Yunus’tan Mülhem Kardeşlik Üstüne

105

“Hakkı gerçek sevenlere
Cümle alem kardeş gelir.”

Diyen Yunus Emre, demek istiyor ki, Mü’minler yani inananlar kardeştir. Doğuş değil, oluş asıldır. Kabil ve Habil, aynı ana-babanın evlatları. Doğuşları aynı ama oluşları yüzünden biri Cehennem’de, diğeri Cennet’te. Nuh’un (a. s.) oğlu Kenan, doğuşu yüzünden değil, oluşu yüzünden dalgalar arasında gark edilip, ebediyyen Cehennemlik oldu. Bilal-i Habeşi/ Köle olan Habeşli Bilal; oluşu yüzünden ebediyyen Cennetlik olduğu gibi. Halen de anılıyor. Kıyamet’e kadar da yad edilecek. Selman-ı Farisi / Farslı Selman, Süheyb-i Rumi / Rum’lu, o zaman ki Bizanslı Süheyb, Ma’ruf-u Kerhi / bir Hristiyan çocuğu ve bu gibi sayısız zevat; oluşlarıyla değil doğuşlarıyla kazandılar.

İslam da aynı doğuşta ve aynı yerde olanların değil; aynı oluşta olanların kardeş olduğunu söylüyor. Bunun içindir ki hitaplar: “Eyyühennas! / Ey nas! / Ey insanlar!” şeklindedir. Bundan dolayıdır ki, asrın büyük alimi: “Din, Dil bir ise, Millet birdir. (Dikkat!) Din bir ise Millet yine birdir.” diyor. Çünkü bütün insanlar Allah’ın kulu, ama Allah’ın rızası, kendisini tanıyanlaradır.

Kaldı ki ancak aynı Birlerin etrafında kenetlenenler gerçek birliği teşkil ederler. Yalçın bir kaya gibi sağlam ve dayanıklı olurlar. Aynı Birlerden mahrum olanlar ise, kum yığını gibidirler. En ufak rüzgarda tarümar olup dağılırlar. Öyleyse nelerdir bizi oluşta birliğe götüren Birler? Denirse, derim ki: Bizim Allahımız bir. Peygamberimiz bir. Kitabımız bir. Mihrabımız bir. Minberimiz bir. Kıblemiz bir. İsimlerimiz bir. Bayrağımız bir. Bayrağımızdaki Hilal bir. Devletimiz bir. Bir bir bir. Sayısız Birler; birliğimizin nişaneleri ve tapuları hükmünde.

İhtilaflarımız arızi, muvakkat ve geçici olup çakıl taşları hükmündedir. Uhud dağı mesabesindeki; bizleri kardeş yapan sayısız Birler; çakıl taşları hükmünde olan şeylere feda edilmez ve edilmemeli. Yoksa  -Allah etmesin-  imamesinden kopmuş tesbih taneleri gibi, dağılır ve indallah mes’ul oluruz.

Unutmayalım ki, toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez. Aramıza tefrika girdiği taktirde ise, işte felaket asıl o zamandır. Bu öyle vebali büyük bir tehlikedir ki, büyük islam mücahidi ve ittihad-ı islam’ın en gayur hadimi / en gayretli hizmet edeni Yavuz  Sultan Selim Han; milletin ihtilafa  düşmesinden öyle endişe etmiştir ki, bu acıyı daha ölmeden önce kerametvari bir şekilde-  hissetmiş. Milletin dikkatini birlik ve beraberliğe çeken şu mısraları söylemekten kendini alamamıştır:

“İhtilaf u tefrika endişesi
Kuşe-i kabrimde, hatta bikarar eyler beni
İttihatken savlet-i a’dayı def’a çaremiz
İttihat etmezse millet, dağdar eyler beni.”

Evet Aziz Milletim! Birlik ve beraberliğin kıymetini bilmeliyiz. Çünkü Osmanlı, küffar karşısında muvaffak olmanın ilk ve baş şartı olarak evvel emirde Anadolu’da birlik ve beraberliğin sağlanması gerektiğini görmüş ve bunu ancak iki buçuk asırlık bir zaman zarfında

gerçekleştirebilmiştir. Osman Bey’le başlayan bu gayret ve faaliyet, Mehmet Çelebi’yle devam etmiş, Yavuz’la noktalanmıştır. Nitekim, bugünkü milli hudutlarımız Yavuz’un 1514 Çaldıran ve 1517 Ridaniye zaferleriyle gerçekleşmiştir.

Aziz Millet! Bilirsiniz yapmak zor, yıkmak kolay. İki yüz yılı aşkın bir sürede gerçekleşen

322

ve halen devam eden birlik ve beraberliğimizin kıymetini bilelim. İrtibatsız ittihat olmaz deyip,birbirimizle daha çok kaynaşalım. Koca Yunus’un dediği gibi: “Sevelim sevilelim.” Oluştaki kardeşliğimizi bozarak, düşmanı sevindirmeyelim. Allah’ı da karşımıza almayalım. Çünkü bizzat Allah: “Mü’minler kardeştir.” diyor.

