Yıldırım Gürses’li Bir Hikaye

94

Çok Sesli Türk Müziği’nin en erkek seslerinden Yıldırım Gürses’i profesyonel gazeteciliğe başladığım (1966) Babıali’de Sabah Gazetesi’nde tanıdım. En erkek sesi diyorum çünkü müzikte dünyanın kabul ettiği Placido Domingo ve Luciano Pavarotti’nin  Avrasya versiyonunda Türk Sesi idi Yıldırım Gürses.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Yazar  Abdurrahman Şen ve arkadaşlarının CRR’deki “Yıldırım Gürses Anısına Emel Sayın Konseri”ne davetleri bu hatırlatmalara vesile oldu. Kendilerine teşekkür ediyorum. İyi ki İstanbul’da kültür ve sanat lokomotifinin başındalar.

Babıali’de Sabah Gazetesi Cağaloğlu Şeref Efendi Sokaktaki, devlete ait Güneş Matbaacılık’ın bazı katlarında üç beş odadaki Son Havadis ve Ekspres Gazeteleri gibi kiracısıydı. Benim muhabir olarak bulunduğum istihbarat ve yazı işleri en üst yani 2. kattaydı. Foto Muhabirlerimiz Şef Aydın Ünsal, Atılay Gülen ve Murat Çetin ise çay ocağının da bulunduğu zemindeydi.

ORKESTRAYA TASAVVUF ENSTÜRÜMANLARI

Mavi gözleriyle dikkat çeken ve Sarıyer’de oturan, şık giyimli hem avamda, hem sosyetede muhiti olan Ağrılı Aydın Ünsal zemin kattaki fotoğrafhaneye gelen konukları ağırlamak için sil baştan dizayn etmişti. Aydın Ünsal ile hep işe birlikte giderdim. Sonra da fotoğrafhaneye iner, çektiğimiz resimleri takip ederdim. İşte yeni yeni şöhretin kapılarını aralayan sanatçı Yıldırım Gürses’i ve aktrist Sevinç Pekin’i burada tanıdım. Örnek ve moda giyinen, giydiğini o iri cüssesine rağmen kendisine yakıştıran Yıldırım Gürses bazen saatlerce burada kalırdı.

Yıldırım Gürses Hürriyet Gazetesi’nin (1965) Altın Mikrofon Yarışması’nda 297 katılımcı içinden birinci gelmişti. Besteleri romantik dönemin belki de son halkası olan o yıllarda Son Mektup, Mazideki Aşk, Gençliğe Veda, Sonbahar Rüzgarları her sokakta çalınıyor, her evde dinleniyordu. Bu melodilerde hem romantizm vardı, hem bir kök arayışı ve hem de seslerde bir mistik hava yansıyordu. Güzel Türkçemiz güftelerde tamı tamına yerine oturmuştu. Yıldırım Gürses orkestrasına ayrıca tasavvuf musikisinin enstrümanlarını def, daire, kudim ve bendir’i de koymuştu. Bu sesler topluma hiç yabancı değildi.

Aydın Ünsal bana Yıldırım Gürses’i anlatırdı: Bursalıdır(1938). Belki de yüksek tahsilli olan birkaç bestekardan, sanatçıdan bir tanesidir. Babası Ziraat Bankası Memuru Nasuhi Bey ud çalardı ve dini musikide ustaydı. Ablası Cahide Hanım aile eşrafı bir araya gelince ud ve kanun eşliğinde fasıllara katılırdı. Çok güzel ezan okurdu aile. Yıldırım Gürses dini bütün ve müzikle iştigal eden böyle bir ailede büyüdü ve ders aldı. 7 Yaşında “Geçti Sevdalarla Ömrüm, İhtiyar Oldum Bugün” şarksısıyla başlayan ilk konseri Bursa’da olay olmuştu.

