Siyasî tarihimiz hakkında biraz bilgisi olan herkes, mevcut siyasî iktidarın “dinî-etnik” muhaliflerin ittifakından oluştuğunu bilir. İslâm’ı farklı yorumlayan ve yıllarca birbirini ağır ifadelerle tanımlayan iki kesimin mücadelesi yeni değildir. “patates çuvalı”, “dinde kavî akılda zayıf”, “ağlayan-ağlatan hoca”, “düzenin uşakları” gibi ifadeleri hatırlamak yeterlidir.
Farklı siyasî tercihleri olan iki kesimi din birleştirememiştir. Fakat “dindarlığı irtica ile özdeşleştirerek PKK terör örgütünden daha tehlikeli olduğunu söyleyen” bürokratik elit, farklı tercihleri ve İslâm anlayışı olan kesimleri birleştirmiştir. Bölge dışı emperyalist güçlerin çıkar ve nüfuz mücadelesinin gereği olarak “Türkiye’nin süper bir güç olduğu bölgede aktif bir rol alması gerektiği” telkinine uygun bir şekilde millî devleti tahrif etme politikası bu süreçte rol oynamıştır. İç ve dış gerekçelerle bir araya gelen “muhalif ittifak”ın çıkar çizgisini takip eden ve kendi çevrelerine imkân ve konum sağlamak için etkin eylemi zorunlu kılan siyaset, anılan ittifakın arasını germeye başlamıştır.
İki kesim arasında üstü örtük kavga, bürokratik mücadele zemininde açığa çıkmıştır. Emniyet, MİT, KCK ve Yargı arasındaki ağda zihinleri esir alan olayların arkasında, tarihî gerilimin iktidar düzlemindeki hesaplaşması yatmaktadır. İktidar olmanın sağladığı nimetleri keşfeden iki kesim, her ne kadar iç içe geçmiş bir görüntü verse de hem toplum hem de devlet konusunda farklı görüşleri benimsedikleri bilinmektedir.
İktidarı ele geçirerek toplumu değiştirmeyi amaçlayan kesimle toplumu değiştirerek devleti ele geçirmeyi amaçlayan kesimin olaylara yaklaşımı arasındaki fark, bürokratik kavgaya zemin oluşturmaktadır. Seçmenin yarısının oyunu almanın anlamı, “toplumsal algının önemli ölçüde değiştiği fikrinin” göstergesi sayılmaktadır. “Doğrudan dinî-siyasî bir modele geçmek için % 65 bir desteğin olması gerektiği fikri”, ikinci kesimde hâkim bir görüştür. Bu nedenle algı kalıbı oluşturma ve bunun araçlarını etkin biçimde kullanma, yöntem olarak benimsenir. Birinci kesim açısından “İktidar her türlü söylemi bozar, önemli olan uzun süreli olarak iktidarı elde tutmaktır. Bir iktidar değişimi devletin reflekslerini yeniden harekete geçirebilir. Böyle bir duruma muhatap olmamak için her halükârda iktidarı korumak şarttır.” Düşük şiddetli gerilimin ardından olayı küçültme ve konuyu gündeme taşıyanları ağır bir dille suçlama arka planda yaşanan gerilimi örtme çabasından başka bir şey değildir.
Siyasî davranışı ve izlenmesi gereken yöntemi belirleyen farklı bakış açıları “devlet içinde devlet” olma tutumunu farklılaştırmaktadır. Daha önceleri sivil alanda fikrî düzeyde yaşanan bu ayrışma, şimdi devlet içinde de yaşanmaktadır. Güç mücadelesinin bürokratik kavgaya dönüşen dili, akıl almaz olaylara ve “yer kapma-üstünlük sağlama girişimlerine” sahne olmaktadır. İnce ve diplomatik dille sürdürülen devleti paylaşma mücadelesinin bürokratik kavga ve gerilim niteliğinde açığa çıkması, siyasî iktidarın temsilcilerini bile hayrete düşürmüştür. Kısa bir soluklanmadan sonra önde gelen temsilcilerin MİT’ten yana tavır koymaları, sorgulamadan muaf tutmak için siyasî ve hukukî kalıpların tümünü bozmaları şimdilik iktidar üzerinden toplumu dönüştürmek isteyenlerin galip olduğuna işaret etmektedir. Fakat bu gelişmenin “bölgesel ve küresel ağlarda” nasıl algılanacağı ve önümüzdeki süreçte hangi politik ve bürokratik hamlelere eşlik edeceği belirsizdir. İktidar olmanın sağladığı çıkar ve nimet, bu gerilimin kapılarını daraltsa da ihtilaf rüzgârının açtığı kapıyı tamamen tamir etmek zor görünmektedir.
“Devlet olma”nın sağladığı güven, uluslararası mahfillerde rol üstlenmenin tahrik ettiği iştah, gücün dönüştürücü diline karşı duyulan hayranlık, kendi din anlayışını bölgesel ve küresel ölçekte tahkim etme tutkusu, geçmişte yaşanan gerilimlerin açtığı yaraların yeniden deşilmesi, zihinleri esir alan bu bürokratik kavgayı açık bir hesaplama evresine taşıyabilir.