(Asrın seli kadermiş ve paraymış diye duyduk;
2023’ün gazını 2020 yazında yedik
te doyduk.
1071’i keşfedip 30 Ağustos’u es
geçenler;
2009’un yazısını buraya inadına koyduk.)
Millî Mücadele’mizi büyüten yokluktur,
yoksunluktur. Ordunun ve paranın yok, düşmanınsa çok olduğu hengâmede çözülen
diz bağları “Kurulur, bulunur, yenilir” üçlemesiyle onarılmıştır.
1911, 12, 13, 14, 15, 16,
17, 18, 19, 20, 21, 22.. Sayması dile kolay, yaşaması zehir – zemberek
tam 12 sene harp meydanları evimiz, siperler döşeğimiz, mermiler azığımız olmuş. Anaokuluna yeni başlayan
yavru liseyi bitirince bitirmişiz askerlik tahsilimizi.
Elde yok, avuçta yok..
Kiminin ekmeklik bir parça mısırını da düşman alınca mısır koçanlarını döverek
un etmişler ve ondan da ekmek. Kimi atların, katırların dışkılarındaki arpa
tanelerini toplayıp temizleyerek çorba..
Kimi ağaç kabuklarını (Edirne), kimi süpürge tohumlarını
(Çeşme), kimi otları ve
ısırganları (Bahçecik) yiyerek yaşaya kalmışlar
ve zaferin müjdesini bunun karşılığında almışlardı. Kimi Hacer Nine gibi bitip tükenmek
bilmeyen göç yolculuklarında yorgunluktan öldü diye bırakılmış, kimi Mahmut Dede gibi seferberlikten dönen
babasının üniformasındaki bitleri elleriyle ayıklamış ama hepsi de mütevekkil,
mağrur ve halâskârlara minnetle dolu.
O yüzden millî efsanemizin
Şairi İstiklâl
Marşı’mıza âyetle başlıyor: “Korkma! Üstün
gelecek sensin, sen.” (Ta-ha – 68) Yine o yüzden “Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın” diye dua
ettiriyor.
Duanın dem vakti
felâketlerse en büyük felâket 7 düvelin işgal orduları
değil 7’den 70’e bu milletin 7, 8 hatta 9 parçaya bölünerek umudun sandalına
kürek çekmesidir.
o Mevcut İktidar (Hilâfet ve Hükümet)
o Kuva-yı Milliye (Milli Kuvvetler)
o Kuva-yı İnzibatiye (Kontra Ordu)
o Azınlık Çeteleri (Rum ve Ermeni eşkiyası)
o Âdi Çeteler (Yerli eşkiyalar)
o İşgal Komiserliği (İngilizler, Fransızlar)
o Düşman Kuvvetler (Yunanlılar)
o Yerli İşbirlikçiler (Hain kontenjanı)
o Propagandalı
Yılgınlık (Hiçbiri şıkkı)
Talihin çoktan seçmeli sorusu iletişimin ve
ulaşımın zar zor becerildiği lâkin aynen bugün olduğu gibi dezonformasyonun / bilgi
kirliliğinin had safhada
olduğu bir vetirede kalbiyle ve gönlüyle doğru yolu bulmuştur. Feraset,
labirentin çıkışıdır.
İzmihlâle
giden Osmanlı
Devleti’nin ve Türk Milleti’nin
derinlikleri
kendi içinden sürgün vermesini bilmiştir. Mustafa Kemal
Paşa ve Ulusal Kurtuluş’un kıvılcımını yakan
kadro çöken bir yapıdan diz çökmeyen ve sarsılmayan bir iradenin adı olarak
doğmuştur.
O iradenin resm-i geçitleridir İnönü,
Sakarya, Dumlupınar / Başkomutanlık.. Ve zafer en
çok sana ve senin peşinden kıvrım kıvrım bir ırmak gibi akan bu millete
yakışıyor Gazi Paşa’m. O
acıyı yaşayanların dua ve niyazlarında hep sen varsın.
Acaba bugün seni anlamak istemeyenler 90 yıl önce kaderlerini yanlış şıklara ilmekleyenlerin
torunları mıydı? Yoksa biz düşmanla boğuşurken dahi namlularını bize çeviren
mantığın uzatmalı devamı mıydı?
Zaferin zekâtı
affetmektir. Tövbe hatada
ısrar etmemektir. Ve
fakat bir çetin soru hâlâ zihnimin koridorlarından gitmemektedir: Şimdi – Allah korusun – benzeri bir durum olsa milletçe o
seçeneklerin hangisine yığılırdık?