500 TL ÇOK MU?

Aydın Ünsal,  bir gün bana dedi ki “Mehmetçiğim, Yıldırım Gürses Abini tanıdın, eserlerini sen de söylüyorsun. Dini bütün, milliyetçi bir sanatçı. Maalesef bizim gazeteye teklif ettim müzik yazıları yazsın diye. 500 Lirayı çok buldular. Sanatçı kolay mı yetişiyor?!” Gerçekten o yıllarda 500 TL iyi bir yerde bir grup yemeğinin faturası kadardı. Olmadı. Oysa aynı yıllarda bütün günlük gazetelerin müzik yazarı vardı, sanat-kültür sahifeleri veya dergileri yayınlanırdı. Faruk Yener ismi aklımda kalanlardan mesela. Muhafazakar-millliyetçi gazetelerimiz ve medya maalesef halen aynı şekilde devam eden bir politika izliyorlar. Kıpırdama henüz yeterli değil medeniyet harekatımızda, sanat ve kültür kulvarımızda.

MTTB VE FETİH MARŞI ÖYKÜSÜ

Hem gazetecilik yapıyor ve hem de Milli Türk Talebe Birliği Basın Yayın Müdürü olmuştum. Milli Gençlik Dergisini yayınlıyordum. Pasaportta sorunlar yaşayan ve yurtdışına çıkması herkes gibi bir defa ile sınırlı olan Yıldırım Gürses’i MTTB yönetimi ile tanıştırdım. Birlikte sohbetler yaptık. Kendisine daha önce Mehmet Akif’in Safahat, Arif Nihat Asya’nın Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor, Rubailer başta olmak üzere kitaplar vermiştik, yeniden şiirle tanıştırmıştık. MTTB Turizm Müdürlüğü Yıldırım Gürses’in bir defanın dışında yurtdışına çıkması için katkı verdi, İspanya’ya gitti.

Döndüğünde MTTB’de yeniden bir araya geldiğimizde bize sürpriz yapmıştı. Alelacele bir konser için kolları sıvadık. Dev bir orkestra geldi.  İlk defa Yıldırım Gürses MTTB Konferans Salonu’nda Arif Nihat Asya’dan bestelediği Mehter formatında, ancak her şeyi ile yeni ve diri Fetih Marşı’nı söyledi. Salon alkıştan yıkılacaktı. Sonra öteki parçalara geçti. Konser için bir telif ödendi. Bunun tümüne yakınını orkestrasına vermişti Yıldırım Gürses. Mehter repertuarı yeni bir eser kazanmıştı ve halen de bu formatta son beste gibi duruyor. Beste, şimdi yapılan gibi ilahi ve mehter notalarının üzerine Akif’ten, Necip Fazıl’dan, Arif Nihat’tan veya bir  sanatçıdan sözler monte edilerek icra edilmemişti. Fetih Marşı’nda bir sanatçı, bir bestekar duruşundaki asalet vardı. Fetih Marşı ilk defa MTTB’de icra edilmiş ve tepkilerin tümü olumluydu.

HOŞ SADA MI DEDİNİZ?

Yıldırım Gürses’le temaslarımız TRT’ye geçtikten sonra da devam etti. Müzik Eğlence Müdürümüz Değerli arkadaşım Adem Gürses’e çok sık gelirdi. Adem Gürses’in odasında muhabbetimiz koyulaştı. En son Ankara Necati Bey Caddesi Altınışık Otelin’de biraraya geldik.Yıldırım Gürses iğrenç sözleri ve Türkçeyi katleden icrasıyla yapılan müziğe savaş açmıştı. Batı müzik savunucusu Faruk Yener de Yıldırım Gürses aleyhinde bir kampanya başlatmıştı. Gerici, yobaz, faşist gibi yaftalarla saldırıyorlardı. Kendi tabanı milliyetçi-muhafazakar kesim yeteri kadar sahip çıkmayınca Yıldırım Gürses bunalmıştı, ABD’den gelen bir teklif ile üniversiteye geçeçekti.

