ZEKÂT
Zekât ibadeti; İslam’ın beş temel esasından biridir. Malî bir ibadet olan zekât, dinen zengin sayılan müslümanların yerine getirmesi gereken bir farzdır. Zekât hicretin ikinci senesinde, oruçtan önce farz kılınmıştır. Önemine binaen, Kur’an-ı Kerim’de otuz iki yerde namazla birlikte zikredilmiştir.
Zekât kelime olarak; temizlemek, çoğalmak ve bereketlenmek manalarına gelir. Dinimizde ise; bir malın belirli bir miktarını, üzerinden belirli bir zaman (bir yıl) geçtikten sonra ihtiyacı olan müslümanlara Allah rızası için vermek demektir. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde …“namaz kılın, zekât verin…” buyrulmaktadır. Nitekim bir ayet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “İman edip yararlı işler yapanlar, namazı kılıp zekâtı verenler için, Rableri katında karşılık vardır. Onlar için korku da yoktur, üzüntü de.” (Bakara, 2/ 277)
Bir kimsenin zekâtla mükellef olması için; akıllı, büluğ çağına ermiş, zengin ve hür bir müslüman olması gerekir. Dinen zengin sayılabilmek için de aslî ihtiyaçlarından ve borcundan başka nisap miktarı veya daha fazla bir mala sahip olması ve bu malın üzerinden de bir yıl geçmesi lazımdır. Aslî ihtiyaçlar şunlardır: Oturulan evler, lüzumlu ev ve giyim eşyası, binek vasıtaları, ticaret için olmayan kitaplar, sanatkârların aletleri, bir yıllık nafaka.
Nisap miktarları aşağıda belirtildiği şekildedir:
-Altının nisabı: 80.18 gr.
-Gümüşün nisabı: 561 gr.
-Koyun ve keçinin nisabı: 40
-Sığır ve mandanın nisabı: 30
-Devenin nisabı: 5’tir.
-Ticaret mallarının, elde bulunan paralar ile alacak olarak bulunan paraların, topraktan elde edilen ürünlerin de zekâtı verilir.
Zekât vermek malı eksiltmez. Aksine malların korunmasını, güçlenmesini, daha bol olmasını sağlar. Bu sebeple her yıl mal varlığını hesap edip düzenli bir şekilde zekâtını ödeyen müslümanların mal varlıkları kat kat artar. Zekât, cimriliği önler, hayır-hasenat kapılarını açar. Mal ve servet düşmanlığını azaltır. İnsanların birbirini sevmesini, saymasını, dolayısıyla toplumda huzur ve mutluluğu temin eder. Mükemmel bir sosyal güvenlik ortamı meydana getirir. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) de “Zekât, İslam’ın köprüsüdür” (Hak Dini Kur’an Dili, 193/1) buyurarak, zekât sayesinde toplumun çeşitli kesimleri arasında bir bağ kurulmasına ve bu bağın güçlendirilmesine işaret etmiştir.
Zekât vermenin karşılığı dünyada güven, bolluk, bereket ve huzur; ahirette ise cennettir. Zekâtını verenler hakkında Kur’an’da; “Onların mallarından sadaka al. Bununla onları (günahlardan) temizlersin. Onları arıtıp yüceltirsin” (Tevbe, 9/103) buyrulurken; zekâtını vermeyenler hakkında da şöyle buyruluyor: “Altın ve gümüş biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar (zekâtlarını vermeyenler) yok mu? İşte onlara elem verici bir azabı müjdele.” (Tevbe, 9/33)
Zekât verilecek kimseler Kur’an-ı Kerim’de Tevbe Sûresinin 60. ayetinde bildirilmiştir. Bunlar: Fakirler, miskinler, borçlular, yolcular ve Allah yolunda olanlardır. Zekât dağıtılırken fakirler arasında şu sıralamaya dikkat etmek daha uygun olur:
1Fakir olan kardeşler,
2Kardeş çocukları,
3Amca, hala, dayı ve teyzeler,
4Bunların çocukları,
5Diğer akrabalar,
6Komşular,
7Meslektaşlar,
8Zekâtı verilecek malın bulunduğu yerdeki fakirler.
Zekât verilemeyecek kişiler ise; anne, baba, büyükanne, dede, çocuklar ve torunlara (yani usûl ve fürû’a) zekât verilmez. Karı koca da birbirlerine zekât veremezler. Zenginlere zekât verilemediği gibi bunların büluğa ermemiş çocuklarına da verilemez. Müslüman olmayanlara zekât verilmez, fakat bunlara sadaka verilebilir.
Özetle zekât; sadece ihtiyaç içinde olan fakir müslümanların hakkıdır, onların eline verilerek mülkiyetlerine geçirilmesi gerekir. Verilecek zekât miktarı 1/40 veya % 2,5’tur. Zekât aynından veya bedelinden verilebilir.
