Zafer Bayramı

66

 

Zafer Bayramı’nın 91. Yılını kutluyoruz. Dilerim ki, sonsuza kadar bu kutlama devam etsin ve hiç unutulmasın.

Zafer Bayramı diye iki kelime ile ifade ettiğimiz bu bayramı neden kutluyoruz ve neden bayram yapıyoruz?

Türk Milleti’nin Anadolu’yu yeniden kazanmasının, yeniden sahip olmasının tarihidir, 30 Ağustos 1922 tarihi.

Bu tarihe kadar geçen 200 yılda, Anadolu, Türk Milleti için adeta bir cehenneme dönmüş, yenilgiler, ezilmeler, dünya hâkimiyetinden geriye düşerek adeta yok olma noktasına gelme durumu insanımızı şaşkına çevirmiş ve güçlü devletlerin adeta oyuncağı olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı içerisindeki Çanakkale Harbi, biraz olsun silkinmemizi, kendimize gelmemizi, ümitlenmemizi sağlamıştır. Çanakkale Harbi içerisinde çok ciddi görevler alan ve Çanakkale Zaferi’nin elde edilmesinde büyük emeği olan Mustafa Kemal, Türk Milleti ve onun askerine güvenileceğini bu harbin içerisinde açık bir şekilde görmüştür.

Türk Milleti’ne ve onun askerine olan güvenini hiç kaybetmeyen Mustafa Kemal, Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım ve üzerimize bıraktığı enkazın altında kalmayan birkaç kişiden biri ve belki de birincisidir.

Adana’dan bindiği trenle İstanbul’a vardığı 13 Kasım 1918’te düşman gemilerini boğazın serin sularında görünce şaşkına dönen ve üzüntüsünden ne diyeceğini şaşıran yaverine söylediği şu söz, azmin, kararlılığın ve çelik iradenin en büyük delilidir:

“Geldikleri gibi giderler.”

Evet, işte 30 Ağustos Zafer Bayramı, bu azmin, kararlılığın, adeta çelikleşmiş iradenin, ama, hepsinden önemlisi, Türk Milleti’ne olan inancın sonucunda elde edilmiş büyük bir başarının adıdır.

30 Ağustos Zafer Bayramı, sadece Yunan askerine karşı kazanılmış bir başarıyla kutlanan bir bayram değildir. O dönemin dünya egemen güçlerine karşı kazanılmış bir galibiyetin bayramıdır. Çünkü, Yunanlıların İzmir’i işgal etmesini isteyen, sağlayan ve bu işgale açık bir şekilde destek veren, o dönemde dünya hâkimiyetini elinde bulunduran İngiltere’dir. Nitekim, Lozan görüşmeleri sürerken, Yunan Başbakan’ı Venizelos, İngiltere’yi tehdit etmiş ve bu savaşa kendilerin soktuğunu, bu nedenle istediklerini vermeleri gerektiğini belirtmiştir

Bu savaşın çok önemli bir sonucu daha vardır ki, tarihimizde çok öne çıkması gereken de bir konudur. Yunan askeri, 26 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustos’ta Türk’ün kesin zaferiyle sona ve 9 Eylül’de İzmir’de denize dökülmeleri ile son bulan bu savaşta, kaçtıkları her yeri, yakıp yıkmış ve Ege’yi çok ciddi oranda yangın yerine çevirmiştir. Yani, yeni rejimimiz, birçok zorlukların yanında bir de bu yıkımla baş etmek için olağanüstü gayret sarf etmek durumunda kalmıştır, ne yazık ki.

30 Ağustos Zafer Bayramı ile ilgili olarak önemli bir konuyu daha açmak istiyorum.

Bu Bayram’ı sağlayan zafer, Başkomutanlık Meydan Muharebesi adı ile andığımız savaşın kazanılmasıdır.

Bakınız, muharebenin adı Başkomutanlık meydan muharebesidir. Yani, bir tek kişinin ünvanı ile anılan bir savaştır.

Gerçekten de, bir tek kişinin kendisine sonuna kadar inanan bir avuç insanla göze aldığı, büyük riskleri üstlendiği bir meydan savaşıdır. Mecliste, Mustafa Kemal’e Başkomutanlık verilirken, çok ciddi tartışmalar, kavgalar yaşanmış ve bu şartlar altında, 20. yüzyılın dünya lideri Mustafa Kemal ATATÜRK, 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz’a karar verirken, belki de hayatının en büyük riskini göze almıştır.

Hep düşünmüşümdür, bu kadar büyük bir riski göze alabilmek kolay mı diye.

Ancak, bu sorunun cevabı her zaman da aynı yere çıkmıştır:

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak da kolay değildir zaten.