Küresel güçlerin ve İslam dinini siyaset aracı olarak kullananların yolları geçmişte olduğu gibi bugün de kesişiyor.
Bugünün küresel güçlerinin dünün emperyalist uygulayıcıları olan müttefikler olduğu konusunda şüphe yoktur. Peki kimdir bunlar?
ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda, Rusya, İtalya, Almanya, İsveç ve bunlara benzeyen diğerleridir.
Bu devletler, gelişen olaylar ve değişen şartlar sebebiyle kimi zaman Türk Devletinin yanında kimi zamanda karşısında yer almıştır.
Siyasetini, İslam’ı kullanarak yapmayı amaç haline getirmiş siyasal dinciler her daim, millet ve milli devlet yapılanmasının aleyhinde olmuştur. Çünkü millet ve milli devlet kavramı siyasal dincilerin asla kabullenebilecekleri bir husus değildir. Yani milli değildirler.
Küresel güçler ve siyasal dinciler, en büyük darbeyi, Osmanlı – Türk İmparatorluğu yok olurken, Atatürk ve arkadaşlarının önderliği ile Türk Milletinin verdiği Kurtuluş Mücadelesi ve nihayetinde milli bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile almıştır.
Bu sebeple günümüzde yaşananlar, küresel güçler ile yol kardeşliği içine girmiş olan siyasal dincilerin bir rövanşı alma mücadelesidir.
Küresel güçler ülkemizi ele geçirip ve tam sömürge haline getirmek için siyasal dincileri kullanmaktadır. Siyasal dincilerde, Osmanlı – Türk İmparatorluğu döneminde sahip oldukları hak ve imtiyazları yeniden elde etmek için her zaman olduğu gibi küresel güçler tarafından kullanılmaya rıza göstermektedir.
Küresel güçlerin, siyasal dincileri kullanarak Türkiye’yi ele geçirmelerinden sonra siyasal dincilerde küresel güçler tarafından bir kenara konulacak ve ülke atanmış komiserlerin eliyle yönetilecektir.
Küresel güçler; bu kadar büyük bir Türkiye’yi bir arada yönetemeyeceğinden, Türkiye’nin bir kısmını Ermenistan, bir kısmını Kürdistan, bir kısmını da Pontus yapacak, İstanbul’u da İsviçre örneğinde olduğu gibi kimsenin dokunamayacağı bir yeni Bizans haline getireceklerdir. Çok değil doksan küsur yıl önce, Sevr ile bunu kararlaştırmışlar ve Mondros ile uygulamaya geçmişlerdir.
Siyasal dincilerin yanıldığı nokta, küresel güçlerin siyasal dincileri nasıl iktidara getirip bunca yıl büyük bir destekle iktidarda tuttuysa bundan sonrada en az 50 yıl iktidarda tutacağı düşüncesidir. Bu düşünce ne yazık ki; aptalca dillendirilmektedir.
Bir müddet sonra deniz bitecek ve Siyasal İslamcıların küresel güçlere verebilecekleri bir taviz kalmayacaktır. Çünkü vere vere her şeyin bittiği bir noktaya doğru süratle gidilmektedir. İşte o zaman geldiğinde küresel güçler artık işlerine yaramaz hale gelen bu siyasal İslamcıların defterini dürecek ve onları da bundan önceki örneklerde olduğu gibi bir kenara koyacaktır.
Bu çerçeve de gündemde yaşananlara bakarsak, milli bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm anayasal kurumları küresel güçlerin işine yarar mahiyette siyasal dincilerin eliyle bir saldırı altındadır. Ülkeyi yönetenler artık Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bile sadece “Silahlı Kuvvetler” diye hitap etmeye başlamıştır.
Türk yargısı tel tel dökülmektedir. HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısı ile oynanarak milli devlet yapısı ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri sindirilmiştir. Türk bürokrasisi çökertilmiştir. Türk kimliği ve Türk millet yapısı açık bir saldırıyla karşı karşıya olup aleni bir tehdit altındadır.
Sümela’da ayin, Akdamar’da dikilen haç, nihayetinde Lozan Mübadilleri denilen zırvaların Türkiye’den göç etmiş T.C. vatandaşı Rumlar için eski evlerine dönüş çağrısı yapması, Emir Kusturica hakkında iktidarın belediyesi olan Bursa’da yapılanları görmeyip Antalya’nın belediye başkanına yüklenmeler, Bartholomeos’un Türkiye’nin AB’ye girmesiyle birlikte Anadolu’dan gidenlerin geri geleceğini açıklaması, Agos Gazetesinde Prof. Dr. Eser Karakaş’ın 250 bin Rum’un geri gelmesiyle uygarlığın yükseleceğini yazması, Salihli Kaymakamının durup dururken “Salihli” adının “Sardes” olarak değiştirilmesini önermesi, kiliselerin ihyası, siyasal İslamcılığın ülkemizdeki merkezlerinden biri olan Trabzon’un Of ilçesinde ev kiliselerinin açılması ve bunlara benzer bir çok olayın küresel güçlerle yol kardeşliğine çıkan siyasal İslamcıların döneminde gerçekleşmesi bize başımıza gelecek olanlar hakkında ipuçları veriyor.
“Benim işim iyi” diyenlere de cevap olarak ekonominin günlük tedbirlerle götürülmesinin sağladığı rahatlığı tıpta “ölüm öncesi iyilik” olarak tanımlanan duruma benzettiğimi söylemek istiyorum.
Aslında bunlar geçmişin bu güne yansımış meseleleridir. Yaşadığımız olaylar ise küresel güçlerin, nihai olarak almak istediği sonuca doğru giden ara hedeflerin tahakkukundan ibarettir.
Bakın yaklaşık olarak yüzyıl önce Paris’te bir araya gelen ABD Başkanı ile İngiltere ve Fransa Başbakanları toplantıdan sonra ne açıklıyor!
ABD Başkanı Wilson, İstanbul ve Boğazları istiyor, İstanbul’un bir Türk şehri olmadığını ve diğer milletlerin çoğunlukta olduğunu söylüyor. Fransız Başbakanı Clemenceau’da ekliyor “İstanbul artık Türklerin elinde kalmamalıdır.”
Burada İstanbul’dan kasıt, Osmanlı – Türk Devletidir. İstanbul’a el koymak ise Türk Devletinin tamamına el koymak anlamına gelmektedir. Yani kısaca Türklere yaşam hakkı tanımak istenmiyor.
Yaşadıklarımız bize aynı hesapların günümüzde de sessizce görülmeye çalışıldığını gösteriyor. Türk Milletini 36 etnik parçaya bölerek, Türkleri 36 etnik parçadan biri olarak gösterenler, Türkiye’de Türklerin çoğunluk olmadığı küstahlığını dillendirenler ve bunlara benzer şeyler yaparak Türk Milletini tarih sahnesinden yok etmek isteyenler, günümüzün Wilson’ları, Clemenceau’ları olan Obama’ların, Kraliçe Elizabeth’lerin, Sarkozy’lerin yol kardeşleridir.
Bu yol kardeşliği çok açıktır. Kimse kara propagandalarla bu yol kardeşliğinin üzerini örtmeye kalkmasın.
Son sözü de Büyük Önder Atatürk’e bırakalım: “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir nitelik alır” ve devam ediyor “Milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olur.”