SADAKA-I FITIR
Sadaka-ı fıtır; Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka en az nisap miktarı bir mala sahip bulunan her müslüman için verilmesi vacip olan bir sadakadır. Buna fıtra da denilir ki, sevap için verilen yaratılış sadakası demektir. Fıtır sadakası Ramazan Bayramının girmesi ile vacip olduğu için bu bayrama “Fıtra Bayramı” da denilmektedir.
Sadaka-ı fıtır, Ramazan Bayramının birinci günü tan yerinin ağarmaya başladığı anda hayatta bulunan zengin ve hür kimseler için vacip olur. Fitrenin vacip olması için akıl ve büluğa ermiş olma şart değildir. Ayrıca zekâtta olduğu gibi malın üzerinden bir yıl geçmesi ve artıcı nitelikte olması da gerekmemektedir. Fitre verme yükümlülüğü olmadığı halde kendiliğinden vermek isteyenler için de engel yoktur, onlar da fitre verebilirler.
Sadaka-ı fıtır; buğday, arpa, kuru üzüm veya kuru hurmadan verilir. Bunların yerine para olarak değerleri de verilebilir. Hangisi fakirin yararına ise onu vermek daha uygun olur.
Sadaka-ı fıtır miktarları:
Buğday : 1460 gr.
Arpa : 2920 gr.
Kuru üzüm : 2920 gr.
Hurma : 2920 gr.
Bunlar bir fakirin, bir günlük ihtiyaçlarını gidermek için tespit edilmiş sadaka-ı fıtrın en az miktarlarıdır. Bunlar için bir tavan sınır yoktur, artırarak verilebilir. Bir fitre yalnız bir fakire verilir, ikiye bölünmez. Bir fakire birden fazla fitre verilebilir. Fitre de zekât gibi niyet edilerek fakirlere temlik suretiyle verilir. Ancak bunun fitre olduğunu fakire söylemek gerekmez, içinden niyet etmesi yeterlidir.
Zekât kimlere verilirse, fitre de onlara verilir. Bir özürden dolayı Ramazanda oruç tutamayanlar da, nisap miktarı mal veya paraya sahip iseler fitrelerini vermekle yükümlüdürler.
Zekât ve fitre verilirken, önce fakir akrabalar göz önünde bulundurulmalı, sonra komşuların, daha sonra da meslektaşların fakir olanları gözetilmelidir. Bir kimse hanımının ve büyük çocuklarının fitresini vermekle mükellef değildir. Bunlar zengin iseler fitrelerini kendileri verirler. Ancak hanımının ve aile içindeki büyük çocuklarının fitrelerini onların izni olmadan verebilir. Aile içinde olmayan büyük çocukların fitrelerini ise ancak onların izni ile verebilir.
Allah’ın bize lütfettiği sağlığın ve servetin kıymetini bilelim. Zekât ve sadaka-ı fıtır vererek bu nimetlerin şükrünü eda edelim. Unutmayalım ki; Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de: “Ne verirseniz, Allah onun karşılığını verir” (Sebe, 34/39) buyurmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) de bir hadis-i şeriflerinde: “Sadaka malı eksiltmez, insan affettikçe, Allah da onun şeref ve derecesini artırır. Her kim Allah için tevazu ederse, Allah onu yükseltir.” (Tirmizî, Birr, 82)
Orucunu tutup, fitresini ödeyen mü’minler, bayramda sevinçli ve mutlu olacaklar. Fitrelerini verdikleri fakirleri sevindirdikleri için de ahiret saadetini kazanmış olacaklardır. Fitre vermek orucun kabulüne, ölümün şiddetinden ve kabir azabından kurtulmaya vesiledir.
Zekât ve sadaka verenlerin mallarında ve canlarında bir feyiz ve bereket, bir sıhhat ve afiyet meydana gelir. Bundan daha güzeli de kendileri Allah’ın rızasını kazanarak nice manevi makamlara ulaşırlar ve nice manevi tehlikelerden korunmuş olurlar. Nitekim Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde: “Mallarınızı zekât ile koruyunuz, hastalıklarınıza sadaka ile deva arayınız, bela dalgalarını dua ve niyaz ile karşılayınız” (et-Terğib ve’t-Terhib, c.1, s. 520) buyurmaktadır.
Malı kazanan biz olsak da, onu kazanma imkanını bize veren Yüce Allah’tır. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’in “Yarım hurma vererek bile olsa, ateşten korununuz” (Müslim, Zekât, 67) hadisine uyalım, Rabbimizin bize ikram ettiği nimetlerden zekât ve fitremizi yine O’nun emrettiği yerlere verelim, dünya ve ahiret mutluluğuna erelim.