, edep ve haya gerekir açılarından ele alıyorum. Yoksa fikir mücadelesi, hakaret olmadan, kavga olmadan, kan olmadan yapılırsa, topluma faydalı da olabilir diye düşünenlerdenim.
‘Onların ( yani ATATÜRK’Ü sevenlerin), HEPSİNİN bilgilerini toplasan, benim bilgilerimin zekâtı etmez’ diyen bir insanı, önceki gibi psikiyatriste teslim etmek yerine, resmi elbise ile 10 Kasımda ziyaretine gitmek ve bu ziyaretten de bir fikir mücadelesi oluşturmak konusunu herkesin vicdanına bırakıyorum.