Zayıf, Düşkün ve Kimsesizlere Sahip Çıkmalıyız(2)

114

 

Fakirler

Yüce Rabbimiz, kullarına dünya hayatlarını devam ettirebilmeleri için sağlık, zaman, mal-servet, iş-güç, makam mevki gibi nimetler ihsan etmiştir. Fakat ilâhî imtihan ve hikmet-i ilâhî gereği bu nimetleri herkese eşit şekilde dağıtmamış, kimine az, kimine de çok vermiştir. Bundan dolayı her toplumda az veya çok fakir ve yoksul kimseler bulunabilmektedir.

Bununla beraber Cenâb-ı Hak, insanların toplum halinde bir arada yaşamalarını, birbirlerinin eksik yanlarını tamamlamalarını ve birbirlerine yardımcı olmalarını takdir etmiştir. Bunun gerçekleşmesi için de mü’minleri kardeş ilan etmiş (Hucûrât, 49/10) aralarında dayanışmayı sağlamak için “iyilik ve takvada yardımlaşmayı” emretmiştir. (Mâide, 5/2)Allahu Teâlâ ihtiyaç sahiplerine yardım amacıyla yapılacak harcamaları Allah yolunda yapılan hayırlı harcamalar kapsamında değerlendirmiş ve karşılığında mükâfat olduğunu bildirmiştir. (Bkz. Sebe’, 34/39; Bakara, 2/261)

Allah Resûlü (s.a.s.) fakirleri gözetir, zayıf ve düşkünlere sahip çıkardı. O, peygamber olmadan önce de fakirlere ilgi gösterirdi. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) yoksul birini gördüğü zaman eğer evinde yiyecek varsa onu öncelikle kendisi doyururdu, eğer fakire ikram edecek bir şeyi yoksa sahabelerden onu doyurmalarını isterdi. Efendimizin muhterem zevceleri de kapıya gelen hiçbir ihtiyaç sahibini boş geri çevirmezler, bir tek hurmayla da olsa fakirin gönlünü alırlardı.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in muhtaç ve düşkün kimselerin gözetilmesine yönelik pek çok hadis-i şerifi bulunmaktadır. İşte bir örnek:“Kim ihtiyaç sahibi bir Müslümana elbise giydirirse, Allah da ona cennetin yeşil elbiselerinden giydirir. Kim aç bir Müslümanı doyurursa, Allah da ona cennet meyvelerinden ikram eder. Kim de susamış bir Müslümana su verirse, Allah da ona kabı mühürlü cennet içeceğinden içirir.”(Ebu Davûd, Zekât, 41; Tirmizî, Kıyâmet, 18)

Engelliler

Toplum içindeki mağdur kesimlerden biri de engellilerdir. Her toplumda, engelli insanların bulunması doğaldır. Engelli insanlar da, sağlıklı insanlar kadar değerli, saygın ve hürmete layıktır. İslam dini çeşitli sebeplerle sağlığını yitirmiş ve engelli durumuna düşmüş insanları sorunlarıyla baş başa bırakmamış, onların hayatını kolaylaştıracak hükümler getirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) engelli sahabilerle özel olarak ilgilenmiş, onları güçleri nispetinde kamu hizmetlerinde görevlendirmiş ayrıca sağlam insanların engellilere karşı davranışları konusunda ahlâkî düzenlemelerde bulunmuş; mesela görme engelliye yol tarif etmeyi, işitme ve konuşma engellilere laf anlatmayı sadaka olarak değerlendirmiştir. (İbnHanbel, V, 169)

Yaşlılar

Yaşlılık, yaratılış kanunu gereği insanın eski gücünü yitirip aciz duruma düştüğü, çeşitli hastalıklarla muzdarip olduğu güçsüzlük dönemidir. Yaşlanmamak insanın elinde olan bir şey değildir. Ömrü olan her insan yaşlanacaktır. Kur’an’ın ifadesiyle yaşlılık ömrün en zayıf çağıdır. (Nahl, 16/70; Mü’min, 40/67)

Bu dönem insanın hayat mücadelesini sürdürmekte zorlandığı bir dönemdir. Bundan dolayı ihtiyarlık dönemine ulaşmış kimselere özel bir ilgi gösterilmelidir. Yaşlılara karşı muamelelerde daha dikkatli olmak, onları incitecek söz ve davranışlardan sakınmak gerekir. Kendilerini yalnız hissetmemeleri için aranıp sorulmalı, ihtiyaçları karşılanmalı, güleryüz ve tatlı sözlerle gönülleri alınmalıdır. Yaşlılıktan dolayı kendilerinden meydana gelebilecek olumsuz halleri hoş karşılanmalıdır.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) yaşlılara hürmet edilmesi, onlara iyi davranılması konusunda şöyle buyurmuştur:“AllahuTeâla, yaşından dolayı bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler ihsan eder.”(Tirmizî, Birr, 75)

Yaşlıları itip kakalamak, artık bir işe yaramadıklarını ima ederek üzmek, evde bir fazlalık olarak görmek, hele de onları aile ortamından uzaklaştırıp kendi başlarına terketmek İslam’ın özüyle bağdaşmaz. Onların yeri çocukları ve torunlarıyla birlikte huzur içinde yaşayacakları sıcak aile yuvalarıdır.

Görüldüğü gibi; insana büyük değer veren yüce dinimiz İslam, toplumun zayıf,düşkün ve kimsesiz kesimlerine sahip çıkılmasını istemiştir. Öyleyse; çevremizdeki dul ve yetimlere, fakir, engelli ve yaşlılara sahip çıkmalı;dertli ve muzdarip insanların acılarını paylaşmalı;onlara yalnız ve çaresiz olmadıklarını hissettirmeliyiz. Özellikle rahmet, bereket ve hayır ayı Ramazan’da kimsesizlerin kimsesi olma konusundaki gayretlerimizi daha da arttırmalıyız.