Yazar Sadık Albayrak ile yarım asırlık bir dostluğumuz var, mesleki dayanışmamız mevcut. Milli Gazete’de birlikte yazdık. O Mizan yazardı, ben ise Lafını Balla Kestim’i. Yüzaltmışüç isimli çalışmam da Milli Gazete’de yayınlamdı, tefrika edildi. Hatırlarsanız “Demoklesin Kılıcı “gibi Türk Ceza Kanunu’nun 163. Maddesi müslümanca düşünmeyi, yazmayı, okumayı ve hatta nefes almayı ve aldırmayı bile belli şartlara bağlıyordu. Yüzaltmışüç isimli çalışmam böyle bir eserdi. Hakkımda açılmış 40’a yakın dava vardı. Sadece benim mi 1960’lı dönemin maruf yazarları Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Mustafa Polat, Eşref Edip, Mehmet Şevket Eygi ve Şule Yüksel Şenler gibi müelliflerin de öyleydi.
İşte bunlardan diğer ikisi de Sadık Albayrak ve Ömer Okçu(Hekimoğlu İsmail) idi. İstanbul’dan Ankara’ya göçmüş bir fikir emekçisi olarak Türkiye Yazarlar Birliği’ni kurmuştuk 14 yazar arkadaşımla beraber. Genel Sekreteriydim bu sivil toplum kuruluşunun. Amaçlarımız arasında tutuklu yazarlarımız için dayanışma da vardı. M.Şevket Eygi yurtdışında Almanya’da bulunduğundan onunla mektuplaşıyorduk emekli hakim Hilmi Karabel aracılığıyla. Tutuklanan Ömer Okçu Ağabeyi Şile cezaevinde ziyaret ettim. Abdülkadir Özkan’ı Polatlı zindanlarında, Sadık Albayrak’ı da Silivri’deki mahpushanede. Şule Hanımı Bahçelievler’de, Necip Fazıl’ı Erenköy’deki konutunda, Eşref Edip’i Cağaloğlu’ndaki ofisinde, Sezai Karakoç’u Ankara Ulus’taki kamu hizmet binasında defalarca ziyaret ettim.
Tevfik ve Hidayet
Sadık Albayrak, Silivri Cezaevi’ndeki ziyaretimden hatıralarında bahseder. Yıllar hızlanarak aktı, Sadık Albayrak kendini son yıllarda kitap çalışmalarına verdi. Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde cep telefonuyla merhabalaşırdık. Kendisiyle son olarak birkaç ay önce Harbiye Cemal Reşit Rey (CRR) Konser salonlarındaki bir etkinlikte karşılaştım. Musafaha ettik, sohbete fırsat bulamadık. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile dünür olduklarından alaka fazlaydı ama Sadık Albayrak fikri çalışmalarına hep öncelik verdi, ayrıcalıklı tuttu. Son olarak İz Yayınları’ndan “Yigit Düştüğü Yerden Kalkar” isimli bir çalışması yayınlandı.
İbrahim Altay Sabah Gazetesi’nde konuyla alakalı bir söyleşi yapmıştı Sadık Albayrak ile. Vesile oldu, Sadık Albayrak’ın kitaplarına yeniden göz attım kütüphanemde. İlk kitabı Sömürüye Karşı İslam’dı. Türkiye’de Din Kavgası (1973), Doğunun İsyanı(1981) kitaplarını bana imzalayarak, vermiş. Satır satır okumuşum. Bağcılar Belediyesi’nin Taceddin Dergahı’nın bir kardeşini İstanbul’da yapması dolayısıyla tertiplenen törende, Mehmet Akif Ersoy’un başyazarı olduğu Sebilürreşad’ın tıpkı basımının ilk cildini hazırlayan Üstad Mehmet Ertugrul Düzdağ ile de Sadık Albayrak’ın kulağını çınlatmıştık.
Sadık Albayrak başbakanlık arşivi dahil, başta Süleymaniye ve Beyazıt Kütüphanelerindeki Osmanlıca bilgi ve belgeleri değerlendirerek çalışmalar yapan ve bunun ızdırabını içinde duyan bir aydınımızdı. Hizip taassubundan uzaktı. “Tevfik ve hidayet, rızasına muvafık işlerde siyanet Allahtandır” diyerek gayret ediyordu Sadık Albayrak.