Adem Gürses 4 saat O’nu ikna etmeye çalıştı ve sonunda yine güzel Türkçesi’yle Gülgün Feyman’ın takdimciliğini üslendiği Hoş Sada programı ortaya çıktı. Türkiye Yıldırım Gürses’e sahip çıktı. Şimdikilerin kulakları çınlasın yaklaşık 350 bestesinin çoğu TRT ekranlarında icra edildi: İçime Hep Hüzün Doluyor,  Bir Garip Yolcu, Eller Eller, Gül Dudaklım, Mevsimler Yas tutup Çöller Ağlasın, Liseli Kız, Çal Kanunum Çal, Son Mektup, Sonbahar Rüzgarları, Bir Kırık Kalp, Yüce Dağdan Esen Yeller, Mevlana, Gülmedi Gitti Bahtım kışladaki askerlerin, sokaktaki insanların, üniversitedeki gençlerin, görevi başındaki kamu görevlilerinin, esnafın, bütün Türk insanının dilinden hiç düşmedi. Plakları yok sattı, albümleri bir anda bitiverdi.

Yıldırım Gürses, Emel Sayın ile birlikte Neş’e-i Muhabbet Müzikalini gerçekleştirdi daha sonra. Türkiye Musiki Eserleri Sahibi Meslek Birliği MESAM’ı kurdu ve başkanlığını üslendi. Teliflerle sanatçılar biraz olsun nefes almıştı. Sanatçıya göre;  gelecek kuşaklara bir miras bırakmak için müzik Türk Kültürü endeksli olması gerekti.  İcrası doğru yapılmalıydı. Türk Müziği boşluk kabul etmez, yoksa hemen bir başka  kültür o boşluğu doldururdu. Dolayısıyla bestekarlarımız ve güftekarlarımızın desteklenmesi, arka çıkılması gerekirdi. Ayrıca müzik Allah’a müteallik olduğu vakit hayırlı yansıması olurdu. Batı müziği Kiliselerden doğduğu gibi, milli musikimiz de cami ve tekkelerden neş’et etmişti. Selat-ı selam bir İtri bestesiydi hatırlanacağı üzere. Ezanların makamları vardı. Sabah Ezanı Saba makamında okunurdu. Bir röportajında(İlker Şatana-Aksiyon 1998) şöyle diyordu:

-Bursa’da iken 3-4 dil bilen Müftü Yardımcısı Musa Efendinin öğrencisi olmuştum. İlim ile teczid edilen bir zattı Musa Efendi. Tasavvuf musikisine böyle adım attım. Şehit dedem ve babam sabah ezanı okurmuş camide. Hoca Hafız Sami’den öğrenmişler. Sesleri daha güzel çıksın diye ağızlarına peynir şekeri atarlarmış. Ben mütedeyyin ve çok aklı başında bir cemiyette yetiştim. Musikinin de hayırlısı olanı, şerli olanı vardır. “Söyle bana Ayşe Nine Anadolu Nerdedir?  Köylerinde beş vakit Ezan Sesi varsa orası Anadolu’dur”u bile yasakladı bu zihniyet. Orga, Bateriye, Armoniye alıştırılmış olan  genç nesil sadece ud ve tanburla bizim müziği duydukları vakit onlara yavan gelmektedir maalesef.

