Türk düşünce ve duygu hayatını ellerine alıp şekillendirenlerden iki büyük isim Namık Kemal ve Ziya Gökalp! İkisi de 48 yaşında rahmetli olmuş. Bir entelektüelin en erken 18 yaşında eser vermeye başlayacağını farz edersek, ne yapmışlarsa kendilerine verilen o 30 yıl içinde yapmışlar. Bilmem haksızlık mı ediyorum; benim zamanımın benim gibi “aydınları” ellerimizde onların iki katı müddet varken onların onda biri kadar etkili ve verimli olabiliyor muyuz?
Geçenlerde bir Facebook hikmeti şöyle söylüyordu: İngilizler tekrar işgale gelseler Malta’ya sürecek milliyetçi aydın bulamazlar!
Bu yanlış. Kesin yanlış da ne kadar yanlış? İşgal yıllarındaki gibi bir gemi doldurabilirler mi acaba?
Ülkeyi kaplayan fikir ağları
Gökalpli yıllarda fikir ve siyaset ortamı canlıdır. Nasıl olmasın ki! Canımızla, dişimizle tutunmaya çalıştığımız son vatan parçaları elden çıkmaktadır. Devlet çatırdamaktadır. Yalnız İstanbul değil; Selanik, İzmir, Kahire, Diyarbakır, Bakü… Hepsi fikir ve siyaset merkezleridir.
Bugünkü iletişim araçlarımız o zamanlarla mukayese edilmeyecek derecede zengin, iletişim mertebelerce daha kolay. İletişim var var olmasına da o günkü etkileşim yok. Kastettiğim bir kalemin “efkârı umumiye”yi ve diğer kalemleri etkilemesidir. O yoğun tesirleşmeye göre bugünkü yazarların her biri yalıtılmış birer silo içinde yazıp çiziyor. Bu kuvvetli etkileşim, imparatorluğun son asrında yaşamış, hele imparatorlukta doğup Cumhuriyet’te vefat etmiş fikir ve sanat adamlarımızın ortak vasfı… Özellikle bu sonuncular -Osmanlı’da doğup Cumhuriyet’te vefat edenler- için Yağmur Tunalı’nın “Bittiği Yerde Başlar- İmparatorlukta Doğan 16 Cumhuriyet Aydını” eserine bakılmalıdır. ‘Diyarbakır’lı Süleyman Nazif, Namık Kemal’in tâ Sakız’da vefatının Diyarbakır fikir ve edebiyat çevrelerini nasıl sarstığını babası Said Paşa’yı gözlemleyerek anlatır.
Bu etkileşim yoğunluğuyladır ki İttihat ve Tarakkî, Ziya Gökalp’i; o da İttihat ve Terakkî’yi etkilemiştir.
“Efkârı umumiye” o günler için doğru bir tabirmiş gerçekten!
Türkçülüğün esasları
Bu aydınların çoğu gibi Ziya Bey de doğunun üç dilinin üçünü, ana dili Türkçe’den başka Farsça ve Arapça’yı ve Batı’nın o zamanki “Lingua Franka”sı Fransızca’yı bilir. İlk sosyoloğumuz bu donanımla o zamanlar henüz filizlenmekte olan sosyoloji bilimine ulaşmış, onu öğrenmiş, tenkit etmiş, sentezlere varmıştır.
Einstein’a “Öyle diyorsun ama izafiyet aslında senin dediğinden farklıdır” demek neyse “Yok Türkçülük Gökalp’in dediği gibi değil” demek de öyledir.
Bilim, soyut kavramları sanki somut nesnelermiş gibi kavrayarak yapılır. Sosyolojinin millet kavramı da böyle soyut bir kavramdır. Zihinleri “millet”e erişmekte güçlük çekenler kolayca “ırk”a (her ne demekse ırk), kabileye hatta kabileden küçük bir birim olan “kavim”e kayarlar. Gökalp’e göre millet bir hars, bir duygu, bir terbiye birliğidir. Hatırlanmalıdır ki Gökalp bu fikirleri yazarken emperyalizmin dayanağı ırkçılık Avrupa’da altın çağındadır. Mussolini iktidara gelmiştir. Hitler’in gelişinin eli kulağındadır. Bu şartlar içinde onun da popüler havaya kapılıp, “Batı böyle diyor”, “Bilim böyle söylüyor” diye ırkçılık yapması çok kolaydı. Fakat Türkçülüğün Esasları müellifinin hükmü kesindir: “Irk atlarda olur!”
