Yıkıcı Telkînât (2)

79

Dünyanın ikinci yüzü cihetiyle dünyayı sevmeliydik.

Çünkü insan, dünya, kâinat ve evren; İlâhî isimlerin;

Somutlaşmış, görünür bir hâl almış olarak karşımıza çıkmasıydı.

Zatına, içyüzüne, künhüne vakıf olamayacağımız Yüce Allahı;

Ancak bu şekilde bilebilirdik.

Nitekim biliyor, buluyor ve seviyoruz.

Bu manada akılla görüyoruz.

Çünkü eser ustasından haber verir.

Fiil fâile / yapana işaret eder.

Nakış nakkaşı / nakış yapanı gösterir.

Bu bakımdan dünyanın ikinci yüzü, ikinci vechesi;

Sevilmeye değer bir keyfiyet arzeder.

Dünyanın üç vechi var demiştik.

Bu üçüncü tarafıyla dünya sevilir, sayılır.

Çünkü Dünya; Ahiretin tarlasıdır.

Çünkü Ahiretin yatırımı, dünyada yapılır.

Burada ekilir, orada biçilir.

Burada çalışılır, orada ücret alınır.

Burada yorulur, orada rahat eder.

Bunun içindir ki denilmiş:

“Lâ râhate fi’d-Dünya.” Dünyada rahat yoktur.

Râhat; rahat yok deyip rahat etmektir.

Nitekim tarihimiz bu düşünce ve inancın;

Doğru tatbik ve uygulanışın somut örnekleriyle doludur.

Anadolu, Trakya, Balkanlar ve tüm ülkede ortaya konan;

-Resmiyet dışı- halka hizmet binaları;

Buna en büyük şâhit ve kanıttır.

Çünkü atalarımız dindarlıkları derecesinde;

Dünyayı imar etmişler, bayındır hâle getirmişler.

Dindarlıkları nisbetinde dünyaya sarılmışlar.

Dünyayı rahat yaşanır hâle koymak için çırpınıp durmuşlar.

Ve bilmişler ki, ahiretin imarı dünyayı imardan geçer.

İyice anlamışlar ki, Hakk’a kulluk, Halk’a hizmetle olur.

İşte bu hikmetten dolayıdır ki, Hz. Peygamber:

Kıyamete bir gün kalınsa bile, bizleri ağaç dikmeye özendirmiştir.

İşte eskide yazılan klasik eserlerdeki dünyaya cephe alış;

Bizim de yerdiğimiz, dünyanın birinci yüzü içindir.

Yani dünyayı, dünya için sevmek durumuna düşmektir.

Fakat bu bakış maalesef diğer iki,

Sevilmesi gereken yüze de sıçratılmış.

Bu şekliyle tembelliğimize kılıf hazırlanmış,

Boşvermişliğimize bahane olmuş.

Geri kalışımıza en büyük sebep teşkil etmiştir.

İşte koca Osmanlı Devleti’nin çöküşündeki bin bir

Sebeplerden en önemlilerinden biri de budur.

Oysa biz dünyayı da din için,

Sevmeliydik.

Be dostlar!

 

 

Önceki İçerikProf. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu’dan İki Kitap Bozkurt’un Ejderha ile Dansı Türk Çin İlişkilerinin Kısa Târihi:
Sonraki İçerikOzan Arif
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.