Yine bir Eylül sonu, yine bir Kıbrıs görüşmesi…
Hiç bitmeyecek bir sevdaymışçasına süregelen müzakereler. 50 yılda kaç lider geldi, kaç lider gitti!
Konu aynı Kıbrıs, zemin hep aynı; Birleşmiş Milletler.
Konunun değişmezi ise; Kıbrıs Türk’ünün adadaki yaşam hakkının tescili! Sanki bir halkın yaşam hakkının belirlenmesi onların göreviymiş gibi!
Kıbrıs konusuyla ilgili Türkiye’nin, Yunanistan’ın, Kıbrıs adasının yarı buçuğunu temsil eden Rum tarafının, KKTC devletinin tüm temsilcileri şu anda New York’ta BM Genel sekreteri ile yapacakları görüşme sonrasında müzakerelerin yeniden başlaması olasılığını görüşüp zaman belirleyecekler…
Neden?
Yarım asırdan beri süregelen bu müzakerelerden bugüne değin bir sonuç çıkmamış, bundan sonra mı çıkacak?
Konuyla ilgili KKTC’deki hükümetin görüşü ile KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı’nın görüşü taban, tabana farklıdır!
Sn. Akıncı, çözümün ancak federasyon temelinde olabileceğini savunurken, Hükümet kanadının Başbakanı Sn. Tatar;
”Kendi devletimiz ve egemenlik haklarımız korunmalıdır. Artık egemen eşitliği konuşma zamanıdır. İki devletli çözüm, konfederasyon, iki ayrı devlet veya AB içerisinde iki devlet, ne olursa olsun varılacak çözümün bir unsuru muhakkak KKTC olacaktır.” Demektedir.
Rum tarafının temsilen GKRY başkanı Bay Anastasiadis ise;
”Adada çözümün ancak Rum tarafının liderliğinde olabileceğini, bu çözümün içerisinde Türkiye’nin garantörlük hakkının asla olamayacağını, Türk askerinin adadan çekilmesinin, Türkiye’den adaya gelen göçmenlerin gönderilmesi gerektiğini, 1974’te Kuzeyden güneye göç eden Rumların yeniden evlerine dönmelerini öncelikle istemektedir.”
Rum tarafı bu uzun süreçte yapılan müzakerelerin hiçbirisinde Kıbrıs Türkü için azınlık haklarından bir fazlasına evet dememiştir. Rum liderin son dönemde yaptığı açıklamalarına bakılacak olursa söylediği farklı bir şey de olmamıştır.
Adada yaşanan tarihi sürece bakıldığında 1950’li yıllardan beri yaşanan her ne varsa sanki bunun suçlusu Türk tarafı gibi görülmüş, ada Türklerinin yaşadığı acılı yıllar daima görmezden gelinmiştir.
Bu gerçekler ortada iken, hala Rumlarla görüşme masasının etrafında bir araya gelme çabalarını anlamak mümkün değildir.
Rum tarafının bu müzakerelerden beklediği hiçbir şey yoktur!
Dünya devletlerinin neredeyse tamamı GKRY’ni adanın yasal hükümeti olarak tanımakta, AB üyesi de yapılan bu güdük devlet üzerinden istedikleri her şeye ulaşmaları mümkün olmaktadır. Yoksa adanın kuzeyinde yaşayan Türklerin adadaki yaşam şartları, Rumların yıllardan beri uyguladıkları siyasi ve ekonomik insanlık dışı ambargolar onların umurunda değildir!
Bunca umursamazlığın içerisinden yeni bir müzakere süreci çıksa ne olacak, çıkmasa ne olacaktır? Sonuç yine hüsran, yine zaman kaybından başka bir şey olmayacaktır…
Verilecek bu kararın temelinde egemen eşitlik, iki devletli çözüm, konfederasyon, iki ayrı devlet veya AB içerisinde iki devlet ama anlaşmanın nihayetinde mutlaka KKTC de olmalıdır.
Kıbrıs Türk’ünün adadaki yaşam hakkı ve geleceğinin garantisi Türkiye’dir. Türkiye’nin garantörü olmadığı bir anlaşmanın adada yaşaması da mümkün değildir.
Bugün hala Kıbrıs konusunda söz sahibi isek, adanın geleceği konusunda karar verecek en önemli taraf Türkiye ve Kıbrıs Türk’ü ise; bu söz söyleme hakkını 1959-1960 yıllarında imzalanan uluslararası Londra ve Zürih anlaşmalarıyla elde etmiş olduğumuz yasal haklarımız sayesinde olduğu unutulmamalıdır.
Bir diğer önemli husus da, Doğu Akdeniz’de mevcut zengin enerji kaynaklarındaki hak ve çıkarlarımızın savunulmasını Kıbrıs adasındaki varlığımıza borçlu olduğumuzu da unutmamalıyız.
Bugüne değin her müzakere süreci Kıbrıs Türk’ünün adadaki varlığı ve yaşam hakkı üzerinden yürütülmüştür. Hiçbir zaman adada ki Rumların varlığı, Yunanistan’dan Kıbrıs’a getirilen Yunan kökenli göçmenlerin varlığı üzerinden yürümemiştir.
Sanki adanın sahibi Rumlarmış da azınlığı, misafirleri, göçmenleri Kıbrıs Türkleriymiş gibi!
Her müzakere sürecinde masaya oturan Türk tarafının temsilcisi Kıbrıs Türk’üne bir şeyler koparabilmek için oturmuş gibi bir algı yaratılmış ama Kıbrıs Türk’ünün 1959-1960 anlaşmalarıyla elde etmiş olduğu yasal hakları hep yok sayılmıştır.
Şurası yasal ve tarihi bir gerçektir:
Her müzakere döneminde nasıl ki, 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini yasal bir hükümetmiş gibi muhatap alan Birleşmiş Milletler yöneticilerinin adanın anayasal kurucu ortağı olan Kıbrıs Türk’lerinin mevcudiyetini de, bu anayasa ile elde etmiş oldukları haklarını görmezden gelmeleri mümkün değildir. Ama bu gerçeğe de şaşı bakan BM yönetimi bunu her müzakere döneminde daima göz ardı etmiştir.
Bu şaşılığın en çarpıcı örneği de Annan Planı çerçevesinde 1959-60 anlaşmalarının hilafına Rumların AB üyesi yapılmasıdır.
Kaldı ki, Birleşmiş Milletlere üye pek çok ülke Kıbrıs adasının çevresindeki zengin enerji yataklarıyla ilgili Rum tarafıyla anlaşmalar yapmıştır. Bu nedenledir ki, Türkiye ve KKTC’yi bu gelişmelerin dışında tutabilmek için her şeyi yapacaklardır. Tıpkı AB sürecinde olduğu gibi!
Bu hafta New York’ta BM zemininde yapılacak Kıbrıs görüşmelerinden de bir sonuç çıkmayacak, çıksa bile en nihayetinde müzakere masasını deviren yine Rum tarafı olacaktır.
Kıbrıs Türk tarafına gelince önümüzdeki yıl KKTC’de Cumhurbaşkanlığı seçimi vardır. Halen Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Sn. Akıncı yeniden aday olacağına göre, bu seçim öncesinde Kıbrıs konusuyla çözüme ait ne kadar çok söz söylerse taraftarlarına o kadar çok moral aşılayacaktır.
Ama artık zaman söz söylemenin değil, Kıbrıs konusuna son noktanın konulması zamanıdır. Bu noktayı Rum tarafı koymayacağına göre, son karar Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkına kalmıştır.