Başbakan Tayyip Erdoğan, “Bizi parçalamak isteyenlere karşı hep ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ dedik. 2’nci bir devleti isteyenler kusura bakmasınlar. Onlar kendilerine nerede devlet buluyorlarsa, buyursunlar gitsinler. Tek milletiz” dedi.
Eyvah. Eyvah ki ne eyvah!
Başbakan Tayyip Erdoğan, “demokrasi paketinin” açıklanmasına birkaç gün kala bu sözleri söylediyse, paketin içinden muhakkak PKK’nın istediği, Türk Milletinin asla kabul etmeyeceği bazı düzenlemeler çıkacak demektir.
Benim “Tek Millet, Tek Devlet” konusundaki hassasiyetimi bilenler şaşırmasın. Bu kadar güzel beyanları karşısında Başbakan’ı sadece saygı ifadeleriyle anmak gerekirken, “bu ne şüphe, bu ne ön yargı?” demeyiniz.
Öncelikle paketin çıkış sebebini Cengiz Çandar‘ın cümlesiyle özetleyelim: “Bu ‘Paket’, kim ne derse desin, PKK’nın 1 Eylül sonrasında silahlı güçlerinin ‘sınır dışına çekilmesini durdurduğunu’ Cemil Bayık’ın ilan etmesinin sonrasında geliyor. ‘Paket’in zaten çıkacak olduğunu, bunun Cemil Bayık’ın ‘geri çekilmenin durdurulması’ açıklamasıyla ilgisi olmadığını hiç kimse anlatmasın; anlatan çıkarsa da hiç kimse inanmasın…”
*****
İşte bu inandırıcılık probleminin yaşandığı dönemlerde alıştığımız bir mekanizma işletilmekte. Bizzat R. Tayyip Erdoğan devreye girmekte, özellikle bölünme endişelerini yaşayan çoğunluğun yatıştırılması görevini üstlenmekte.
Mesela “Oslo Görüşmeleri” yapılmakta iken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, muhalefetin “pazarlık” iddialarını sürdürmesi üzerine 21 Ağustos 2010’da Kayseri mitinginde sert cevap vermişti:
“Bizim bunlarla (PKK ile) bir araya oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar bu alçakça iftirada bulunanlar, bunun hesabını her yerde vereceklerdir. Bugüne kadar AK Parti iktidarı olarak terör örgütüyle hiçbir zaman masaya oturmadık, oturmayacağız da. Bizim felsefemizde, anlayışımızda böyle bir şey olamaz. Bu iftirayı atanlara söylüyorum, ey Kılıçdaroğlu, ey Bahçeli bizim masaya oturduğumuzu söylüyorsanız, bu iddianızı ispatlamazsanız müfterisiniz.”
Daha sonra anlaşıldı ki, Başbakan bu sözleri söylerken görüşmeler devam etmekte imiş. PKK ile Öcalan arasında mektupları da MİT yetkilileri taşımaktaymış.
Başbakan Erdoğan, kendince şartlar olgunlaşınca, “Biz kimsenin adım atmakta tereddüte düştüğü, İmralı olsun, Oslo olsun çok açık net… bu adımları da attık. Onun içinde Milli İstihbarat Teşkilatı müsteşarı ile başlattık görüşmeleri, aynı şekilde devam ettik” cümleleriyle PKK ile müzakere sürecini açıklamıştı.
Bunları ve daha fazlasını yani “sayın Öcalan” diyen devlet görevlilerinin, PKK’lılar ile “samimi” sohbetlerini ve İngiltere temsilcisinin gözetiminde mutabık kalınan protokolü çoğunuz okumuşsunuzdur.
*****
PKK terör örgütü lideri Öcalan ile İmralı’da başlayan ve adına “çözüm süreci” denilen müzakereler yürütülmekte iken de, Başbakan Erdoğan “Öcalan teslim alındığında ben Başbakan olsam asardım” türü cümleler kuruyordu. Ayrıca PKK’lılarla dağda kucaklaşan BDP milletvekilleri hakkında sert açıklamalar yapıyor, Başbakanlık bu milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin fezlekeyi Meclis’e gönderiyordu. Bütün bunlar geride kaldı.