Birbirimize karşı eksiklerimiz, noksanlarımız olabilir. Bunlar arızidir, giderilir. Ama hiçbir şey, hiçbir sebep kardeşliğimizi, oluştaki bütünlüğümüzü bozmak için sebep olamaz, ileri sürülemez.

Aziz Millet! Bizler doğusuyla, batısıyla, güneyiyle, kuzeyiyle yek vücutuz. Şu karışık hadisat dalgaları içinde aynı gemideyiz. Ya hep beraber yaşarız, ya hep beraber batarız. Ortası yok bunun. Fakat ümitsizliğe mahal yok. İnşallah on asır birlikte yol aldığımız, hadisat dalgalarını arşınladığımız bu vatan gemisinde; yine Kıyamete kadar yol alıp, kader birliği edeceğiz.

Benim buna inancım tam. Çünkü bu Devlet ve bu Milletsiz bir dünya düşünemiyorum. İşte dünyanın Kıyameti asıl o zaman kopar diyor ve bu inancımı; Mithat Cemal Kuntay ‘ın şu meşhur beytiyle destekliyorum:

“Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta
Çekmez kürenin sırtı bu tabut-u cesimi.”                    

Fakat Aziz Millet! İş bu kadar basit ve kolay değil. Şarta bağlı. Nedir bu şart? Derseniz; hepimiz biliriz ki: Hz. Ömer, Aşere-i Mübeşşere’den. Yani Cennetle müjdelenmiş on kişiden biri. Buna rağmen taat ve ibadetine devam eder! Derler ki: “Ya Ömer! Sen ki, Cennetliksin. Kendini niçin bu kadar harab ediyor; ibadet üstüne ibadet ediyorsun?”  Hz. Ömer: “Ömer namaz kılmazsa, yine Cennetlik mi?” Susarlar. Evet Hz. Ömer Cennetlik ama şarta yani, Cennetlik halini devam ettirmesine bağlı.

Aynen onun gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ber-devam oluş /devam ediş keyfiyeti de şarta bağlı. Yani, bizlerin birlik ve dirliğine. İrtibat ve ittihadına. Nitekim, birlik ve beraberliğimizin kıymetini bildiğimizi; on asırlık beraberliğimizle te’yit etmiş ve doğrulamışız. Bundan dolayı aynı birlik şuuru içinde olduğumuzdan asla şüphe etmiyoruz. Fakat her zaman olduğu gibi, yine birlik ve beraberliğimizin düşmanları var ve pusudalar! Aman fırsat vermeyelim.

Unutmayalım ki, bizim aklımız Kur’an, milliyetimiz İslamiyet. Bizler Yavuzların ve İdris-i Bitlisilerin torunlarıyız. Elbette onların birlik ve dirlik şuurlarının varisleri ve yürütücüleriyiz.

Değerli okur! Beni bu tarz yazmaya iten husus, Yunus’un şahs-ı manevisi. Çünkü Yunus Emre, birlik ve beraberlik için cuş u huruşa gelmiş bir İslam şairi. Ömrünü milletin dünyevi ve uhrevi saadetini kazanması uğrunda harcamış:

“Kasdım budur, şehre varam
Feryad u figan koparam!”

Diyerek, vatanın her tarafını gezmiş, birlik ve dirlik tohumlarını, sevgi tomurcuklarını:

“Gelin tanışık idelim, işin kolayın tutalım.
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz!”

Altın sözleriyle her tarafa saçmıştır. Akif’in Mehmetçik için:

“Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhidi.
Bedr’in Arslanları ancak bu kadar şanlı idi.”

Dediği gibi, biz de Yunus Emre için şöyle bir nazire yapabiliriz:

Ne büyüksün ki, sözün kurtarıyor Tevhidi.
Şairlerin şairi ancak bu kadar diyebilirdi.

 

323

 

Hakikaten Mehmetçik, nasıl ki, vatanın maddesini koruyorsa, Yunusçuk da, vatanın manasını koruyor. Kaldı ki, “Tevhid” mefhumunda; hem madde hem de mana içiçe. Çünkü  “La ilahe illallah” demekle Tevhid’e inandığımızı, birlik ve dirlik içinde olmakla da “Tevhid” içinde yaşadığımızı göstermiş. Kısacası, her iki halde de Tevhid’i kıble edinmiş oluyoruz.

Madde ile mana el ele verdikçe, bizi bu yerlerden kim koparabilir?

Yunuslarımız oldukça, manamıza kim dokunabilir?

Fakat bunların olmaması için, Yunus Emre’yi sadece bilmek değil, anlamak da lazım.

Önceki İçerikKCK – PKK
Sonraki İçerikİslam’da Hoşgörü
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.