Batılı sömürgeci ve sömürgen devletlerin işleri -bugün olduğu gibi- her zaman kolaydı. Hem dâvaları menfaate dayanıyor, hem de bunu gerçekleştirmek için en pespâye, en bayat, en aşağı yollara başvuruyorlardı.
Ki bu yolların başında; elde etmek istedikleri ülkelerde nifak tohumları ekmek geliyordu. Fitne ve fesat çıkarmak geliyordu. Irkçılık denen menhus ve uğursuz illeti uyandırmak; kısaca yıkıcılık, tahrip ve bozmak geliyordu. İftira, yalan, kışkırtma geliyordu.
Bütün bunlar çok iğrenç fakat çok kolay; üstelik iyi sonuç verecek cinsten şeylerdi.
Hele öyle bir silahları vardı ki, belli zaman süreci içinde mutlaka meyvasını veriyordu. Ki bugün de bu metotları revaçta: “Parçala, böl, yut ve yönet.”
İşte Osmanlı Devletine yaptıkları buydu. Aynı taktiği Türkiye Cumhuriyeti için de uyguladılar ve uyguluyorlar. Hâlen bu yoldan vazgeçmiş değiller.
Şüphesiz bunda da muvaffak olamıyacaklar. Başarı kazanamıyacaklar. Nasıl ki Yüce Osmanlı Devleti yerini, onun özü sayılan Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktı. Türkiye Cumhuriyeti ise -inşâllah- Kıyamete kadar payidar ve kalıcı olacak. Varlığını şan ve şerefle sürdürecek. Çünkü kâfirler istemese de, Allah nûrunu tamamlayacak. Hem de onların rağmına. Çünkü âyet böyle diyor.
Evet sevgili okur! Muvakkat ârızalar / geçici duraklamalar son bulunca, bu devletin yâni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önderliğinde İslâm Âlemi -inşâllah- yine ayağa kalkacak; dünyaya yine sulh, sükûn ve selamet hâkim olacak. Mazlum ve mağdur, güç durumdaki milletler; yine gerçek hâmilerini, asıl koruyucularını bulmuş olacak.
Birlik ve beraberlik sancakları, her tarafta Al Bayrak’ların eşliğinde hür olarak gurûrla dalgalanacak. Yeter ki bizler, buna lâyık olalım. Şanlı ecdadımız gibi Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım. Kalp ve ruhlarda, İslâm Kardeşliği’ni gerçekleştirelim.
Yeter ki, bu manevî kardeşlik; maddesel alanda da, kendini göstersin.
Çünkü şiarımız olan Allah’ın ismini yüceltmek; ancak maddî terakkî ve yükselişle kabil ve mümkün.
Zaten ancak bu takdirde, yâni İslâm Âlemi maddetende el ele verdikçe; kimse duramıyacaktır karşısında. Kimse haksız yere, canı istediği zaman kafa tutamıyacaktır; hiçbir İslâm Devleti’ne.
İnanın bunlar olmayacak hususlar değil.Sadece geçmişte gerçekleşenlerin yeniden canlanmasından ibaret şeyler.
Yeter kiinanalım. İnandığımızın gereğini yapalım. Ve bilelim ki, inanıyorsak elbette üstünüz. Ve üstün olacak bizleriz.
Çünkü bu İlâhî Vaat. Çünkü bu söz verilen Saat. Çünkü bu gerçekleşecek olan Nebiyy-i Zişanın, Şanlı Nebî’nin müjde ve muştularıdır.
Elbette Yüce Allah, Nebî’sini mahçup etmiyecek. Her zaman olduğu gibi, yine sözünde sadık olduğu, bir kez daha gerçekleşecek.