Zekat Dini Bir Görevdir

109

 

İslam dini toplumun bütün kesimleri arasında sosyal dengeyi temin etmede büyük rolü bulunan sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı bir hak olarak kabul etmiş ve Müslümanlara bu konuda önemli sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumlulukların başında da zekât gelmektedir.

Zekât hicretin 2. yılında farz kılınmış olup, dinen zengin sayılan bir kimsenin sahip olduğu malî imkanlarını belli oranda ihtiyaç sahiplerine vermesi demektir. En güzel ve en etkili sosyal yardımlaşma şekli olan zekât, toplumda sosyo-ekonomik şartların ıslahını hedef alan, fakirlik probleminin çözümüne önemli ölçüde katkı sağlayan malî bir ibadettir.Bu öneminden dolayı zekât, Kur’an-ı Kerim’de seksenden fazla ayette ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hadislerinde daima namazla birlikte zikredilmiştir.

Zekât, Allah’ın nimetlerine karşı kulun fiilî şükrüdür.Zira namaz ve oruç gibi bedenî ibadetler vücut sağlığının şükrü olduğu gibi zekât da mal-mülk ve servet nimetinin şükrüdür. Malının zekâtını veren kimse her türlü dünya nimetinin kendisine Allah tarafından bir emanet olarak verildiğinin bilincine varır, aşırı dünya sevgisinden ve menfaatin esiri olmaktan kurtulur.

İnsanların sahip oldukları mal-mülk ve servetler ile her türlü dünya nimeti gerçekte Yüce Yaratıcımız Allahu Teâlâ’ya aittir. İnsana ancak sınırlı bir zaman için bunlardan yararlanma imkanı verilmiştir. İnsana düşen kendisine emanet edilen nimetleri asıl sahibinin istediği şekilde kullanmaktır.Cenâb-ı Hak, kullarından kimisine çokça verdiği servetin içinde fakirlerin ve muhtaçların hakkı olduğunu bildirmiş(Zâriyât, 51/19﴿, hali vakti yerinde olanlara zekât ve sadakalarla fakirlerin haklarını gözetmelerini emretmiştir.

Görüldüğü gibi zekât, zenginlerin fakirlere yaptıkları bir lütuf değil, bilakis onların üzerlerindeki bir borçtur.Ancak zekâtın, getireceği faydalardan yararlanmak ve mükâfatına nail olmak için gönüllü olarak yani Allah rızası için yerine getirilmesi gerekir. Ayrıca,“…sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın”(Bakara 2/264)ilâhi buyruğu gereğince, zekâtların fakire eziklik ve mahcubiyet duygusu yaşatmadan verilmesi gerekmektedir.

İlk bakışta zekâtın yerine getirilmesinde sadece zekâtı alan kimse kârlı çıkıyormuş gibi gözükse de zekâtın asıl faydası onu alandan çok verene aittir. Zira servetindeki fukara hakkı olan zekâtı ayırıp fakire veren kişi hem malını manevî açıdan temizlemiş, hem de gönlünde oluşabilecek bencillik, açgözlülük ve cimrilik gibi kötü huylardan kurtulmuş olmaktadır. Nitekim Kur’an’da, “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekat) al…”(Tevbe, 9/103) buyrulmaktadır.

Bunun yanında zekât, ahiret mutluluğunu kazanmaya ve cennete girmeye vesile olan bir ibadettir. Kur’an’da, zekâtını gönül rahatlığıyla verenler kurtuluşa eren mü’minler arasında zikredilmiştir. Onların Firdevs cennetine girecekleri ve orada ebedi olarak kalacakları bildirilmiştir. (Mü’minûn, 23/1-4, 11) Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) de, kendisini cennete götürecek bir amel söylemesini isteyen kişiye,Allah’a, hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmeyi,  namaz kılmayı, zekât vermeyi ve Ramazan orucunu tutmayı tavsiye etmiştir. (Buhârî, Zekât 1; Müslim, İman 15)

Zekât malı bereketlendirir;zaten zekâtın kelime manası da temizlik, artma ve bereket demektir. Bu ibadete zekât denilmesi işte bu özelliklerinden dolayıdır.  Her ne kadar zekât verildiğinde mal eksilmiş gibi görünse de gerçekte zekâtı verilen mal artmaktadır. Bu konuda mü’minlereilâhi garanti verilmiştir. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Allah yolunda her ne harcarsanız Allah onun yerine başkasını verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.”(Sebe’, 34/39)

Zekâtını vermeyenler ise dünyada bir takım zararlar göreceği gibi, ahirette de acıklı bir azaba uğrayacaktır.  Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele. O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı”! denilecek.”(Tevbe, 9/34-35)

Netice olarak zekât, İslam’ın temel ibadetlerinden birisi ve ayrılmaz bir parçasıdır. Bu bakımdan bir mü’minin dinin diğer emirlerini yerine getirip de zekâtı önemsememesi ve yerine getirmemesi düşünülemez. Kur’an, ibadetlerdeki bu bütünlüğü namazla zekâtı birlikte defalarca zikretmekle açıkça ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sözleri ve uygulamaları da bu gerçeği teyid etmektedir. O halde Müslümanlar olarak;zekât ibadetini Cenâb-ı Hakk’ın rızasını dileyerek gönül hoşnutluğu içinde yerine getirmeliyiz. Önce yakın akrabalardan, komşulardan ve çevremizden başlamak suretiyle ihtiyaç sahibi herkese yardım etmeliyiz.