Adem / Yokluk, olmama, bulunmama imkânsızdır. Yokluk; vücudun, varlığın zıddıdır. Aslında, mutlak / sınırsız, daimî ve devamlı adem / yokluk yoktur. Ancak haricî / dışa ait bir adem vardır. Yani mânen ve ilmen olanın; dışta, zâhirde zuhûru, varlığı olmasa bile, hafıza ve gönüllerde mevcut olup, ilmimizde vardır. Zaten mânâ ve ilim olmasaydı; maddiyat / görünür âlem ortaya konmıyacak, ele avuca sığar bir durum almıyacaktı. Nitekim kafamızdakiler zâhirde, görünürde, dış âlemde yoklar. Ama mânen yani ilmimizde vardır.
Allah, ilmindeki hakikatleri; dünya, kâinat ve içindekiler olarak zuhûr ettirip, zâhirde / madde âleminde görünecek şekilde tecellî ettirmekte. Böylece her madde, bir mânânın temessülü, cisim hâlini almış şekli ve tecellîsi / müşahhas / somut bir görüntüsü; kısaca taşa toprağa, ete kemiğe bürünmüş bir manzarasından başka bir şey değil.
Zaten mutlak adem / yokluk yoktur. Çünkü her şeyi içine alan, muhit / kuşatıcı bir ilim var. Hem Allah’ın ilim dairesinin harici / dışı yoktur ki, bir şey ona atılsın. İlim dairesi içinde bulunan adem / yokluk ise, hariçte bir adem, yani yokluktur. Maddeten zuhûru olmayan, henüz tecellîsiz bir mânâ, bir anlam ve bir rûhtur. İlmî vücûda perde olmuş bir ünvandır.
Demek ki, fenaya gitmek, geçici olarak haricî libasını çıkarıp, mânevî ve ilmî vücuda girmektir. Yani hâlik / helâk ve fâni olanlar; haricî / dıştaki vücûdu bırakıp, mahiyetleri manevî olan bir vücûd giyer. Kudret dairesinden çıkar. İlim dairesine girer.
Kaldı ki, eşya / varlıklar, zeval ve ademe / yokluğa gitmiyor. Belki değil muhakkak ki, kudret dairesinden ilim dairesine göçüyor. Şehadet / görünür âlemden gayb / görünmez âleme geçiyor. Tagayyür / değişken ve fena âleminden nûr âlemine, bekaya müteveccih / yönelmiş oluyor. Hakikat noktasından eşyadaki cemal ve kemal; Esma-i İlâhiye / İlahî isimlere aittir. Onların nakış, cilve ve tecellîleridir.
Madem o esma / isimler bâkidirler. Tecellîleri daimîdir. Elbette nakışları teceddüd eder / yenilenir, tazelenir ve güzelleşir. Ademe / yokluk ve fenaya gitmiyor. Şüphe yok ki, sadece itibarî ve geçici taayyünleri / meydana çıkışları değişir. Hüsün ve cemale / güzelliğe sebep ve feyz ve kemale mazhar olan hakikatleri, mahiyetleri ve misalî / benzer hüviyetleri bakidir.
Ruh sahibi olmayanlardaki hüsün ve cemal / güzellik; İlahî isimlere aittir. Şeref onlarındır. Medih / övgü onların hesabına geçer. Güzellik onlarındır, muhabbet onlara gider. O aynaların değişmesiyle onlara bir zarar gelmez.
Eğer ruhlu olıp da, akıl sahiplerinden değilse, onların zeval ve firakı, bir adem ve fena değil, belki cismanî vücudundan ve hayat vazifesinin dağdağasından kurtulup, kazandıkları vazifenin sonuçlarını, baki olan ruhlarına devrederek; onların o baki ruhları da birer İlahî isimlere dayanarak devam eder. Belki kendine lâyık bir saadete gider.
Eğer o ruhu olanlar, aynızamanda akla da sahip iseler, zaten ebedî saadete ve maddî ve manevî kemallere sebep olan beka âlemine ve o Sâni-i Hakîm / san’atla yaratan, hikmet sahibi Allah’ın dünyadan daha güzel, daha nuranî olan berzah, misal ve ruhlar âlemi gibi diğer menzillerine, başka memleketlerine bir seyr ü seferdedirler. Çünkü mevt / ölüm; adem / yokluk, zeval ve firak / ayrılık değil; belki nice mükemmelliklere kavuşmaktır.
Evet, varlıklarda esas olan beka / devamdır. Adem / yokluk değildir. Hatta yokluğa gittiklerini zannettiğimiz kelimeler, lâfızlar, tasavvurlar gibi çabucak yok olan bazı şeyler de, yokluğa gitmiyorlar. Ancak suret, vaziyet ve durumlarını değişerek; zeval / yok olmaktan korunup bazı yerlerde muhafaza edilerek, mutlak yokluğa gitmezler. Çünkü, âlemde Allah’ın yapmasıyla terkip vardır. Allah’ın izniyle tahlil vardır. Allah’ın emriyle icad / var ediş ve idam / yok ediş vardır.
Hülâsa: Ölüm firak / ayrılık değil, visal / kavuşmadır. Tebdil-i mekândır. Baki bir meyveyi sünbül vermektir. Hayat; Kayyum ve Hayy olan Zât’a baktıkça, iman da hayata hayat ve ruh oldukça, beka bulur. Üstelik baki meyveler verir. Hem öyle yükselir ki, sermediyet / ebedîlik tecellîsini alır. Artık ömrün kısalığına ve uzunluğuna bakılmaz. Madem Allah var ve ilmi her şeyi kuşatır. Elbette adem, hiçlik, mahv, fena; hakikat noktasında inananların dünyasında yoktur. Evet, kimin için Allah var, ona her şey var. Kimin için yoksa, her şey ona yoktur, hiçtir.