Mahzenlerdeki Bakir Arşivler
Doğunun İsyanı’nda Sadık Albayrak “Türkiye, esir ve mazlum milletlerin öncüsü gibi bir şerefle kendi yolunu, dünya üzerindeki mevkiini kazanmaya başlamıştı.. bugün Türkiye’nin geçmişi ile ilgili binlerce kitap, gazete ve mecmua ile arşivleri dolduran bakir mahzen vesikaları mevcuttur.. biz de bir milletin çilesini, iç buhranlarını, bir kaç yılı içine alan devreyi göz önüne getirerek araştırmaya çalıştık.. bugün bizde son asra ait yapılan çalışmalar kasıtlı bir şekilde tek taraflı olmuş, geçmişe ise küffara bakar gibi bakılmıştır.. “ilmi, dini ve iktisadi teşkilat” kurmanın zaruretine inanarak yola çıkanlar, zamanla masum ve esir milletlere öncü durumuna gelmişlerdir.” diyor. O günlerde Fatih’te, sonra Fındıkzade’de oturuyor Sadık Albayrak. Bugüne kadar sadaleştirdiği eserler dahil 15’e yakın kitabı yayınlanmış gazete yazılarının dışında aziz meslektaşımın.
Ah bir arşivlerimizi uzmanlar şöyle bir inceleyerek ortaya dökse neler çıkacak neler? Onlarca Sadık Albayrak’lar gerek ülkemize. Ermeniler için bile arşivleri açtık, batılı araştırmacılardan “tısss” yok. Onlar ise arşivlerini hala kapalı tutuyor, açmıyorlar!
İslam Enternasyonalizmi
Sadık Albayarak’ın Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar adlı çalışmasında “İslam Enternasyonalizmi Üzerine Bir Deneme” ye dikkat çekmesi yerinde bir hatırlatma ve önemli. Çoğu islam coğrafyasında yaşayan aydın olaya vakıf değil., hatta bilmiyor.Unutulmuş, unutturulmuş. Keşke Birinci Büyük Millet Meclisi (1921-1924) tutanakları tıpkı basımı ve açıklamaları bir gazetemiz tarafından ek olarak verilse. Ek olmasının şöyle bir faydası vardır, okunma ihtimali, kitaba göre daha fazladır. Tartışması ve değerlendirilmesi daha uzun zaman alabilir, gündemi etkileyebilir. Sadık Albayarak bu konuda şunları söylüyor “Eğer TBMM zabıtları ve Hilali Ahmer dedikleri Kızılay’ın arşivi olduğu gibi yayınlanmazsa Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet’e gelirken hangi temel değerlere ve dinamiklere dayandığımızı bilmek mümkün değildir. İşte bu kitap öncü konumundadır.”
Sadık Albayrak röportajında satır başlarıyla önemli hususlara temas ediyor, şöyle ki; “Geçmişte cumhurbaşkanları Türkiye’nin dışına çıkmazlardı. Çıksalar da ellerine verilen kağıdı okurlardı. Şimdi öyle değil.
“Bavul Düştü Denize Ama Anahtarı Bendedir.”
Batı 300 senedir manevi alanda bir şey üretmiyor. Doğrudur teknolojiyi geliştirmiş, ama o’nu da putlaştırmış. O teknoloji ekolojik dengeyi bozmuş. Yaşam tarzını mahvetmiş. Ekolojik dengeyi bozanlar, bence esas yobaz onlardır. Çevreyi kirletenler, ruh pisliğini yansıtan insanlardır.
Madem ki yeni dünya düzeni istiyorlar, bu düzende çok çeşitli fikirler olacak. Karadenizli diyor ki, “bavul düştü denize, ama anahtarı bendedir.” Bunu söylemek aptallık değil, bizim bavulu denize attılar ama anahtarı bendedir.
