Yunan Sınırındaki Zulüm Korona’dan Beter…

110

               Yunanistan sınırını geçerek Avrupa’ya ulaşmaya çalışan göçmenlere yönelik Yunan güvenlik güçlerinin insanlık dışı uygulamaları; korona virüsünün ülkemizde de görülmesinin ardından gündemin arka sıralarına düşse de, hız kesmeden devam ediyor.

              Ülkelerinde yaşanan savaş ve terör olayları nedeniyle Türkiye’ye sığınan milyonlarca mültecinin Türkiye’nin sınır kapılarını açmasıyla başlayan ve yüzbinlerce göçmenin Avrupa’ya geçmek için geldikleri Yunanistan’la aramızdaki kara – deniz sınırları boyunca yaşananlar; son yüzyılın yüz karası olarak ve gerçekten de insani boyutları giderek kötüleşen bir trajediye dönüşmüş durumda.

             Ülkelerindeki savaş ortamından kaçarak Türkiye’ye sığınan milyonlarca insanın AB ülkelerine geçebilme hayallerini gerçekleştirebilmek için Yunan sınırında yaşadıkları insanlık dışı olayları üzülerek izliyoruz.

             Bu insanlara yıllardır bakan, onlara kucak açan, barınma sağlayan, her türlü insani ihtiyaçlarını karşılayan ülkemizin, artık böylesine ağır bir yükü kaldıracak durumunu çoktan aşınca sınır kapılarını açması;  bu insanlar için:  ‘’Sen bunları ülkende tut sana milyarlarca avro yardım edeceğiz’’ sözü veren ancak bu sözünü tutmayan AB’ye verilen en çarpıcı ders olacak niteliktedir.

            Evet, sınırlarımızın açılmasıyla birlikte on binlerce göçmenin Avrupa ülkelerine gidebilmek adına verdikleri mücadele, Yunanistan’la aramızdaki deniz ve kara sınırlarımız boyunca devam ediyor.

             Deniz yoluyla Yunanistan’ın kontrolünde olan Ege adalarına geçmek için lastik botlarla denize açılanlara, bu botları batırarak içindeki insanları ölüme terk etmeleri alçaklığını yapan Yunan devriye botlarının görüntülerini televizyonlardan izlerken, denize düşen çocukların çaresizliğini gördüğümüzde içimiz burkuluyor, insanlığımızdan utanıyoruz…

             Bu mücadelenin karada yaşanan insanlık dışı uygulamalarına her geçen gün yeni bir Yunan zulmü daha ekleniyor.

            Bu sürecin başlamasıyla birlikte Yunan güvenlik güçlerinin bu çaresiz insanların üzerine karada ses, sis, biber gazı bombalarını atmaları yetmezmiş gibi, Yunan askerlerinin hedef gözetmeksizin insanlar üzerine ateş açması, gerçek mermiler kullanması, bunun sonucunda bugüne değin 4 göçmenin hayatını kaybetmesi, Yunanistan’ın tarih boyunca yaptıkları türlü mezalimleri bir kez daha gözler önüne sermiştir.

            Balkan savaşlarında, Girit’te, İstiklal savaşımız boyunca Yunan askerlerinin yurdumuzda yapmış olduğu onca katliamı, yakın tarihimizde Kıbrıs’ta insanlarımıza uyguladıkları zulmü hatırladığımızda; bugün Yunan sınırında göçmenlere uygulanan zulmün, çağımızın en korkunç salgın hastalığı olarak adlandırılan ‘’Korona Virüsünden’’ de beter olduğu görülmektedir.

           Yunanistan’ın sınırını geçmek isteyen sığınmacılara karşı yapmış olduğu insanlık dışı muameleler yukarıda sıraladıklarımla da kalmamıştır!

           Bir şekilde Yunan sınırını geçmeyi başaran sığınmacılar için Yunan hükümeti hiçbir hukuki gerekçesi olmadan bu insanlar için gizli bir toplanma merkezi oluşturduğu haberi; ‘’Amerikan New York Times’’ gazetesinde ‘’Yunanlıların sığınmacılar için gizli yeri: Hayvanlar gibiyiz’’ başlığı ile çıkınca, insanın bu uygulamalara isyan edesi geliyor, bu kadarına da pes dedirtiyor.

           Sınırı geçenleri yakalayan Yunan resmi makamlarının, bu insanların üzerindeki elbiseleri dâhil bütün varlıklarını gasp ettiği, onları döverek, neredeyse çırılçıplak Türkiye’ye geri gönderdiği örnek vakalarla biliniyordu.  

           Ancak ‘’New York Times’’ da çıkan bu haberde olduğu gibi bu çaresiz insanları adeta bir ‘’Nazi Kampına’’ benzer bir yerde topladıkları haberi ilk kez ortaya çıkmış oldu…

          Pekiyi, insan hakları, kişi hakları, demokrasi, hukuk dendiğinde mangalda kül bırakmayan Avrupa Birliği, İnsan Hakları Örgütleri gibi insanlık havarilerinin gözleri önünde cereyan eden bu insanlık dışı olaylar karşısında bu iki yüz yüzlülerden hiç ses var mı?

         Tam tersine bu utanmazlar sürüsünden, özellikle de AB’den aman bu göçmenleri sınırlarından geçirme diyerek Yunanistan’a maddi ve manevi tam destek, ülkemize de sınırlarını kapat diye baskı var!

         Aslında bu çaresiz insanlar çok bir şey istemiyor!

          Emperyalist emelleri uğruna Orta Doğu’yu paramparça eden ABD’nin yanında yer alan İngiltere başta olmak üzere, o sürece destek veren diğer Avrupa ülkelerinden sadece ellerinden alınan yaşam geleceklerini geri istiyorlar.    

        Yıllar önce sığınmacıların ülkelerini paramparça ederek o coğrafyada çıkardıkları savaş ortamından kaçarak hayata tutunmaya çalışan bu insanların istedikleri tek bir şey var, hayata yeniden tutunmak.

         Milyonlarca insanın ülkesini yerle bir eden Amerika’nın o süreçte yaratmış olduğu zulüm ortamını sessizce seyredenler, sizce bu insanlara yeni bir yaşam hakkı tanırlar mı?

        Hele ki, ne ABD’nin, ne de AB ülkelerinin, İnsan Hakları Örgütlerinin bu insanlık dramını sessiz sedasız, umursamazca seyretmelerini gördükten sonra;  Yunanistan’daki yetkililere söylenecek tek bir şey kalıyor:

        Bu çaresiz insanlara uyguladığınız zulüm, dünya var oldukça alnınızda kara bir leke olarak kalacaktır.

       Bundan böyle ‘’Denize düşen Yunan’a değil, yılana sarılsa’’ daha iyi olacaktır…

Önceki İçerikBilsek Ne, Bilmesek Ne?
Sonraki İçerikOn iki yıl Karadağ’ı İstanbul’da temsil eden Dr. Akkan Suver ile görüştük.
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.