Üç renkli bayrak
Gökalp Türkçü müdür, İslamcı mıdır, Batıcı mıdır?
Gökalp geniş kültürü, devamlı çalışması, okuması ve bulunduğu çevrelerdeki yoğun fikir alışverişi sayesinde muhakkak ki çağının sosyal bilimlerine, entelektüel hayatına ve düşüncelerine hâkimdir. Yusuf Akçura da bütün bunlara hâkimdir. Fakat Gökalp farklıdır. Bunu Akçura söylemektedir (mealen): “Ben daha çok tahlile yatkınım. O büyük bir telifçidir.”
Analiz- çözümleme bir tarafta; sentez, telif diğer tarafta… Mesela, edindiği toplum bilgisi ona insanların aynı anda birçok mensubiyeti birden duyduğunu söylüyordu.Zamanımızın Türk müsün, Müslüman mısın tuhaflığından farklı olarak. Müslüman mıyız, Batıcımıyızdan farklı olarak. Gökalp’in bir eserinin adı da “Türkleşmek, Müslümanlaşmak, Muasırlaşmak”tır. Slogan: Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Garp medeniyetindenim! O kadar “Garp medeniyetindenim” ki; Batı klasiklerinin Türkçeye tercümesini Hasan Ali Yücel’den çok önce başlatan, Telif ve Tercüme (daha sonraki Talim Terbiye) Reisi Ziya Gökalp Bey’dir.
Fikir etkileşimi demiştik… 1911-1913 yıllarında İstanbul’da, Türk Ocağında bir başka Türkçü, Mehmet Emin Resulzâde vardır. 1918’de Azerbaycan bayrağı yükselecek ve Bakü’de Azerbaycan Millî Şurası’nın başına Resulzâde geçecektir. Yükselen bayrak, Gökalp’in ilkesini üç renkle temsil eder: Gök mavi Türklük, yeşil Müslümanlık ve kırmızı Garp medeniyetidir! Üstüne de ay-yıldız damga vurmuştur.
Millet kapsayıcıdır
“Baba Türk müyüz; Laz mıyız?” veya “Ben Kürt müyüm, Türk müyüm bilmiyorum” kafa karışıklığından farklı olarak millet kapsayıcıdır; etnisitenin, kavmin, kabilenin üstündedir. Türkçülüğün Esasları’nda şöyle denir:
“Hulâsa kavme, ümmete, devlete, vatana, aileye, sınıfa, hirfet ocağına ilh. mensup ne kadar mefkûreler varsa, cümlesi millî mefkûrenin muavinleridir.”
Gökalp kavmin, sınıfın, ümmetin bırakın milliyetle rekabetini, milliyetin destekçisi, muavini (yardımcısı) olduğunu söylemektedir.
Türkçülük budur. Türkçülüğü tarif ederken, anlatırken Gökalp’in söylediklerini esas almak zorundayız. Einstein’a “Sen öyle diyorsun ama izafiyet aslında senin dediğinden farklıdır” demek neyse “Yok Türkçülük Gökalp’in dediği gibi değil” demek de öyledir. Gerçek bu iken geçenlerde bir üniversite rektörü “falancalar maalesef milliyetçilikten Türkçülüğe kayıyor” diye hayıflanabiliyor, başka birileri 3 Mayıs Türkçüler Günü yerine – daha mülayimdir diye- “milliyetçilik günü” demeyi tercih ediyor. Öyle anlaşılıyor ki fikirleri yayma konumunda olanlar da alma konumunda olanlar da yani kamuoyu da bir asır öncesinin düzeyinde değildir. Türkçülük ve Gökalp o zaman anlaşılıyordu, şimdi o anlayış kaybolmuş.
Gökalp kavmin, sınıfın, ümmetin bırakın milliyetle rekabetini, milliyetin destekçisi olduğunu söylemektedir. Türkçülük budur…
Atatürk kahramansa Enver Paşa haindir, Cumhuriyet değerliyse Osmanlı yerin dibine batırılmalıdır gibi nevrotik dışa vurumların arttığı günümüzde Ziya Gökalp’in telifçiliğinden, Türk demenin âdetâ ayıp sayıldığı şu ayıplı dönemde onun Türkçülüğünden öğreneceğimiz çok şey var muhakkak.
Silolardan çıkabilirsek.
Bu yazıda değerli bilim adamı Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un Millî Düşünce Merkezi Ziya Gökalp Roman Yarışması Ödül Töreni’inde yaptığı konuşmadan geniş çapta yararlandım.