Şimdi görünüşte “süreç” daha açık ve şeffaf yürütülüyor gibi. İmralı’ya sadece devlet görevlileri değil, BDP’li heyetler de gidip geliyor. Öcalan ile Kandil arasında postacılık görevini de bunlar yapıyor.
Ancak bu defa Öcalan başrolde. Yine Cengiz Çandar‘ın cümleleriyle tanımlarsak, “iktidar, gelinen noktada, ister istemez, diyalogun merkezindeki Abdullah Öcalan’a bel bağlamak durumunda. Öyle olduğu için, iktidar sözcüleri, bir yandan BDP’yi aşağılar ve Kandil’i şeytanlaştırırken; diğer yandan Abdullah Öcalan’ın isminden, sanki AK Parti’ye yakın bir STK yetkilisiymiş gibi söz ediyorlar.”
*****
PKK’yı temsil eden kanatlar “iyi polis”, kötü polis” rollerini paylaşarak oynamaya devam ederken, TBMM’nin çıkaracağı “demokrasi paketi”nin önce İmralı’ya götürüldüğü, Öcalan’ın onayının alınmaya çalışıldığı haberleri benim endişemi haklı çıkarıyor.
“Paket” hakkında yorum yapan ünlülerden bazılarının aşağıda verdiğim görüşleri içeriğine dair belirsizliği açıkça ortaya koymakta. Bu yazı yayınlanıncaya kadar, beklenen gelişmelerin olacağı ve paketin açıklanacağını sanıyorum.
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş: “Hükümet ile de görüşmeler yapacağız, İmralı’da Sayın Öcalan ile görüşmeler yapacağız. Yakın zamanda Kandil’e bir heyetimiz tekrardan gidebilir. Tartışmalar görüşmeler sonucunda tekrar sürecin işleyebileceği bir aşamaya gelmesini umut ediyoruz, ama burada sayın Öcalan’ın tavrı belirleyici etkili olacaktır.“
Numan Kurtulmuş: Bazı demeçlerde açık bir yanlış bilgi yer aldı. Henüz ortada bir paket yok ki bu paket İmralı’ya gitsin, görüşülsün!
Burhan Kuzu: Demokrasi paketinden haberi olmadığını söyleyenlere: Demokrasi paketi Salı günü son şekli verilerek kamuoyuna açıklanacak.
Mehmet Baransu: Toplantı ertelenmişmiş! Maddeleri Öcalan’ın görüşüne sunmanın yeni adı ‘Erteleme’. Öcalan son şeklini versin, açıklarlar.
Muharrem İnce: Adı demokratikleşme paketi ama muhalefet bilmiyor, sendikalar bilmiyor, sivil toplum örgütleri bilmiyor, AKP hazırlıyor, İmralı biliyor!
BBP Genel Başkanı Mustafa Destici: Demokrasi paketi PKK’nın taleplerini esas alıyor. Resmi dil, PKK’lılara ve KCK’lılara af, Abdullah Öcalan’a ev hapsi ya da kısmi özgürlük, bunların olmazsa olmazları gözüküyor.
*****
Ayrı bir devlet kurma hedefinden hiç sapmayan PKK, Suriye’deki gelişmelerden sonra bu hedefe ulaşabileceğine şimdi daha çok inanmakta. “Çözüm Süreci” kapsamında çatışmasızlık ortamını çok iyi değerlendiren PKK, dağ kadrosunu takviye etti, bölgede psikolojik üstünlüğü ele geçirdi ve fiili paralel devlet yapılanması konusunda çok ciddi mesafe aldı.
PKK, kendisini bu hedefe götürecek düzenlemelerin tamamı çıkmazsa, asla tatmin olmayacak, verilenleri “çok az ve çok geç” bulacak, yeniden terör eylemlerine başlayacağı tehdidiyle baskılarını artıracaktır.
Paket’ten PKK’nın istediği düzenlemeler çıkarsa da, Türkiye sadece sözde veya kâğıt üstünde “tek millet, tek devlet” olacak. Fiilen bölünme süreci durdurulamayacaktır. O zaman eyvah, eyvah ki ne eyvah!