MÜZİK ŞURASI TOPLANMALI

Misyonerler de Yıldırım Gürses’e karşı çıkıyor, hala Türkleri kastederek “Dikkat sarıklılar geliyor” demelerine de dikkat çekiyordu. Dolayısıyla çok dertli idi Yıldırım Gürses Usta “Yunanlı Buzikisine, İspanyol Gitarına, Arap Uduna sahip çıkıyor. Müzikte de korkunç bir asimilasyon  var. Kötü konuşmayı malzeme yapanlar, prozedüyü bozmayı, müziği de yozlaşmayı meziyet sayanlar piyasada kol geziyor. Biri çıkıp “Nihansın Didede Ey Mest-i Nazım”ı layıkıyla okuyabilsin ben sanat hayatımı bitiririm. Klasik Türk Müziği nefesi kesilmiş ve idama mahkum edilmiş bir vaziyette. Beni farkında mısınız fanatik milliyetçi ilan ettiler. Evet bayrağımı evime astım. Türkiye diye bağırıyorum. Ki dedelerim de şehit. Yalnız “Eller” demedim. “Elde Sensin Dilde Sen,  İzmir’de Benim Van Da Benim.” Dedim. Bunları her yerde okudum. Bir Garip Yolcu’yu tuvalette oluşturmuştum. Hep çalıştım. Kimse yeni bir şarkı üretmiyor. Türk Müziğinin kurtuluş yolu  TBMM’nden geçer. Çok acil bir müzik şurası toplanmalı, tedbirler alınmalıdır!” diyor. Bu tespitler bugün için de geçerli sanırım.

Yıldırım Gürses 500’ü aşkın ödülün sahibiydi her şeye rağmen. Cezayir Konseri hala anlatılır. Rahmetli Turgut Özal’ın kendisini kabul etmesi ve müziğimize sahip çıkması da öyle. Altmışlı yaşların hemen başında ahirete intikal etmişti. Konser aynı zamanda 75. Doğum Gününe denk gelmişti Yıldırım Gürses’in. TRT Sanatçısı Gökhan Sezen ve ismini takdimcinin yanlış anons ettiği Sanatçı Elif Güreşçi’yle Emel Sayın konserde Yıldırım Gürses’in eserleriyle görkemli bir sanat gecesi yaşattılar. Eşi Ayla Hanım ve oğlu Beyazıd da konuktu konserde. Orkestra da muhteşemdi.

İNSAN ENDEKSLİ POLİTİKA ÜRETMEK

Konser miting alanı gibiydi seyirci çokluğundan. Keşke onca davetli gelecekse spor salonlarında icra edilseydi. Kapılar 15 dakika önce açılınca insanlar birbiriyle yarıştı yer kapmak için. Düşenler ve de çiğneyenler oldu. Çoğu da ayakta izledi. Protokola ve basına ayrılan yerler de oturanın üzerine kaydedildi. Tartışmaların haddi hesabı yoktu.  Bazıları bir konserin nasıl dinleneceğinin farkında değildi. Dinlemedi konuştu bazı kadınlar, susmak bilmedi. Hanımların başörtülü ve değil; şıklığı birbiriyle yarış halindeydi. Bebelerini de getirenlerin sayısı azımsanmayacak kadardı. Orkestradaki sanatçılarının oturduğu yerlere birer plastik şişe su sıralaması da şık olmadı, iyi bir resim vermedi. Hiç alakası olmayanlardan gelen telgrafların okunması da zaman israfıydı. Bir ara izleyiciler Sanatçı Emel Sayın ve 7 filmde birlikte oynadığı Artist Engin Çağlar ile fotoğraf çektirme yarışı başlattı. Öpme ve iltifatlar da seyircinin vazgeçilmezi olmuştu. İnsana yatırım yapmayınca, insan endeksli politikalar üretmeyince olacağı da buydu. İzleyici coştu, sanatçıları ve orkestrayı alkış yağmuruna tuttu, hiç bırakmak istemedi. Demek böylesi etkinlikler disipline edilerek daha fazla gerçekleştirilmeli.

Zincirlikuyu’daki mezarına gittim Yıldırım Gürses’in. Hemen ana yol üzerinde. O dev cüsseli sanatçı ufacık bir mezara sığmıştı. Ancak eserleriyle aramızda büyüyerek yaşamasını sürdürdü Yıldırım Gürses. Rahmetle ve minnetle anarım. Acaba Yıldırım Gürses merhumun yerine koyabildiğimiz yeni bir sanatçı var mı, yoksa bu mirası hep yemeyi sürdürecek, tekrarlayıp duracak mıyız?