Yorumsuz

94

17 Ağustoslar; 17 Ağustos 1999’da yaşadığımız ve 20 binden fazla vatandaşımızı kaybettiğimiz, korkunç depremin hazin yıldönümleri.

17 Ağustos 1999’da, hemen hemen Türkiye’nin üçte birini sarsan ve Türkiye’yi derin bir hüzne ve yasa boğan, büyük ve dehşetli zelzele ve depremden sonra, yurt çapında çok acı günler yaşadık.

Bütün Türkiye, aynı dertle aynı keder ve ıztırapla gecelerini uykusuz, gündüzlerini olağanüstü çaba ve gayret içinde geçirdi. Yine de acımız dinmiş, sorunlarımız, tam manasıyla çözülmüş değil.

Bu geçen müddet zarfında, zaman zaman yurdun çeşitli yörelerinde sayısız fakat tehlikesiz depremler olurken; halkı ürküten şiddette olanlar da az değil.

Üstelik dünyanın çeşitli yerlerinde hafif ve ağır şiddette depremler olagelmekte; bütün insanlığı korku ve telaş içinde bırakmaktadır.

Bütün bunlar kâinatın ve içindeki tüm insanların tek bir Rabbi olduğunu gösteriyor.

Şüphesiz depremler; zâhiren bildiğimiz açıklanan ilmî / bilimsel sebepler dairesinde ortaya çıkmaktadır. Elbette ilim adamlarımızın uyarıları doğrultusunda gereken tedbirler alınmalı, mümkün mertebe depremlere hazırlıklı olmalıyız.

Bu arada o bilimsel izahı yapılan sebeplerin arkasındaki Îlahî güç, bütün haşmetiyle kendini göstermekte, bizleri derin düşüncelere salmaktadır.

Mülk sâhibi tasarruf edebilir. Tasarruf ediyorsa mülk onun; mülk onunsa tasarrufa yâni mülkünde istediği gibi hükmetmeye hakkı var demektir. Tarla kiminse ekin onun; ekin kiminse tarla onun olduğu gibi. Velhasıl tasarruf yetkisi mülk sahibinindir.

Elbette bütün tedbirler alınmalı, bütün ilmî araştırmalar yapılmalı, maddî hasara hazırlıklı, psikolojik sarsıntılara karşı eğitilmiş olmalıyız.

Kısaca, sebepleri reddetmeden, ilmî araştırmalardan vazgeçmeden, tedbir almayı ihmal etmeyerek, hazırlıklı olmayı yadsımayarak deprem felâketine eğilmeli derken; yorumsuz olarak naklettiğim aşağıdaki parçayı, bir de -Allah bir daha göstermesin- başımıza gelen Deprem faciası açısından düşünsek diyorum. Mutlaka uyarıcı birçok hususları farkedeceğimiz muhakkak:

X

Süleyman (a.s.)’ın küçük bir kusuru yüzünden Rüzgâr’ın ters esmesi:

Rüzgâr bir gün Hz. Süleyman’ın tahtına ters esti. Süleyman: “Ey Rüzgâr! dedi, ters esme!”

Rüzgâr da: “Ey Süleyman! dedi, Sen de çarpık yürüme. Çarpık yürüyünce, benim de ters esmeme kızma!”

Allah; ders alalım da insafa gelelim, doğruluktan ayrılmayalım, birbirimize haksızlık yapmayalım diye, teraziyi biz insanların arasına koydu.

Cenab-ı Hakk buyurmuştur ki: “Sen, terazide tartılacak şeyi eksiltirsen, ben de sana verdiğimi eksiltirim. Bana karşı doğru olursan, ben de sana öyle olurum!”

Rüzgâr ters estiği için Süleyman’ın başındaki Tac’ı da eğrildi. Böylece onun sultanlığı sarsıldı, aydınlık gündüzü gece gibi karardı.

Hz. Süleyman: “Ey Tâç! Dedi, başımda eğri durma! Ey sultanlık güneşi olan Taç; başımda doğru dur, başka yöne meyletme!”

Süleyman eliyle Tâc’ı doğrulttukça Tâç yine eğilmekteydi.

Tam sekiz defa Tâc’ı doğrulttu. Tâç da eğrildi. Süleyman dedi ki: “Ey Tâç, bu hâl nedir? Artık eğrilme!”

Taç tekrar dile geldi de: “Ey güvenilir, inanılır kişi!” diye cevap verdi: “Sen beni yüz kere doğrultsan, yine doğrulmam! Sen eğri gittikçe ben de eğrilirim!”

Bunun üzerine Hz. Süleyman içini düzeltti, gönlüne gelen nefsanî istekleri gönlünden attı.

Süleyman doğrulunca Tâç da doğruldu ve istediği gibi başında durdu.

Bu defa Hz. Süleyman, Tâc’ı kendi isteği ile eğriltti, fakat Tâç eğri durmadı. Kendiliğinden doğruldu ve tam tepesinde karar etti.

417

O büyük Süleyman, sekiz defa Tâc’ı eğriltti, Tâç yine de başında doğruluyor, doğru duruyordu.

Derken Tâç dile geldi de: “Ey Pâdişahım! Dedi, övün; mademki kanat açtın, çırpındın, kanatlarındaki tozu toprağı silktin, artık Mânâ Âlemi’ne yüksel.

Buradan ileri gitmeme; bu işteki gayb perdelerini gizlilik perdelerini yırtmama izin yok.

Elinle ağzımı kapa da beğenilmeyecek, sevilmeyecek bir söz söylemeyeyim.

Sana da dertten, kederden, gamdan ne gelirse; onları kimseden bilme, kendinden bil.”

X

Ey Gâfil! Sen de dışındakilerle kötü olmuş, onlarla uğraşıyorsun da, içindeki en büyük düşman olan Nefsinle dost olmuşsun! Onunla hoş geçiniyorsun!

Senin asıl düşmanın Nefs’in olduğu hâlde sen onu şekerle besliyor, sonra tutuyor dışında bulunan herkesi töhmet altına alıyor, onları suçluyorsun!

Sen de Firavun gibi körsün, kör gönüllüsün. Bu yüzden can düşmanınla hoş geçiniyorsun da, suçsuzları aşağılamaktasın!

Ne vakte kadar Firavun gibi, suçsuzları öldüreceksin de, suçla, suçlularla dolu olan bedenini okşayacaksın?

Aslında Firavun’un aklı, başka Pâdişahların akıllarından üstün ve fazla idi. Fakat Allah’ın hükmü, takdiri, onu akılsız ve gönlü kör bir hâle getirmişti.

Allah bir kimsenin gönül gözüne, gönül kulağına mühür vurursa, o kişi Eflatun bile olsa hayvanlaşır! (Mesnevî Tercümesi, 3.- 4. cilt, Tercüme: Şefik Can, İstanbul – 1997, s. 523 – 525)

 

 

Önceki İçerikTürk Halkını Kuran’la Buluşturma Sevdası
Sonraki İçerikİnisiyatif Kimde?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.