Ben çocuk iken Türk Bayrağı sadece Suriye’deki Caber Kalesi’nde dalgalanırdı. Şimdi dünyanın dört bir yanında dalgalanıyor bayrağımız. Son 10 yılda pasaportumuz bile itibar kazandı. Türkiye futbolda Avrupa üçüncüsü olduğu zaman ben Avrupa’daydım. Suriyeliler, Afrikalılar sokaklarda bizim bayrağımızı taşıyordu.”
Yaşanan Dönemin İzleri
Sadık Albayrak “nasıl bir dindar nesil yetişecek ?” konusuna da değiniyor. 1940’lardaki eğitim sistemini de hatırlatarak “Çünkü onlar ilkokulu, liseyi, 1950’den önce okudular. O bilgiyle yetiştiler. Eflatun Cem Güney diye bir masalcı var. 1940’lı yılların ikinci yarısında “Nar Tanesi” diye bir masal kitabı yazmış. Orada haşa Allah ile dalga geçiyor: (Allah’ın işi belli olmaz. Bazen kuyruğuyla oynar, bazen bilmem nesiyle.) diyor. 1950’den sonra tekrar basılıyor bu kitap. Felek kelimesi ile değiştirmişler. Bu kitapla yetişen çocuk nasıl olacak? Her şey yaşadığı dönemin izlerini taşır.”
Ulus gazetesi bir zamanlar hükümetin resmi organı gibiydi. Başyazarı da ünlü yazar Falih Rıfkı Atay’dı. O günlere ait anektodu da şöyle hatırlatıyor bir soru üzerine Sadık Albayrak ; “Totaliter ve otoriter sistemin lideri, şefi Mussoloni’yi İtalya’da gören yazarlarımız O’nu Ankara’ya gelince övüyorlar. Hitlerin bıyıklarına özeniyorlar. Moskova’daki Lenin heykellerine hayran kalıyorlar. Gelip Ankara’da yazıyorlar. “Bizim Ruslarla çok iyi ilişki kurmamız lazım. Özgürlükler var, halk buğday üretiyor. Lenin ve Atatürk ölmüşse İnönü ve Stalin başımızdadır.” Bunları yazan Falih Rıfkı Atay’dır.”
Batının etkisi o dönem öyle fazla ki, Yazar ve İstanbul Milletvekili Hüseyin Cahit Yalçın kavga ettiği bir milletvekilini “düello”ya davet ediyor!
“Doğmak İsteyen Bir İstikbal…”
Sadık Albayrak’a göre, “yeniden bir doğuş olmak zorunda. Kafamız Anadolu’da, kalbimiz Mekke’de, ayaklarımız Afrika’da, ellerimiz de Kafkaslar ve Balkanlarda olmalı. Dünyayı algılayabilen bir ortam hazırlamalıyız. Bu da bilgi, beceri ve araştırmayla, heyecan verici olaylarla olur. Karamsarlıkla bir yere varılamaz. Geçmişi bilmek önemli. Toplumun sıçraması için bürokrasi, eğitim, sanayi ve ticaret uyum içinde olmalı. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in dediği gibi ” Doğmak isteyen bir istikbal, ölmek isteyen bir mazi var.” Önemli olan her ikisini bir arada değerlendirmek.. işte bu yapılmamış.. bu kitap bunun muhasalası ve özü konumundadır.”
Sadık Albayrak, derin devlet encümen-i daniş’e de temas ederken, yeni anayasayı da unutmuyor “Dünyadaki gelişmelere açık ve toplumumuzu temel değerleri ve dinamikleriyle hayata hakim kılacak, refah, huzur ve kardeşlik yaşayabileceğimiz bir anayasa. Bütün canlıların haklarına dayalı bir anayasa. İçinde insan da, çevre de, ağaçlar da, hayvanlar da, fok balıkları da olmalı.”
Taze Bir Eskimez Yeni İçin
Belli oluyor insana yatırım yapmanın önemi ve insan endeksli politika üretmenin gereği. Kültürle, kimlikle ve dil ile medeniyet oluşuyor. Yoksa “bizim oğlan döne okur, döner döner yine okur”dan ileri gidilmez. Araştıran, üreten, yansıtan, paylaşan, takip eden aydınlarımıza ihtiyacımız ne kadar da belli oluyor!? Bu resim bize yiğidin tökezlediği yerden kalkacağını gösteriyor vesselam.